Cumartesi"İnşallah bu filmden sonra hakim maaşı 10 bin dolara çıkar"

"İnşallah bu filmden sonra hakim maaşı 10 bin dolara çıkar"

05.02.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

Mert Baykalın ilk yönetmenlik denemesi "Pardon" yakında vizyona girecek. Ferhan Şensoyun ilk sinema senaryosu olan ve haksız yere yıllarca hapis yatan üç arkadaşın öyküsünü anlatan filmin yapımcısı Sinan Çetin "Düşük maaşlara çalışan hakimlerin yanlış karar vermesi doğal" diyor

İnşallah bu filmden sonra hakim maaşı 10 bin dolara çıkar

"Pardon"un yönetmenliğini nasıl oldu da 24 yaşındaki Mert Baykala verdiniz? Mert Baykal: Platonun bahçesinde çay içiyordunuz. Ben bir reklam filmi için koşturuyordum. "Mert, inanıyor musun sen bu hikayeye?" dediniz. "İnanıyorum hocam" dedim. "O zaman sen çek" dediniz. Sinan Çetin: Galiba Ferhan Şensoyla konuşuyorduk kim çeksin diye, ben Mert çeksin... Mert B.: O tabii ki bir handikap ama film iyi olunca... Onlardan önce, ekimde vizyona girecektik. Gecikme oldu. Ama bizimle, burası ile ilgili değil. Sinan Ç.: Ben bunun bir talihsizlik olduğunu düşünmüyorum. O film Şensoyun tekrar toplumun gündemine gelmesini sağladı. Bu bizim için kötü değil. Mert B.: "Şans Kapıyı Kırınca"nın tanıtımlarında "Ferhan Şensoyun 14 sene sonra ilk filmi" deniyor ama daha önemlisi "Pardon" Ferhan Şensoyun ilk sinema senaryosu. Ferhan Şensoy seyircisi onun oyunculuğunun yanı sıra kalemini de sever. "Pardon" Ferhan Şensoyun diliyle anlatılan bir hikaye. "Pardon"dan önce, yine Ferhan Şensoyun başrolünü oynadığı "Şans Kapıyı Kırınca"nın vizyona girmesi sizin için bir talihsizlik mi? Sinan Ç.: Çok düşük maaşlarla çalışan hakimlerin sağlıklı karar verememesi; haksız yere 28 seneye karar vermesi şaşırtıcı değil. ABye girerken Türkiyenin savunma harcamaları yerine adalet, hukuk harcamalarının artmasını temenni ediyoruz. İnşallah hakimlerimizin maaşı bu filmden sonra 10 bin dolara çıkar. Bu film çok önemli bir toplumsal meseleyi anlatıyor. Nedense son zamanlarda Türk sinemasında filmlerin bir ana fikrinin olması gerektiği, toplumsal hafızada bir yankı yaratması gerektiği ihmal ediliyor. Mertin filminin en önemli tarafı bu. Toplumun çok dertli, hukuk adı verilen son derece acılı meselesini çok komik anlattı Mert. Yasadışı örgüt üyesi olduğu sanılarak gözaltına alınan ve birçok suçu üstlenmek zorunda bırakılan, boş yere yıllarca cezaevinde kalan üç arkadaşın hikayesi... Polisler, hukukçular ne diyecek bu filme? "Ali Özgentürk gibi yönetmenler yüzüme bile bakmazdı" "Pardon"a yatırdığımız para 740 bin dolara ulaştı. Ama ben genç yönetmenlere fırsat veren babacan, iyiliksever bir insan resmi çizmek istemem. Bir işadamı olarak genç yönetmenlere teklifte bulunuyorum ve onlarla birlikte para kazanmak için bu işi yapıyorum. Ama bir de şu var: Yeni Melek Sinemasının yanında Azminin kahvesi vardı. 1974-75te sinemanın o sokağına geldiğimde, "Allahım ben burada nasıl tutunacağım?" demiştim. Üstelik ben "Çiçek Abbas"ı da çekmiştim o zaman. Yani bir hikayeyi anlatabileceğimi kanıtlamıştım. Ama gidiyorum, geliyorum, iş yok, vermiyorlar. O dönemde yaşadığım sıkıntıyı anlatamam. Genç yönetmenlerle çalışıyor, onların ilk filmlerini çekmesine destek oluyorsunuz. Bir filmin maliyeti de az bir para değil. "Söz verdim" demeyelim de... Güçlü bir yönetmen, yapımcı olursam her türlü genç yönetmene eğer yetenekliyse hemen... Millet bu eziyeti çekmesin diye. O yıllarda Türk sinemasında bütün enteller aynı şarkıyı söylüyordu. Bara gidiyordum, Ali Özgentürk gibi yönetmenler bana selam vermiyordu. Ve o zaman ileride bir gün imkanım olursa genç yönetmenlere fırsat tanıyacağım diye kendi kendinize söz verdiniz. Ben hiç "eski" bir şey olmadım. Hep yeniyim. Hep devrimci oldum. Ben hep değiştirdim ve değiştim. Bugün solcularla ilgili kötü bir şey söylüyorsam, siz onu "tutucu solcular", hatta "tutucular" olarak anlayın. Siz de eski solculardansınız, değil mi? "Türkü dediğin, bozula bozula gelen şeyin adıdır" (Elimi sıkıyor) Sizi kutluyorum bütün kalbimle. Merhametten maraz doğar derler ya. Ben arkadaşım Mustafa Erdoğanı ve Fatih Edipoğlunu (Program yapımcısı E-Plus şirketinin ortağı ve genel müdürü) kıramadım ve gittim o yarışmaya. Ama onlara dedim ki ben yanlış bir konuğum. Ben konuk bile sayılmam. Ben yanlışın ta kendisiyim. Çünkü ben bir türkü uzmanı olmadığım gibi, o programı da hiç seyretmedim. Popülist bir insan olmadığımı da herkes bilir. "Sen çık fikirlerini söyle" dediler. Çıktım baktım fikirlerimi söyleyecek bir ortam yok. Zaten Arif Sağ bütün fikirlere karşı. O yüzden kendi fikirlerimi kendime saklayarak orada sıkılmakla saatlerimi harcayıp... "Değiştirmek" dediniz de, türkü yarışmasına konuk jüri olarak katıldınız ya. Türküler değiştirilir mi değiştirilemez mi, Arif Sağ ile tartıştınız biraz. Önce şunu sorayım: Sizin ne işiniz vardı o yarışmada? Bir ara bir dövüşeyim dedim ama sonra baktım ki orada bir huzursuzluk yaratmanın bir anlamı yok. Sonra kaçtım, biliyorsunuz. Yok, önce biraz çabaladınız sanki. Türkü deyince Barış Manço seviyorum! Barış Mançodan itibaren türküyle bir bağlantı, hele TRTnin türküleriyle bir bağlantı kurmak benim içimi sıkıyor. Türküleri buzdolabından çıkarıp, aman bozulmasın diye ele alan, sonra tekrar buzdolabına geri koyan, türkülerin ruhuna düşmanca saldıran bu anlayışla türkü dinlemek sadece benim değil, Türk milletinin de içini sıkıyor. Türkü dediğin şey her gün değişir. Türküye bir gün saksofon girer, ertesi gün akordeon da girebilir. Türkü dediğin şey bozula bozula gelişen şeyin adıdır. O yüzden türkü bin yıllıktır. Bu arkadaşlar türküyü koruma kararı almışlar. Niye koruyorlarsa? Bir şeyi koruyandan daha fazla o şeye kimse zarar veremez. Allah bizi her türlü koruyucudan, korumacıdan uzak tutsun. Türkü dinler misiniz hiç, sevdiğiniz türkü var mı? "Oyuncuların çoğu çocukluktan tanıdığım amcalarım" Bilgi Üniversitesinde iki sene sinema televizyon bölümünde okudum. Sonra ABDde medya prodüksiyonu okudum. Dönünce Platoda stajyer olarak çalışmaya başladım. Sonra da bu film oldu işte. Siz sinema mı okudunuz? Babam işinde çok profesyoneldir. Neyin nasıl olması gerektiğini çok iyi bilir. Sette bir film çekerken ya da bir iş yaparken nasıl davranması gerektiğini bilir. Baba-oğul değil, yönetmen-oyuncu ilişkisi vardı aramızda. Sadece babam değil, filmdeki oyuncuların yüzde 80i zaten film öncesinden, çocukluğumdan tanıdığım insanlar, amcalarım. İlk filminizde üvey babanızı -bu "üvey" lafı da ne fenadır- babanızı yönetiyorsunuz. Ve sette yönetmenin sözü geçer ama bir yandan da ailede babanın sözü daha ağırdır... Zor olmadı mı? Eee dediler. Dediler ama o tonda demediler. Şöyle dediler: "Ulan biz herifin kısa pantolonlu halini biliyorduk ama adama bak, helal olsun." Hiçbiri size "Ben senin kısa pantolonlu halini bilirim" demedi mi? Hayır. Zaten gazetelerde yazıldığı gibi değil hiçbir şey. "Bir araya gelmek istemediler" falan. Öyle bir şey yok. Dost onlar. Hafta sonları buluşuruz hatta bazen. Birlikte yemek yeriz. Evliliklerini bitirmek onların kendi kararı. Beni pek etkilemedi açıkçası. Annenizle Ferhan Şensoyun boşanması sizi etkiledi mi? Takmadım galiba. Hiç hatırlamıyorum. Biz de öyle kavuk konuşulmaz. Eve gelince babam "Kavuk iyi mi?" diye sormaz. Annem "Bugün kavuğa çok iyi baktım, suyunu verdim" demez. Böyle sohbetlere rastlamadım. Ben de gazetede görünce, "Aa kavuk vardı annemin evinde" dedim. Öyle hatırladım. Siz kavuğu gördünüz mü? Taktınız mı?