19.04.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:
* * *Artık, hayvanlar ve yavrularının adları söyleşilerimizin baş konularından biri. Yalnızca kentteki çocuklar değil, kırsal kesimdeki çocuklar da hayvan adlarını, yavrularının adlarını bilmiyorlar. Oysa Batı ülkelerinde, okul öncesi eğitimde çocuklara ilk öğretilen şeylerin başında hayvanlar ve onların yavruları gelir. Özellikle bu kitaplar, ya usta illüstratörlerin elinden çıkmıştır, ya da renkli, yakın plandan çekilmiş hayvan fotoğraflarıyla doludur. Pek çok yayınevinin minik aslan, minik kaplan, minik inek, minik eşek gibi başlıklar altında topladığı yüzlerce kitabı vardır. Nedense bizde bu tür örnekler; özellikle fotoğraf ağırlıklı kitaplar yok denecek kadar azdır. * * *Hamburger, köfte, patates kızartması ve makarna canavarları dediğimiz çocuklar bile köftenin, hamburgerin hangi etten, hangi canlıdan yapıldığını bilmiyorlar: Anne-babalar da, hangi gıda hormonlu, hangi gıdanın içinde yapay protein var, hangi süt süt, hangi süt süt değil, hangi yoğurt doğal, kaymaksız, yağsız yoğurt mu light, yoksa light başka bir şey mi, siyah zeytinleri gıda boyasıyla mı boyuyorlar, yoksa bilmediğimiz bir boyayla mı? * * *Yuvada bir çocuk köftenin "kasapçı amca"da yapıldığını söyledi. Sakarya'da seslerle hayvan isimlerini bulmaya çalışırken, bir çocuk manda yavrusu için, aklında bir yerlerden kalmış ya, malak yerine "mandalak" dedi. Biri de deve yavrusuna "lama". Ama Hande Yener'in, "Sana Kırmızı Çok Yakışıyor" şarkısını bütün okul birlikte ezbere söyledi. Ben çocuklarımızın bir türküyü de bu kadar güzel söylemelerini isterdim. Sanırım çocuklarımızın yeni gözdelerinden biri de Pamela. Yoksa beni kızdırmak için, "İstanbul seni mahvetmiş," diye hep birlikte bu şarkıyı söylemezlerdi. Dönüşte dayanamadım, benzinciden Pamela'nın kasetinden bir tane aldım. * * *Sakarya Vali Mustafa Uygur İlköğretim Okulu'ndaki imza günü sırasında aldığım notlardan birkaç tanesini size aktarayım da, çocuklarımızın ne denli sosyalleştiklerini sizler de görün. * * *Bir öğrenci yanıma geldi, kitabını uzattı: "Yalvaç Abi, sana zahmet olacak.""Neden zahmet olsun?" "Çünkü, altı harf daha yazarsan, adım tam 29 harften oluşacak da onun için.""Anlamadım?" dedim."Adım, Muhammet Kaan Karabulut," dedi. * * *Biri o kadar yavaş söyledi ki adını, ben Cihat anladım. Oysa onun adı Nihat'mış. Önce "Ne olacak şimdi?" dedi. Ben de, "Cihat'ı silip Nihat yazacağım," dedim. Kitabı karalayacağım için biraz sinirlendi ve dedi ki: "Şöyle yaz: Ha Cihat ha Nihat'a sevgilerimle." Beni öpüp, gülerek gitti. * * *Bir çocuk geldi. Zayıf ve naif bir çocuk. Güler yüzlü. Adını söylemedi. Bekledim. Söz ağzından bir türlü çıkmıyordu. Biraz sonra kekeledi ama adını söyleyemedi. Bir daha zorladı kendini ve, "Ahmet," dedi. Oldukça kolay bir biçimde "Ahmet". Bana sanki, bir şeyler yiyordu da boğazına takılmış gibi geldi. "Ne oldu Ahmet?" dedim. "Yalvaç Abi, kaset ara sıra takılıyor," dedi. yural@milliyet.com.tr Okul gezilerinde kitap ya da dergi imzalarken, sanki aklıma unuttuğum bir şey gelmiş gibi, çocuklara çaktırmadan defterime, defterim yoksa yanımdaki bir kâğıda sürekli notlar alırım. Bu her zaman çocukların çok ilgisini çeker. Adeta meraktan çıldırırlar. Hatta bazıları, kendini tutamaz ve ne yazdığımı sorar. Ben de özellikle, yazdıklarını yanındakine göstermek istemeyen çalışkan öğrenci edasıyla elimi yazının üstüne kapatarak notumu alırım. Aldığım notlar genellikle iki konuda toplanır: Birincisi, hiç duymadığım çocuk adları, birbiriyle uyum sağlamayan ad ve soyadlar; ikincisi de çocukların doğaçlama yaptığı espriler, şakalar. Bir de çocuksuluk kokan sözcük ya da tümceler...