12.12.2015 - 02:30 | Son Güncellenme:
Elif İpek Türer - ipek.turer@milliyet.com.tr
Tarih ağırlıklı kitaplar yazsa da “Ben tarihçi değilim” diyen Reha Bilge, “II. Bayezid, Deniz Savaşları ve Büyük Strateji” (Giza Yayıncılık) adlı eserini bir tarih kitabından ziyade bir siyasi analiz çalışması olarak ele almış. Bilge bu dönemi seçmesinin sebebini ise “Günümüz Doğu Akdeniz’ine baktığınızda bu bölgeler hızlı bir şekilde bir sürü şey yaşadı. ‘Bu yaşanan şeylerin arkasında ne vardı?’ dediğinizde de oralara kadar gidiyorsunuz çünkü olayların, bugünü anlayabilmek için düğümlendiği dönem II. Bayezid dönemi” diyor.
-Kitapta Doğu Akdeniz’in önemini ele alıyorsunuz. II. Bayezid döneminden bugüne gelen süreçte önemi ne bölgenin?
-Neden II. Bayezid?
II. Bayezid Türkiye’de gölgede kalmış, üzerinde yeterince çalışma yapılmamış bir isim. Ayrıca II. Bayezid döneminin önemli birçok özelliği var. Biri bu dönemde Türkçe uluslararası, ortak bir iletişim dili niteliğini kazandı. Biz buna lingua franca diyoruz. Diğeri klasik Türk kültürünün evrensel boyutlarındaki isimlerinin kökünün bulunduğu dönem. Sonuncusu ise II. Bayezid’in diplomasi ve gerçeklere dayalı dış politika konusundaki temel yaklaşımlarının çok iyi olması.
“Klasik Türk kültürünün billurlaşma dönemi”
-Kitapta Firdevsi, Katip Çelebi, Matrakçı Nasuh gibi kültürel dünyaya ait isimler de var. Sebebi nedir?
Birincisi, Türk tarihçiliğinin bütün büyük kurucu isimleri en önemli eserlerini II. Bayezid döneminde veriyorlar; Firdevsi, Oruç Bey, Tursun Bey, Aşık Paşazade... İkincisi, klasik Türk edebiyatının kuruluşu açısından da mutlaka üzerinde durulması gereken bir dönem. Mesela ilk kadın şairlerimizden Mihri Hatun bu dönemde çıkıyor. Yani II. Bayezid döneminden bahsederken bu tarihi ve edebi kültürdeki isimlerden bahsetmeden geçemeyiz. Bu dönem klasik Türk kültürünün billurlaşma ve birikimin patlama dönemidir.
“Sonuçta kurgu, belgesel değil”
-Biraz popüler kültüre gelecek olursak; tarihin dizilerde işlenmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Dizileri bir siyaset, tarih kitabı veya bilgisi olarak algılamamak gerekiyor. Onlar bu kişilerin yaşamış olduğunu, ihtiraslarını, trajedilerini, sevinçlerini bize yansıttıkları ölçüde başarılı olacak şeyler. Derin siyasi analizler veya tarih bilgisi çıkartmamız doğru olmaz. Ama bunlar üzerinde düşünmemizi sağlayacak eserlerdir. Tarihi kişiler hakkında eser verilmesinin önünü açacak yapımlardır. Dolayısıyla ben iyi yapılmış dizilerden mutluluk duyuyorum.
-Tarihe ilgiyi artırıyor diyebiliriz yani...
Tabii ki düşünmeye sevk ediyor insanları, araştırmaya teşvik ediyor. Yazmanın veya okumanın arkasındaki dürtü meraktır. Bu diziler de o merak duygusunu ortaya çıkarıyor. Bence geç bile kalındı aslında... Umarım daha iyi ürünler ortaya çıkar, ben destekliyorum. Fırsat buldukça da izlemeye çalışıyorum ama izlerken “Bu gerçekte böyleydi” demiyorum. Sonuçta bir belgesel değil, kurgu. Doğru-yanlış şeklinde izlenmesini doğru bulmuyorum.
“Ezberleyerek değil; eserleriyle, benimseyerek...”
-Tarihle arası barışık bir toplum olamadık bir türlü. Sizce bu bakış açısını kırmak için ne yapılabilir?
Bir kere dizilerin çok büyük etkisi oluyor; içeriği şöyle veya böyle. İkincisi, bizim tarihi biraz tarih olarak anlayıp öğrenmemiz gerekiyor. Tarihi sanki bugün yaşıyorlarmış gibi, “Kösem ve Turhan Sultan arasında hangisini tutmalıyım?” tarzı bir yaklaşımla görmememiz gerekiyor. Üçüncüsü, bizim büyük bir sürekliliğimiz var. Selçuklular, Karaman Beyliği, imparatorluk ve sonra Türkiye Cumhuriyeti. Bugünü anlamamız için en azından o sürekliliğin farkında olmamız gerekiyor. Tarih ezberciliğe dayandırıldığı zaman albenisini yitiriyor. Kabul edilmesi zorunlu kalıplar halinde tarihi öğretmeye çalışınca orada da sorun çıkıyor.
Yani tarihi kültür boyutuyla da vermeniz gerekiyor. Tarihimizi değiştiren fetihler, savaşlar tabii ki var ama bunların yanında evrensel kültür değeri boyutunu kazanmış isimleri öğrenmemiz gerekiyor.
Ali Şir Nevai, Yunus Emre, Mimar Sinan, Matrakçı Nasuh, Evliya Çelebi gibi... Ezberleyerek değil; eserleriyle, bakarak, benimseyerek, yumuşak bir yaklaşımla.