17.10.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:
Gizem Acar
Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı’nın tasfiyesi konusunda anlaşamayan İtilaf Devletleri, savaş sırasında da birbirleri ile çekişiyordu. İngiltere’nin Çanakkale’den yeni bir cephe açmaya karar vermesi ile müttefiklerin İstanbul’a yerleşmesinden endişe eden Rusya, Mart 1915’te Boğazlar’ın kendisine verilmesini istedi. Rusya’nın İttifak Devletleri ile uzlaşmasını göze alamayan İngiltere ve Fransa, detaylı bir anlaşma yapmadan da Boğazları vermeye de yanaşmadı. Böylece gizli anlaşmalara giden süreç başladı. Görüşmelerde İngiltere’yi temsil eden Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Mark Sykes ve Fransa’yı temsil eden Beyrut eski konsolosu Francois Georges-Picot, sömürge yönetiminde yetişmiş, Ortadoğu halkının Avrupa yönetimi altında daha iyi koşullarda olabileceğine inanan aristokratlardı.
Anlaşmaya göre, İngiltere Akdeniz ve Ürdün Nehri, Transürdün (Ürdün nehri ötesi) ve güney Irak’ın yanı sıra Hayfa ve Akka (bugün İsrail’de) limanlarının kontrolüne sahip olacaktı. Fransa ise güneydoğu Türkiye, kuzey Irak, Suriye ve Lübnan’da kontrolü ele alacaktı.
Rakip halife arayışı
Osmanlı’nın savaşa girmesi İngiltere çevrelerinde İslami dayanışma nedeniyle kaygı uyandırmıştı. İngilizler, İttifak devletleriyle işbirliği yapacak ve Osmanlı halife-sultanın prestijini sarsacak bir Müslüman aradılar. Bu kişinin Mekke emiri Şerif Hüseyin ibn Ali’nin olabileceğini düşündüler. Osmanlı İmparatorluğu’nun en prestijli Arap-İslam makamı Mekke emirliğiydi. Emir kutsal Mekke ve Medine şehirlerinin koruyucusuydu, Hz. Muhammed’in soyundan geldiği iddia edilenler arasından seçilirdi. İttihatçi hükümete güvenmeyen Hüseyin, Temmuz 1915’de Mısır’daki İngiliz Yüsek Komiseri Sir Henry McMahon’a mektup göndererek Osmanlı’ya başkaldırma koşullarını bildirdi. Böylece ünlü Hüseyin-McMahon yazışması (Temmuz 1915-Mart 1916) başlamış oldu.
Yazışmalarda en çekişmeli konu sınırlardı. Tüm Arap halkını temsil ettiğini iddia eden Hüseyin; Arabistan Yarımadası, Lübnan ve Filistin dahil Büyük Suriye ve Irak vilayetlerini kapsayan bağımsız bir Arap devleti istiyordu. Hüseyin’e Şam, Humus, Hama ve Halep çizgisinin batısında kalan bölgenin ‘halkının tamamen Arap olmaması’ nedeniyle verilemeyeceği bildirildi. Ancak asıl sebep bu bölgenin Fransa’ya verilmesiydi. McMahon, Bağdat ve Basra’da da İngiltere’ye ayrıcalık isterken Hüseyin, istikrarlı bir yönetim kurulana kadar burada İngiliz işgaline razı oldu. İngiltere ayrıca Hüseyin’e ayaklanma için silah ve para verecekti. Gizli anlaşmadan habersiz Hüseyin’in aşiret güçleri Mekke’deki Osmanlı garnizonuna 10 Haziran 1916’da saldırdı. Eylül geldiğinde Hicaz’ın önemli şehirlerinin çoğu Hüseyin’in eline geçmişti. Hüseyin’in güçlerine oğlu Faysal kumanda ediyor, ona bir grup eski Osmalı subayı ile “Arabistanlı Lawrence” olarak anılacak T.E. Lawrence’ın da aralarında bulunduğu İngiliz askeri danışmanlar yardımcı oluyordu. Faysal 1 Ekim 1918’de askerleriyle Şam’a girdi. İngilizlerin verdiği sözlere uygun davrandığını düşünerek kendini kral ilan etti.
Fransa Şam’ı işgal etti
Suriye’de bağımsızlık ilanı Fransa için Sykes-Picot’un ihlaliydi. 1920’de toplanan San Remo Konferansı’nda İngiltere kendisi ve müttefikinin çıkarlarını korumayı seçti. San Remo’da Arap eyaletleri İngiltere ve Fransa arasında ‘manda’ adı verilen birimlere bölünüyordu. İngiltere ve Fransa sahip oldukları alanlar içinde istedikleri devlet sınırlarını çizme hakkına sahipti. İngiltere Irak ve Filistin’i, Fransa Suriye’nin yönetimini aldı. Irak üç eski Osmanlı vilayeti olup pek az ortak noktaları bulunan Basra, Musul ve Bağdat’ın birleşmesi ile yapılan yepyeni bir devletti. İngiltere’nin amacı Basra üzerinden Hindistan yolunu güvenceye almak ve petrol kaynaklarına ulaşmaktı.
San Remo Suriye’de öfke ve şaşkınlıkla karşılandı. Faysal uzlaşmaya çalışırken Fransa’nın Beyrut’taki komutanı Şam’a yürüme emri verdi. 24 Temmuz 1920’de Fransa güçleri Şam’ı işgal edip Faysal’ı Avrupa’ya sürgüne gönderdiler. Bağımsız Arap Devleti’nin ömrü yalnızca 5 ay sürmüştü. Fransa, Suriye’yi parçalarken Lübnan ayrı bir devlet haline geldi.
Ürdün telafi hediyesi
Faysal’ın kovulmasından sonra kardeşi Abdullah, bir aşiret gücünün başına geçip Mekke’den Şeria nehrinin doğusunda bir çöl şehri olan Maan’a (bugün Ürdün’de) yürüdü. Hüseyin’in Maan’daki varlığı bölgedeki muhalif aşiretleri birleştirebilirdi. İngilizler, Abdullah’ı kendi imparatorluklarına katarak onun Ürdün’ün doğusundaki işgal edilmemiş bölgede bir istikarar unsuru olacağını ve Fransa etkisinin de Suriye’den güneye yayılmasını engelleyeceğini düşündüler. Abdullah’a İngiliz rehberliğinde Amman’da bir yönetim kurması önerildi. Toprakları Filistin mandasının parçası olacak ancak Balfour Deklerasyonu’ndan muaf tutulacaktı. Abdullah şartları kabul etti, Ortadoğu haritasına ek sınırlar çizildi, 1921’de Ürdün kuruldu. Faysal ise İngiltere tarafından Ağustos 1921’de Irak mandasının başına getirilerek ‘Irak Kralı’ ilan edildi. Arap isyanı sırasında kendini Hicaz Kralı ilan eden baba Şerif Hüseyin ise Suud ailesine yenilince Mekke’yi terk etmek zorunda kaldı. Bu topraklarda 1926’da Necd ve Hicaz Krallığı kurulurken, iki krallık 1932’de birleşerek Suudi Arabistan adını aldı.
Filistin sözü tutulmadı
İngiltere, Araplara verdiği sözleri ihlal eden bir yer ayırtma daha yapmıştı. Amerika, Rus ve Almanya Yahudilerine erişebilmek; Süveyş Kanalı’na bitişik topraklarda kontrolü eline geçirebilmek amacıyla Filistin’de bir Yahudi yurdu kurulmasını kabul etti. İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour’un Dünya Siyonist Federasyonu başkanı Baron Rotschild’a Kasım 1917’de gönderdiği mektup ‘Balfour Deklarasyonu’ olarak anıldı.
Sykes-Picot sınırları dağılıyor mu?
Radikal İslamcı IŞİD militanları, Haziran 2014’te ülkenin ikinci büyük kenti Musul’u ele geçirdiğinde büyük bir şok dalgası yayıldı. Militanlar, aynı ay Suriye ve Irak arasındaki sınır kapısını buldozerlerle yerle bir ettiklerinde ise “Sykes-Picot” sınırlarını yıktıklarını ilan ettiler. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da geçtiğimiz günlerde “Sykes-Picot anlaşmaları yapanlar var” sözleri ile anlaşmayı gündeme getirdi. 1916’da İngiliz ve Fransızlar arasında yapılan “Sykes-Picot” adlı gizli anlaşma hiçbir zaman tam anlamıyla hayata geçmese de, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra Ortadoğu’da Lübnan, İsrail, Suriye, Ürdün ve Irak ülkelerinin doğuşuna ön ayak olmuştu. IŞİD’in ilerleyişi ve Ortadoğu’da mezhepçiliğin artışı ile ana hatlarıyla 1916’da belirlenen “yapay sınırların” sonunun gelip gelmediği tartışma konusu oldu.
Sykes-Picot anlaşması, resmi tarih okuyan Türklerin aklına “Osmanlı’yı parçalayan İngiliz-Fransız ortaklığı” olarak kazınırken Araplar için ise Birinci Dünya Savaşı’ndan başlayıp 1948’de İsrail’in kuruluşu ve 2003’te Irak’ın işgaline uzanan bir “Batılı ihanet zincirinin” ilk halkasıdır. Metne imza atan iki diplomatın soyadlarını taşıyan anlaşma, 16 Mayıs 1916’da İngiltere, Fransa ve Rusya arasında gizlice onaylanmış ve Osmanlı Arap vilayetlerinin İngiltere ve Fransa’nın çıkarlarına göre bölünmesini öngörmüştü. 1917’de Rusya’da Bolşevik Devrimi yaşanırken, Lenin hükümetini Çarlık dönemi anlaşmalarından çekilip tüm gizli anlaşmaları açıklasa da Araplara verilen “birleşik bağımsız devlet” sözü çıkar çatışmaları arasında kaybolmuştu.
‘Haritayı uluslararası güçler değiştirebilir’
Son günlerde birçok eski diplomat, akademisyen ve saygın gazeteci Sykes-Picot’un sonuna yönelik tartışmalara katılıyor. Ancak bunun kısa bir süre içinde olacağını düşünen yok. New York Üniversitesi Uluslararası İlişkiler profesörü ve prestijli Ortadoğu uzmanı Alon Ben-Meir, bölgedeki birçok sorunun yapay sınırlardan kaynaklandığını belirterek, haritanın değişmesinin olası olduğunu söylüyor. Meir’e göre, ilk ihtimal Kuzey Irak, ikincisi de Suriye.
Brookings Doha Center üyesi siyaset bilimi profesörü F. Gregory Gause III ise Ortadoğu’da sınırların değişmeyeceğini söylüyor. Gause’ye göre, artık Ortadoğu’da; siyaset bilimci Robert Jackson’ın 1990 tarihli ‘sözde devletler’ (quasi states) tezinde olduğu gibi, “uluslarası alanda egemen olarak tanınsalar da fiilen kendi topraklarında kontrol sağlayamayan devletler” var olacak. Zira, ‘bölgesel ve uluslararası aktörlerin neredeyse hiçbiri aslında sınırların değişmesini istemiyor’.
‘San Remo’nun sonu’
“Sykes-Picot’un sonu mu” tartışması için Gause öncelikle, Fransa ve İngiltere’nin sınırları aslında San Remo’da çizdiğini belirterek “Tarihsel açıdan ‘San Remo’nun sonu’ demek” daha doğru olacaktır” diyor.
Gause sınırların neden değişmeyeceğini ise şöye açıklıyor:
“Haritada büyük bir değişikli sağlayacak Filistin devleti, 1999’da bile daha gerçekleşmeye daha yakındı. İkincisi, Irak devletinin yıkımı yeni değil, 1991’de Batı korumasındaki Kürt bölgesinin kurulması ile başladı. 20 yıldır Kürt yönetimi bir devletin sahip olduğu nerdeyse her şeye sahip ama yine de harita değişmedi. Kürt Yönetimi’nin etkin şekilde egemen ama uluslarası tanınmadan yoksun oluşu bizi ‘Sykes-Picot’un sonu’ savının en zayıf noktasına götürüyor. Osmanlı sonrası Arap dünyasını uluslararası güçler oluşturdu. Lübnan hükümeti 1975’te başlayan iç savaştan beri kendi topraklarının tamamında kontrole sahip değil. Ancak hiçbir devlet, Lübnan içinde ikinci bir devlet tanımış değil.
Uluslararsı destek alamayacağını bilen Kürt Yönetimi de Irak’ın içinde yer aldığı aldatmacasına devam edecek. Suriye, Lübnan gibi fiilen bölünebilir, ama hiçbir yabancı güç Suriye devletçiklerini tanımayacak. Fiili hükümetler değişebilir ama uluslararası sınırlar değişmeyecek.”
Anlaşmanın maddeleri
1. Rusya’ya, Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis ile Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmı,
2. Fransa’ya, Doğu Akdeniz bölgesi, Adana, Antep, Urfa, Diyarbakır, Musul ile Suriye kıyıları,
3. İngiltere’ye Hayfa ve Akka limanları, Bağdat ile Güney Mezopotamya verilecektir.
4. Fransa ile İngiltere’nin elde ettiği topraklarda Arap devletleri konfederasyonu veya Fransız ve İngiliz denetiminde tek bir Arap devleti kurulacak,
5. İskenderun serbest liman olacak,
6. Filistin’de, kutsal yerleşim yeri olması nedeniyle bir uluslararası yönetim kurulacaktır.
Arabistanlı Lawrence’ın rolü neydi?
1888’de Galler’de dünyaya gelen ve asıl adı Thomas Edward Lawrence olan “Arabistanlı Lawrence”, İngiliz Birleşik Krallığı’nda görev almış; arkeolog, askeri stratejist, casus ve yazardır. Osmanlı’ya karşı Arap isyanını örgütlemekte aktif rol almıştır.
Şerif Hüseyin’e Osmanlı’ya ayaklanması için yalan vaatlerde bulunduğu kabul edilse de bunların Lawrence’ın tarafından verildiği düşünülmüyor. O dönemde bağımsız ülke sözünü, Kahire’de İngiltere Yüksek Temsilcisi olan McMahon vermişti. Lawrence’ın işin içine girdiği tarih olan Ekim 1916 gizli anlama yapılmış, boş vaatler çoktan verilmişti. Lawrence İngilizler tarafından “Arabist” yani Arap yanlısı olarak adlandırılan kesimin içindeydi. Onlara verilen sözlerin gerçekten yerine getirilmesini istiyordu. Sykes-Picot anlaşmasıyla Suriye’nin Fransızlara verilmesine kesinlikle karşıydı. Sykes-Picot’a rağmen Faysal’ın Şam’ı alması için savaştı. Araplara verilen sözler tutulmadığı için şövalye unvanını reddetti. Lawrence kimilerine göre Arapların gerçekten bağımsız bir devlete sahip olmasını isteyen bir kahramandı, kimilerine göre ise diğer ülkelerin gidişatını değiştirebileceğini düşünen bir oryantalistten ileri değildi.