28.02.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:
Uzunca bir süredir, tenisin dün, bugün ve yarınına ilişkin çeşitli yazılar kaleme alırken fark ettim ki, az bilinen gerçeklere hiç değinmemişim.
Zihnimde oluşan farkındalık sonrasındaysa bu bilgileri yazmayı kendime bir görev edindim. Peki, nedir bu az bilinen tenis gerçekleri?
Şöyle sıralamaya başlayalım efendim... Örneğin, tenis ilk olarak Fransa’da yaygınlaşmaya başladıktan sonra hemen ardından İngiltere ve İtalya’da da kendini sevdirmeyi başarmış bir spor.
Tabii Avrupa’nın yağışlı havaları da dikkate alındığında, oluşturulan kapalı alanlar sayesinde tenis, hem açık hem de kapalı kortlarla birlikte hem saha hem salon sporu haline gelmiş.
Peki, tenis raketi bir anda mı ortaya çıktı? Elbette hayır...
Tenis sporu yeni yeni ortaya çıkmaya başlarken, ilk olarak raketler yerine insanlar topa avuçlarının iç kısımlarıyla vurmaya başlamış. Tabii bu söylediğim ortaçağda oluyor. 1500’lü yılların ikinci yarısında bugünkü tenis raketine benzeyen ilk raketler ortaya çıkmaya başladı.
Bir zamanlar raketlerin inek ve koyun bağırsaklarından yapıldığını da söylemeden edemeyeceğim.
En kısa maçı 1922’de yalnızca 23 dakikada biten tenisin en uzun karşılaşmasıysa 2010 yılında oynandı. John Isner ile Nicolas Mahut arasındaki mücadele ne kadar sürdü dersiniz? 2 saat! 5 saat! Bilemediniz efendim... Mücadele tam 11 saat 5 dakika sürdü. Tenisin en prestijli turnuvası olan Wimbledon ise 1877 yılında başladı, kadınların bu sporda “Ben de varım” demesi ise 1884’ü buluyor.
Öte yandan bugün Türkiye’de stadyum dendiğinde aklımıza hep futbol stadyumları gelir değil mi? Peki tenisin hiç mi büyük stadyumu yok? Elbette var. Amerika’daki Arthur Ashe Stadyumu, dünya çapındaki en büyük tenis stadyumudur. Yaklaşık 23 bin kişi alan bu stadyumda korta çıkmaksa büyük bir prestij göstergesidir. Arthur Ashe Stadyumu en büyük stadyum olma unvanını korurken, en eski kort ise Londra’da bulunmaktadır.
İşte, size tenisin tarihinden ve enlerinden minik bir demet...
Sporla kalın dostlar...