24.01.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:
Türkiye dışarda "krize aday ülke" olarak görülürken hükümet, atacağı her adımda ve yapacağı her açıklamada çok dikkatli olmak zorunda
Rudiger Dornbush, Amerika'nın sözü dinlenen ekonomistlerinden biri. Uluslararası iş aleminin izlediği dergilere, gazetelere ve bazı özel bültenlere yazdığı yazılar dikkatle izlenir. Dornbush'un bir ülke için verdiği hüküm piyasalarda ciddiye alınır.
Dornbush, aralık ayı ortalarında Koç Üniversitesi'nde bir konferans vermek üzere Türkiye'ye geldi. Konferansını izledim. Dornbush'a göre ABD ekonomisinin durumu çok sağlamdı, ABD bir durgunluğa ya da resesyona girmeyecekti ama Japonya'nın durumu kaygı vericiydi. Krize gebe ülkelerin başında ise Brezilya geliyordu. Brezilya'nın bir devalüasyona zorlanmasının artık kaçınılmaz olduğunu ileri süren Dornbush'un Türkiye'ye ilişkin değerlendirmesi de ne yazık ki pek iç açıcı değildi. Kendisiyle yaptığımız sohbette Türkiye'nin de yakın gelecekte bir devalüasyon şoku yaşayabileceğini ileri süren Dornbush'a bunun neden olası görünmediğini, bugünkü koşullarla 1994'deki koşulların farkını anlatmaya çalıştık ama o pek de ikna olmuş görünmedi.
Sıra Türkiye'de mi?
O günlerde özellikle Londra bankacılık çevrelerinde de Türkiye'nin devalüasyona gideceği söylentisi yaygınlaşmıştı. Havayı daha da bulandırmamak için Dornbush'un görüşlerini o günlerde yansıtmadım. Şimdi konuya dönüyorum çünkü önümde Dornbush'un TNRC adlı araştırma kuruluşunun Dünya Ekonomik Trendleri adlı yayınına yazdığı yazı var. Bu yayın da aralık tarihini taşıyor ve yazısında Brezilya'nın krizden kurtulamayacağını ayrıntılı bir analizle ortaya koyan Dornbush, Brezilya'dan sonra sıradaki ülkenin Türkiye olduğunu belirtiyor. Süregelen bütçe açıklarının ve yüksek reel faizlerin sorun yarattığını kaydeden Dornbush mevcut ortamda Türkiye'nin borçlarını çevirmesinin de çok zor olacağını ileri sürüyor. "Türkiye'deki gözlemciler sakin görünüyor ve Türkiye'nin bir yolunu bulup kriz şartlarından çıkmayı becerdiğini iddia ediyorlar ama bu tavır da bana Brezilya'yı hatırlatıyor", diyen Dornbush bu nedenle kaygılı olduğunu belirtiyor.
Brezilya ve Türkiye
Dornbush'un Türkiye'nin kendine özgü koşullarının ne kadar farkında olduğunu bilmiyorum ama Brezilya'ya ilişkin analizi, Dornbush'un kriz nedeni olarak gördüğü şartları ortaya koyuyor. Bunların başlıcaları şunlar:
* GSMH'nın %8'ine varan dev bütçe açığı
* Korkunç yüksek reel faizler
* Yüksek faizlerin etkisiyle giderek derinleşen bir resesyon
* Büyük miktarda ve kısa vadeli dış borç
* Büyük miktarda, kısa vadeli ve dolara endekslenmiş iç borç
* Aşırı değerlenmiş bir para
* Resesyon koşullarında bile büyümeye devam eden bir cari işlemler açığı
İlk üç maddede Brezilya ile Türkiye arasında ürkütücü bir benzerlik var; özellikle son iki maddede ise benzerlik fazla değil. Brezilya'nın parası(real) en az % 30 dolayında aşırı değerlenmişti ve ülkenin hatırı sayılır bir cari işlemler açığı vardı; buna karşılık Türk lirasının aşırı değerlenme oranı her halde % 5 - 6 mertebesinde, şimdilik ürkütücü boyutlarda bir cari işlem açığı yok.
Piyasalar ve hükümet
Dornbush gibilerin görüşlerini değerlendirirken unutulmaması gereken bir nokta da şu: siz eldeki verilere göre kendi durumunuzu sağlam görseniz bile piyasalar bunu böyle algılamıyorsa bu durum sizin için sorun yaratabiliyor çünkü dikkatle izlenen bir kurumun ya da analistin bir tahmini ya da değerlendirmesi bazen kendini doğrulayan kehanete dönüşebiliyor, "krize gebe" olduğu söylenen ülke biraz da bu nedenle krize girebiliyor. İşte bu nedenle Dornbush'un dile getirdiği kaygıların ardından Thomson Bankwatch'ın ve Standard % Poor's'un Türkiye ile ilgili "olumsuz" kanaat belirtmeleri önem taşıyor.
Şimdi reel ekonomisi daralan, banka sektörü üzerinde bulutlar dolaşan, bütçesi ortada kalmış ve sonucu belirsiz bir seçime giden ülke konumundaki Türkiye'nin dışarda yaratacağı görüntü daha da büyük önem kazanmış durumda. Bu ortamda atılacak birkaç yanlış adım, farklı yorumlara yol açacak bir - iki dikkatsiz açıklama olumsuz sonuçlara yol açabilir. Başbakan Ecevit'in Financial Times gazetesinde yayınlanan ve IMF'den acil destek("urgent assistance") istendiğini belirten açıklaması bunun bir örneğini oluşturuyor. Sayın Ecevit'in daha sonra düzeltmek gereğini duyduğu bu açıklama, Türkiye'nin IMF'den gelecek acil desteğe muhtaç durumda olduğu izlenimini yarattığı için sakıncalı bir nitelik taşıyor. Bu nedenle bundan sonra atılacak adımlarda ve yapılacak açıklamalarda çok dikkatli olmak gerekiyor.
Yabancılar ve yerliler
Bu arada Türkiye'nin durumu hakkında dışardan yapılan değerlendirmeler yalnızca dış yatırımcıların davranışını değil, Türkiye içindeki yatırımcıların portföy tercihlerini de etkileyebiliyor. Tıpkı 1994'de Türkiye'de olduğu gibi, şimdi Brezilya'da da bardağı taşıran damla, devalüasyon şoku beklentisine giren yerli para sahiplerinin dövize geçmesi ve büyük miktarlarda parayı ülke dışına çıkarması oldu. Dövize endeksli mevduatın TL. mevduattan fazla olduğu bir ülkede krizi ancak yabancıların yaratabileceğini sanmak her halde pek doğru değil.
Uzun lafın kısası, Türkiye dışardan bakanların gördüğü risklerin büyüdüğü bir ortamda seçime gidiyor. Bu risklerin krize yol açmaması için gerek Ecevit hükümetinin gerekse muhalefet partilerinin durumun gerektirdiği davranışları sergilemeleri büyük önem kazanıyor.
Her konuda olduğu gibi Ergun Balcı konusunda da söz söyleme yetkisini kendi tekelinde gören İlhan Selçuk ağabeyimiz her halde gene kızacak ama ben de, haddim olmayarak, Sevgili Ergun hakkında bir şeyler yazmak istiyorum.
Cumhuriyet'te on yıl, hemen hep komşu servislerde, komşu mekanlarda çalıştık Ergun'la. Onun kendine özgü davranışlarını biraz hayret biraz da gıptayla izlemek fırsatını bulanlardan biri de bendim.
Ergun'dan bende kalan izlenimi en güzel ifade edenlerden biri İlhan ağabey oldu. Ergun bana da, "uzak bir yıldızdan gezegenimize düşmüş biri gibi" gelirdi, "kimsenin erişemeyeceği, dokunamayacağı, ilişemeyeceği bir uzaklıkta ama yakın, dost, sıcak, insan."
İşte tam da bu nitelikleri nedeniyle bugün ona sahip çıkanların pek çoğuna hiç benzemezdi Ergun. Kişisel hırsları, birilerine tahakküm etme tutkusu yoktu.Doğruları kendi tekelinde görmezdi. Tam tersine, gerçek bir aydın tavrıyla, en hakim olduğu konuda bile bilgisini sınamak gereğini duyar, güvendiği kişilere sürekli danışırdı. Dünyadaki gelişmeleri yakından izler, hayata dar bir pencereden bakmazdı. Bu niteliklere sahip bir kişinin dogmatik izmlere takılıp kalması da düşünülemezdi.
O kendine özgü insanı hele tanımayanlara anlatmak olanaksız aslında. Gönlümüzdeki ve basındaki yeri boş kalacak. Ne yazık ki Ergun'a benzeyen birini bulmak çok zor.