16.11.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:
Yine bir Ramazan ayı... İstanbul Eminönü'ndeki Konyalı Lokantası'nın üst katında, özel bir grup iftar daveti için biraraya gelir. Davetin şeref konuğu dönemin Diyanet İşleri Başkanı Ömer Nasuhi Bilmen'dir. Diğer konuklar ise dini hassasiyetleri yüksek işadamlarıdır... Hazır, Nasuhi Bilmen'i bulmuşken dertlerini 'Hocam biz perişanız, faiz haram diye bankalardan kredi alamıyoruz. Rakiplerimiz büyürken, biz yerimizde sayıyoruz' diye dile getirirler. Hatta hızlarını alamayıp, Diyanet İşleri Başkanı'ndan faiz konusunda fetva isterler.
Ömer Nasuhi Bilmen, sakin bir ifadeyle konuklara döner ve şöyle der: Allah bunu yasaklamış. Ama siz derseniz ki; biz çok naçar durumdayız, mecbur kalıyoruz, kendi fetvanızı kendiniz verin o zaman. Yok fetvayı ben vereceğim, günahlar benim omzuma, kârlar sizin cebinize kalacak, olmaz!"
Sadece Türkiye'de değil, diğer İslam ülkelerinde de ekonomi alanında 'duayen' kabul edilen İslam gurusu Sabahaddin Zaim, 30 yıl önceki öyküyü 'gülerek' anlatıyor...
İki yakadan iki soru
O dönemde İslami hassasiyeti olanlara verilecek yanıt 'kendi fetvanı kendin ver'ken, imdada 1985 yılında kâr ortaklığı sistemi ile çalışan özel finans kurumları yetişti. Dönemin Başbakanı Turgut Özal'ın kanun hükmünde kararname ile kuruluşuna yeşil ışık yaktığı Albaraka Türk ve Faysal Finans, kendisini 'Müslüman işadamı' olarak tanımlayan çevreyle yoluna devam etti...
Bu kuruluşlar muhafazakâr çevreleri sevindirirken diğerlerini ürküttü. İki ayrı yakadan iki soru ortaya atıldı. 'Kapitalizmin dostu, İslam'ın düşmanı faizden kurtuluyor muyuz?' Ya da 'Türkiye İslam ekonomisiyle yönetilmeye doğru mu gidiyor?' Ancak aradan geçen zaman gösteriyordu ki, büyük krizle birlikte faizle çalışan bankalar gibi kâr ortaklığı ile çalışan özel finans kurumları da 'okkanın altına' girmişti. İhlas Finans ona inananlarla birlikte zor durumda kalıyor, Faysal Finans el değiştiriyordu...
Yani 2000'lere gelindiğinde Müslüman işadamları hâlâ 'Kendi fetvalarını kendileri vermek'' zorundaydı.
Liberalizmin Türkiye'deki başarısızlığı üstüne sayfalar döşendi. Ya Müslüman işadamlarının hayal kırıklığına ne demeli? Nasıl oldu da bunca umudun bağlandığı İslam ekonomisi motifleri Türkiye'de başarılı olmadı?..
Kolay cevap 'Türkiye'de İslam ekonomisi kurallara uygun olarak yaşanmadı' olabilir... Ama işin aslı öyle görünmüyor. Prof. Dr. Sabahaddin Zaim, kâr ortaklığı sistemine yıllarını vermiş ama diyor ki, "Maalesef devletin desteklemesine rağmen bu sistem, Sudan'da da, Pakistan'da da, İran'da da başarıya ulaşamadı."
'Güçlülerin kabul etmesi lazım'
Peki umutlar tükendi mi?.. Hayır! Zaim, biraz da ironik bir dille Önce ABD'de, daha sonra da Rusya'da İslam ekonomisinin uygulanmaya başlaması halinde, tüm dünyada aynı globalizm gibi İslam ekonomisi rüzgârının eseceğini düşünüyor... Umut umuttur diyelim ve sözü Zaim'e bırakalım:
"İslam ekonomisinin uygulanması için herkesin hakkına razı olması lazım. İslam ekonomisinin iki belli özelliği var. Faizin uygulanmaması ve zekât. Faizsiz bir ekonomi diyebilirsiniz ama neye dayanacak peki. Ne koyabilirsiniz faizin yerine? Koyabiliyor musun? Koyabilirsen olur. Kuran - ı Kerim'e göre zekât sadaka değildir. Fakirin zengindeki hakkıdır. İslam ekonomisinde, bu iki sistem temel taştır. Böyle bir dünyanın oluşması için en güçlü devletlerin bunu kabul etmesi gerekir. Bugün ABD bu sistemi uygulasa o zaman Rusya da uygular. Almanya, Fransa da uygular. Görüyoruz işte istedikleri zaman istediklerini yapıyorlar. Bir 'globalizm' dediler, dünyada estiler. Bugünkü teknoloji araçları ile yapılmayacak şey yok. Yeter ki onlar istesin."
AKP'nin faiz sorunu yok ama...
Bir gün Amerika yaklaşımını değiştirir mi, bilinmez ama 'ekonomi ve İslam' tartışmaları hâlâ sürüyor. Yine aynı çevrelerin iktidara taşıdığı AKP hükümetinin şimdilerde faizle ilgili bir sorunu olmadığı görünüyor. Ancak sorular, sorunlar ve çelişkiler devam ediyor. Tüm bunlar için artık eskiden olduğu gibi kâr ortaklığı sisteminin kurucularından Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın kapısı çalınmıyor. Muhafazakâr işadamları liberalizmin yerine ne konacak diye diğer guruların kapılarını aşındırıyorlar. Sabahaddin Zaim başta olmak üzere Prof. Ersin Nazif Gürdoğan, Prof. Dr. Mustafa Özel, Prof. Dr. Hayrettin Karaman, her çevrede 'İslam ekonomisi'ni yeniden tartışıyor.
İslami ekonomisi gurularının yaptıkları iş aslında liberal ekonominin danışmanlarından daha farklı değil. Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan, "Diğer ekonomist arkadaşlarımızdan daha farklı bir iş yapmıyoruz. Biz de ekonomi bilimiyle uğraşıyoruz. Sadece değerlerimiz farklı" diyor. Sabahaddin Zaim ise İslam ekonomistleri için 'karanlıkta göz kırpanlar' benzetmesini yapıyor.
Zaim, bu alanda çok yavaş ilerlediklerine inanıyor ve diyor ki "Biz karanlıkta gerekli hammaddeleri topluyoruz. Ancak bu hammadelerin üretime dönüştüğünü söylemek mümkün değil. Bu hammaddeler üretime dönüştürülsün ki, toplumda uygulanabilir reçeteler oluşsun."
Müslüman işadamları ne soruyor?
Ancak şimdilik ellerindekilerle idare etmek zorundalar. Anlattıklarına göre kendisini 'Müslüman' olarak tanımlayan işadamlarının ciddi rekabet sorunu var. Özellikle küçük ve orta boy işletmeler kaynak yaratma konusunda sıkıntı duyuyorlar ve faiz nedeniyle bankalara uğramıyorlar. Ancak rakiplerinin faizle ilgili bir sorunları olmadığı için kredi alıp büyürken, onlar özkaynaklar ile iş yapmaya çalışıyorlar. Bu da yetmiyor tabii ki. Sorunları sadece faiz de değil üstelik. Borsadan sigortaya, hatta girişimcilikten kaliteye, reklamdan kadın yöneticiye dek aradıkları pek çok yanıt var.
Bu 'hayati' sorunlarına çözüm üretmek, deyim yerindeyse 'içtihat' yapmak üzere başvurulan çok sayıda isim var: Bakan olduktan sonra bu işlerden şimdilik elini çekmiş olan ve bir 'düşünür' olarak da itibar sahibi Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet Aydın, bazı 'iç' anlaşmazlıklarda 'racon' kesmesi ile tanınan Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, hatta bazı durumlarda devreye giren Korkut Özal da bunlar arasında.
Mudarabe: Bir tarafın para, diğer tarafın ise emeğini koyarak ortak bir ticari faaliyet yapılmasına denir. Emek - sermaye şirketi denebilir. Zarar edilirse para koyan parasını, emek koyan da zaman ve emeğini kaybetmiş olur. Bugünkü İslam bankacılığında çok kullanılır.
Müşareke: İki tarafın ortaklık kurmasına denir. Sermaye sahibi ve emek sahibinin işi beraberce gerçekleştirmesine denir. Sermaye sahibi işin gerçekleştirilmesi aşamasında söz sahibi olur. Emek sahibi de bir miktar sermaye koyar. İşletmenin başındaki kişi yönetime katkısından dolayı bir pay alır ve geri kalan kâr sermayenin oranına göre dağıtılır. Eğer zarar olursa sermayeye göre önceden belirtilen şekliyle yansıtılır.
Murabaha: Bir malın peşin alınıp, üzerine kâr konulup vadeli satılmasına denir.
Riba: Faiz.
Mufavaza şirketleri: Ortakların koydukları sermaye mesuliyetleri de eşittir.
İnan şirketleri: Ortakların sermayeleri farklıdır ve mesuliyetleri sermayeleri nispetindedir.
Sermaye cinsi bakımından:
- Emval şirketleri: Bu tip şirkette sermaye para cinsindendir.
- Amal şirketleri: Bu tip şirkette sermaye ortaklarının çalışmalarıdır.
- Vücuh şirketleri: Ortaklar sermaye olarak itibarlarını koyarlar.
- Vezia satış: Zararına satış.
Kaynak: Ana Hatlarıyla İslam Ekonomisi Prof. Dr. Servet ARMAĞAN
Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan, 'Müslüman işadamı'nın karşılaştığı sorunlara yanıt aramak için başvurduğu önemli isimlerden biri. Kendisinden, bu çevrede başa çıkılamayan soruların yanıtlarını istedik.
Dünya globalleşti, büyük köye dönüştü. Bu çarşıda yer almak için dünya standartlarında üretim yapmak zorunlu hale geldi. Biz Türkiye'yiz, şartlarımız özel, biz çözeriz deme şansımız kalmadı.
Yaptığınız her işi uluslararası standartlarda yapmak zorunlu hale geldi. Bunu yapmadığınız zaman dünya pazarlarında yer alma şansınız yok. Ayrıca globalleşmenin getirdiği en önemli zorunluluklardan biri de farklılıklar. Farklı kültürler, farklı dinler, farklı ırklar, farklı toplumlarla karşılaşıyorlar.
Doğal olarak bu karşılaşmada İslam ekonomisi de değişiyor. Artık Müslümanım, Hıristiyanım, Yahudiyim ya da Budistim deyip, kendinizi soyutlamanız mümkün değil.
Aynı dünyada yaşıyorsunuz. Dolayısıyla kültürler arasında bir yarış da başladı. Kültürlerin savaş aracı geçmişte olduğu gibi ordular değil de orduların yerine firmalar, örgütler, aydınlar geçiyor, medya geçiyor. Ve burada da yarış önem kazanıyor.
Daha doğrusu kaliteli üretimde, kusursuzluğu yakalamada yarış önem kazanıyor. Bu bağlamda Huntington çok eleştirilmesine rağmen, bir ölçüde doğru şeyler de söylüyor. Savaş var ama cephelerin yerine pazarlar geçmiş. Bu yapılanmada Müslüman, Türk ya da Batı dünyası, Uzakdoğu, Çin, Hindistan herkes pazarda kendisine sağlam bir yer tutmak için yarışıyor. Belki dinler buna bir arka plan, kültürel bir dayanak hazırlıyor. '
Böylesi bir ortamda bu firmaların da karşılaştıkları problemler önemli. Çünkü, bu firmaların da kendi içlerine çekilmesi artık mümkün değil. Dış pazarlara açılmak yeni pazarlar bulmak zorundalar. Ürünlerinin en azından Avrupa standartları kalitesinde olması fiyatlarının da en azından diyelim Pasifik ülkeleriyle rekabet edecek durumda olması gerekir. Bir kere kalitede ciddi problemleri var, fiyat, pazarlama, teknolojiyi izleme sorunları var. Bu sorunlara kendi değerleri içinde çözüm arıyorlar. Bu firmalar üretim yaparken kendi değerleri içinde üretim yapmayı ilke olarak kabul etmişler.
Müslümanlıkta hanımlar bile tüccar
Bir kere ana ölçü, İslam ilkelerinin belirlediği alanlarda üretim yapma durumunda olmalarıdır. Nedir bunlar? Çok açık olarak haram kabul edilen ürünleri üretmemektir. Domuz etine dayalı bir sanayi kurmayı düşünmezler ve alkollü bir ürün üretmeyi çok akıllarından geçirmezler.
Önemli göstergelerinden biri mümkün olduğu kadar faizsiz kaynak bulmaya gayret etmeleridir. Onların bu ihtiyaçlarına cevap vermek için 80'li yıllardan beri Türkiye'de de özel finans kurumları var. Bu firmalar için ayrıca fazla gösteriş yapmayan fazla öne çıkmak istemeyen firmalar diyebiliriz.
Bir kere her firmanın yeniden yapılandırma ihtiyacı var, global dünyadaki gelişmelere ayak uydurmalarına yönelik çalışma yapıyoruz. Yeni finansman kaynakları, yeni pazarlar bulma, kaliteyi artırma çalışmaları.
Her firmanın kalite sorunu var. Sadece ürünlerinin kalitesi değil, yönetimlerinin kalitesi, hizmetlerinin, fabrikalarının kalitesi, firmanın her alandaki kalitesi, toplam kalite yönetimi sorunları var.
O konuda yardımcı oluyorum. İnsan kaynakları problemi var. Çünkü firmalara artık sadece sermaye, üretim yetmiyor.
Bu üretimi yapacak, yeni pazarları bulacak, kalitesini artıracak, iyi eğitim almış, vizyon sahibi, dünyadaki gelişmeleri iyi takip edecek insanlara ihtiyaç var.
Müslümanlıkta hanımlar bile tüccar, Hz. Hatice en büyük tüccardı. Buna rağmen bizim kültürümüzde ticaret çok hafife alınmış, bırakın hanımları beyler bile hafife almış. O yüzden de ekonomimiz başarılı olmamış.
Ticaret küçümsenmiş, üretim hafife alınmış. Devlet memuru olmaya özenilmiş. O yüzden Ankara bağımlısı, devlet bağımlısı bir toplum oluşmuş. Hanımlara gelince, hanımların uzak kalması beynimizin yarısını kullanmadığımız anlamına geliyor ki, bu iyi bir şey değil.
Sanayileşme oldukça gelişiyor. Yukarıda belirttiğim ana çerçeve içinde kalmak kaydı ile. Özellikle konfeksiyonda, makine imalatında, küçük imalat sektörü dallarında, inşaat ve gıdada kayda değer yatırımlar var. Antep'te, Çorum'da, Denizli'de, Kayseri'de oldukça başarılı firmalar var.
Orada bazı büyük sıkıntılar yaşandı. Tasfiye olanlar oldu, dağılanlar oldu.
Beykent Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Özel, 'İktisat ve Din' isimli kitabında, İslami inançla ekonomik ilişkiler arasındaki sorunları tartışıyor. Özel'e göre faiz İslam dünyasında her zaman vardı. Osmanlı'da da Şeyh ül İslam, yüzde 15'e kadar faize izin vermişti. Özel'in sorularımıza yanıtları şöyle:
Siyasal İslam ya da light İslam gibi kavramların hiçbiri Türkiye'de üretilmiş kavramlar değildir. Bu tanımlar bizi kategorize etmek için kullanılıyor. 'Hiçbir gerçeklik payı yoktur' diyemeyiz. Fakat kendimizi isimlendirmek ve kendi iç mücadelemizi anlamlandırmak için yabancıların hiçbir tanımına ihtiyacımız olmadığını düşünüyorum. AKP, giderek dindarlaşan siyaset yolundaki son noktadır. Bu da 'Menderes, Demirel, Özal ve Tayyip Erdoğan'dır. Yani, 80 yıl önceki konjonktürel sapmanın düzelişidir. Light İslam ve siyasal İslam demek Türkler'i, Türkiye'yi ve Türkiye'nin dünyadaki ve İslam dünyasındaki yerini küçümsemektir.
Değil, daha doğrusu, bir İngiliz felsefecinin dediği gibi 'medeniyet başa gelmiş bir şeydir.' Yani bu alın yazımız. Kapitalist sistemin, ister ulusal, ister küresel bağlamda faizci yönelişinden soyutlanamayız. Kapitalist sistem bugün finans kapitalizmi safhasındadır. 21. yüzyılda bir günlük mal ticareti dünyada 20 milyar dolardır. Ama bir günlük para hacmi, sınırlar ötesi döviz işlem hacmi, yaklaşık 3 trilyon dolardır. Yani iki - iki buçuk günlük para ticareti bir yıllık mal ticaretine eşit. Böyle bir sistem ve bunun ana felsefesi faizi dünyanın herhangi bir yerinden kaldırmanız, elimine etmeniz mümkün değildir. Kalkacaksa o kendi çelişkileriyle kalkacaktır.
Kendi ülkemize dönecek olursak, bütün muhasebe sistemi faize dayalı. Yani siz şu ya da bu şekilde karşı olsanız bile bırakın ulusal sistemin bütününden kaldırmayı, kendi şirketinizi bile faizle iştigal etmekten alıkoymanız zor bir süreçtir. Faiz, teorik düzeyde tartışılabilir. Tarihsel olarak tartışılabilir. İslam dünyasında ben faizin tarihsel boyunca olmadığı kanaatinde değilim. Faiz her zaman olmuştur. Osmanlı döneminde de faiz her zaman olmuştur. Şeyh ül İslam yüzde 15'e kadar faiz normaldir fetvasını vermiştir. Bunu kabul etmeyen ulema da olmuştur elbette.
Dolayısıyla faiz netice itibariyle borçlanma ilişkisinden doğan bir şey. Benim tasarruf ettiğim paranın girişimciler tarafından kullanılmasıdır. Eğer bunu kullanacak olan girişimciler emniyetli, güvenebileceğim insanlar olsaydı, kazançlarını benimle paylaşmaya arzulu olsalardı belki faiz olmayacaktı. Tefeciler, bankacılar gibi aracılar olmayacaktı. Faiz insanın tabiatından zorunlu olarak çıkan bir şey. Önlemenin yolu faizi yasaklamak değildir. İnsanların gerçekten kardeş olabilecekleri, birbirine itimat edebilecekleri toplumu oluşturmaktır. Siz bana öyle bir toplumsal yapıyı gösterin ben orada faizi yasaklarım.
Dünyada da, Türkiye'de de aldıkları pay yüzde 2 - 3 düzeyinde. Dünyada yaygınlaşamamasının sebebi çok basit. 15 milyar İslam dünyasının bir yılda ürettiği servet 1.5 - 2 trilyon doları bulmaz. Bu da 40 trilyon dolarlık dünya serveti içinde yüzde 5 civarındadır. Yani ürettikleri servetle bir sistem oluşturmaya çalışıyorlar, bir kere bununla irtibatlıdır. Ulusal sistem içerisinde ise siyasi mekanizmanın size nasıl baktığı önemlidir. Böyle bir sistemin İran'da, Pakistan'da yüzde kaç pay tuttuğuna bakmak lazım. Orada da yüzde 100, yüzde 80 değildir ama yüzde 2, yüzde 3 de değildir. Ama devlet desteklediği zaman payı yükselir. Bunun için bizdekilerin alabilecekleri kadar payı aldıklarını düşünüyorum. Daha ileri gitselerdi tuhaf olurdu.
Sağdan, soldan, dinden radikalizm dünya tarihinin güzel bir lekesidir. Bir toplum radikallerini sevdiği, onlarla başa çıkabildiği ölçüde güzel bir toplum olur. Radikaller hiçbir zaman bir toplumu sürükleme noktasına gelemezler. Geldiklerinde de bir yerlerde kötü bir şey yapmışlardır. İsrail ve AB, radikallerine en çok hoşgörü gösteren, onlara gülümseyebilen, olgun toplumlardır. Radikallik marjinal bir tutum olarak her zaman olmuştur, her zaman olacaktır. Güzel ve diriltici, uyuşukluğu giderici tarafları vardır. Radikalliği tepesine binilmesi gereken bir şey olarak görenler suçluluk psikolojisi yaşayanlardır
Sigortaya karşı olmak mantıklı değil
Borsada ütülmeden yatırım yapabilen yapsın. Ben herkese söylüyorum; ben iktisat hocasıyım, ekonomiyle içli dışlıyım, bugüne kadar hiç hisse senedi almadım. Türkiye'de hisse senedi almak için hep yanlış zamanlar seçiliyor. Borsanın zirve yaptığı zamanlar hisse alınıyor, sonra bırakamıyorlar ve dibe vurduğu zaman zararla çıkıyorlar. Türkiye'de halkın borsayla ilişkisi, büyük soyulma ilişkisidir.
Sigortaya gelince. Adamın dedesi, babası çalışmış, kendi çalışmış bir fabrika yapmış. Diyorlar ki: Yıllık satışının binde birini yatırırsan eğer, yangın olur, deprem olur, en azından telafi edersin. Hayır, bu caiz değildir deniyor. Ben fetva makamı değilim ama bu bana mantıklı gelmiyor. Esnaf loncalarının da emniyet sandıkları vardı. Orada toplanan birikim acil bir ihtiyaç olduğunda ihtiyacı olan için kullanılırdı. Bu sigorta değil midir? Yani biz toplumda dindar olalım olmayalım, mahallemizi örgütlemişsek, cemaatimizi örgütlemişsek, bu tür telafi edici durumlarda çözüm buluyorsak, bu durumda sigorta şirketlerine ihtiyaç yok.
Devlet, İslami hassasiyetlerin gerektirdiği özellikleri taşıyan sigorta şirketlerinin kurulmasına izin vermiyorsa, devleti eleştirelim. Bu ayrı bir şey. Ama kendimiz bir şey önermeden, sigortayı büsbütün reddetmek bana anlamlı gelmiyor. 1910'ların İslamcı yazarlarına bakıyorum.
Birisi diyor ki "Adam koskoca yalı yapmış. Allah korusun diye bir yazı yazmış. Kardeşim bu yazının altına bir de sigorta şirketinin tabelasını koysana. Haşa, Allah senin bekçin mi?" Sigorta olmazsa insanları çaresizliğe mahkûm edersiniz.
Prof. Dr. Sabahaddin Zaim ABD'deki yeni ekonominin yıldızı Bill Gates'in aslında İslam ekonomisinin mudarebe yönteminden doğduğunu söylüyor. Emek - sermaye şirketi olarak tanımlanan mudarebede iki taraf da riski ve kârı paylaşıyor.
Zaim, Silikon Vadisi'ndeki girişimcileri destekleyen risk sermayesi sisteminin apaçık müdarebe sistemi olduğunu belirterek şöyle diyor: "Bill Gates'ler böyle doğarken, İslam Kalkınma Bankası'nda ve diğer İslam ülkelerinde işin aslını oluşturan 'mudarebe sistemi' uygulanamadı."
Kayıtdışı ekonomisi büyük olan, enflasyonu yüksek ve enflasyon muhasebesi olmayan bir ekonomide tabii ki uygulanamazdı. Kayıtdışı tutulan deftere mi yoksa maliye için hazırlanan deftere mi inanacaksınız da kârı ya da zararı paylaşacaksınız? Olmadı tabii.
Dünya nüfusunun 1.2 milyarı Müslüman. Uluslararası Araştırma Enstitüsü'nün (IRR) verilerine göre, dünyanın en hızlı büyüyen finans sektörü olan 'İslami finans'ta yılda 250 milyar dolardan fazla para yönetiliyor. Yapılan araştırmalar bu paranın yılda ortalama yüzde 15 gibi bir hızla büyüdüğünü gösteriyor. Ancak faiz dışı endüstri, milyarlarca dolarlık sermayesine rağmen bunları yatıracak İslami kriterlere uygun yer bulmakta zorluk çekiyor.
Bu parayı kontrol altına almak için dünyanın önemli finans merkezlerinde İslami finans enstrümanları oluşturulmaya çalışılıyor. Örneğin ABD'de 1999 yılının Şubat ayında Dow Jones, İslami Borsa Endeksi kurdu. Yine 1999 yılında Financial Times FTSE Global Islamic Index'i kurdu. Geçtiğimiz yıllarda da Deutsche Bank İslami sermayeyi çekebilmek için İslami fonlar oluşturdu.
Uzmanlara göre İslam ülkelerinin hiçbirisinde tam bir İslami ekonomi düzeni yok. Bu ülkelerin bazılarında petrolden sağlanan büyük kaynakların, üretken olmayan harcamalardan artan kısmı İslam ülkeleri dışındaki 'yabancı' fonlarda nemalandırılıyor.
BUSINESS
Akbank'ta zorlu bir kaptan, Türk filmi izlerken ağlayacak kadar da duygusal
Adem, Adam ve İslami gurular
Tayyör, ekimde nasıl zam şampiyonu oldu?
Sadece ihracat yapmıyorlar pazarları ele geçiriyorlar
İnternet toplumsal iletişim kalıplarında devrim başlattı
Üniversite gençliği 'iş etiği'ne nasıl bakıyor?
M. Ali Susam, rakı konuşulunca bir açılıyor, bir açılıyor...
ABD de islam ekonomisini kabul ederse tamam inşallah
Yağda hilenin bini bir para
Ucuz diye evlerde çalıştırılan yabancı uyrukluyu bildirmeyene ağır ceza var
Filo şirketleri taşısın siz işinize odaklanın...
Dağlardaki otelci
Ne zaman Kansas oluruz?
Sanal alemin kralı söylüyor: müşteri e - nimetimizdir
Taktığını bitirdi, bakalım Bush'u da bitirebilecek mi?
Avrupa Komisyonu İtalyan futbolunun parasına bakacak
Sanal alemin kralı söylüyor: müşteri e - nimetimizdir