07.02.2017 - 12:34 | Son Güncellenme:
O yüzden eksi 30 derece soğukta en yakın yola ulaşmak için iki – üç kilometre yürümek zorunda kalıyorlar. Muş’un Varto ilçesine bağlı Bingöl Çay’ı kenarına kurulan Kalecik köyü Muştaklı mezrasındaki köylüler işte tam da bunu yaşıyor.
Okula ya da hastaneye yetişmek için kilometrelerce yolu bazen at sırtında, bazen kızakla, bazen de yürüyerek aşmaya çalışıyorlar.
Onlar elektriğin olmadığı tek göz oda evlerinde lavaşın yanına katık ettikleri çökelekle ve bir bardak çayla karınlarını doyuruyorlar. Ama yaşadıkları tüm zorluklara rağmen şikâyet etmiyorlar.
Üstelik bu yıl yapılan TEOG sınavının birincisi de bu mezradan çıkmış.
Bir kısmı hayvancılık yapıyor bir kısmı da köyün sığırlarına çoban gidiyor. Çocuğu, genci, yaşlısı hepsinin bir isteği var, köylerine yol yapılması. Milliyet olarak Muştaklı köylülerinin kar altındaki çilesine tanık olduk.
Çavuş Dağı’nın kuzeydoğu eteklerine kurulmuş Muş, çetin bir coğrafyaya ve sert bir iklime sahip. Kışın eksi 30 dereceye kadar düşen sıcaklık ve yoğun kar yağışı yaşamı adeta felç ediyor. Özellikle ücra köylerde yaşam, bu aylarda zorlaşıyor. Yollar kapanıyor, sular donuyor, elektrikler kesiliyor. Hastalıkların artığı bu mevsimde hastaneye gitmek köylüler için işkenceye dönüşüyor.
Her kar yağışında yolları açılırsa şanslılar, çünkü yolların açılması için günlerce beklemek zorundalar. Yolu olan köylerde hal böyleyken bir de hiç yolu olmayan köyler var ki durum daha da vahim. Varto’ya bağlı Kalecik köyü Muştaklı mezrası da işte bunlardan biri. Mezranın henüz bir yolu yok, dolayısıyla köy ile bağlantısı da.
Kış, Muştaklı mezrasındakiler için “beyaz çile” demek. Yaklaşık 50 nüfuslu mezrada sekiz hane bulunuyor. Ancak evlerde elektrik ve su sürekli olarak kesintiye uğruyor. Köylülerin en büyük sıkıntısı yolun olmayışı ve buna elektrik - su kesintisi de eklenince en temel ihtiyaçlar karşılanamaz hale geliyor. Türkiye’nin doğusundaki bu manzara insanı gerçekten hayrete düşürüyor.
Geçtiğimiz hafta, ajanslar Varto’ya bağlı Muştaklı mezrasının yolu olmadığı yönünde haber geçti. Bunun üzerine köylülerin yaşamına tanık olmak için İstanbul’dan Muş’a geldim. Karlarla kaplı bembeyaz bir şehir karşıladı beni. Yaz aylarında kahverengiden yeşile doğru renk değiştiren heybetli dağlar, şimdi göz alıcı bir beyazlıktaydı. Nereye çevirsem başımı, etrafımı çepeçevre sarmış bir hayalet gibi o bembeyaz dağları görüyordum. Soğuğa rağmen manzara öyle güzeldi ki… Bir yandan da yağış aralıksız devam ediyordu. Hava sıcaklığı sıfırın altında 10’ları gösteriyordu. Muş’a gelir gelmez, Varto’ya oradan da Kalecik köyüne doğru yola çıktım. Varto’ya varmama 10 kilometre kalmıştı ki kar yağışı tipiye dönüşünce yol tamamen kapandı.
Karayollarına ait greyderlerin yol açma çalışmaları aralıksız devam etmesine rağmen yoğun yağışın etkisiyle arabayla kara saplanıp oracıkta kalakaldım. Bir süre çaresiz bekledikten sonra neyse ki imdadıma karayollarına ait bir greyder operatörü ve yanındaki görevli yetişti. “Varto’ya bu havada gidemezsin” deyince istemeye istemeye geri dönüşe geçtim. Ancak bu kez de dönüş yolunda kara saplandım. Gelen giden de yoktu, ne yapacağımı düşünürken “Aracı tek başıma kurtarabilirim” düşüncesiyle aşağıya indim ama etkisini sürekli artıran tipi suratıma tokat gibi çarpıyordu. Nefes almak neredeyse imkansızdı. Arabanın içinde beklerken yakıtımın ne zaman biteceğini hesaplamaya başladım.
Yanımda bir birkaç gün yetecek kadar su ve yiyecek vardı ancak soğuğa ne kadar dayanabilirdim? Aklımdan bunlar geçerken bu kez imdadıma elektrik arızaları için ring atan bir ekip yetişti. Ekip, aracımı saplandığı yerden kurtardı ve beni bir süre de arkadan takip etti. Başladığım yere geri dönmüştüm. O geceyi Muş’ta geçirdim. Sabah erkenden de yeniden Varto’ya doğru yola koyuldum. Yoğun sis nedeniyle yer yer sıfıra düşen görüş mesafesine aldırış etmeden sonunda ilçeye ulaştım. İstikametim Kalecik köyüydü.
Ancak kar, buradaki en büyük engeldi. Bir kilometre kadar ilerledim ama bir kez daha kar engeline takıldım. Yerleşim merkezine yakındım ama saplandığı yerden aracımı çıkarmam için saatlerce yardım beklemek zorunda kaldım. Yine akşam olmuştu ve ben yaklaşık 12 kilometre mesafede olan Kalecik köyüne bugün de gidememiştim.
Artık köyle hiçbir bağlantım kalmamıştı. Yolu kapalı olan köyün elektrikleri de fırtınanın etkisiyle kesilince telefonla sağladığım iletişimim koptu. Zira yolu kapalı olan köyün elektrikleri de fırtınanın etkisiyle kesilmişti. Hava kararınca sıcaklık, eksi 30’lara kadar düştü. Çaresizlik içinde başarısızlığımı kabul edip tekrar Muş’a döndüm.
Ertesi gün bir kez daha köye ulaşmak için sabahın erken saatlerinde yola düştüm. Murat Nehri’nin yüzeyinden duman gibi çıkan yoğun sis karayoluna çöreklenmişti. Varto’ya geldiğimde ilk iş, İlçe Özel İdare Müdürlüğü’ne uğrayıp yolun açılıp açılmayacağını sormak oldu. Görevli gün içinde yolun mutlaka açılacağını söyleyince rahat bir nefes aldım ve sevinerek yola koyuldum. Hava açıktı ve geçen günlere göre kısmen sıcak sayılırdı. Eksi 17 derece, bu mevsimde sıcak kabul ediliyordu.
Öğlen saatlerinde yolun açılması için beklediğim greyder gelince onun peşine takıldım. Sonunda köye varmıştım. Çok geçmeden Kalecik köyü muhtarı Fadıl Özçelik ile beyaz örtüyle kaplı vadide buluştum. Gördüklerime inanmam biraz zordu, gözümün alabildiğine her yer beyazdı. Bingöl Çayı’nın hemen yanı başına kurulu mezra, adeta kar altında kaybolmuştu.
Muhtarla birlikte mezraya doğru yola koyulduk. Güneşli havaya rağmen ayaz suratımıza çarpıyordu. Yer yer insan boyunu aşan karda rahat yürüyebilmek için muhtarın ayak izlerini takip ediyordum. Mezraya ulaşabilmek demek iki kilometre yolu yaya yürümek demekti. Ancak kısmen sertleşmiş karda bata çıka yürümek, o iki kilometre yolu 20 kilometre gibi hissettiriyordu.
Mezraya vardığımızda bizi ilk karşılayan beş çocuk babası 66 yaşındaki Şemsettin Özçelik oluyor ve hemen evine davet ediyor. Mezra halkının misafirperverliği kadar sıcakkanlılığı da dikkatimi çekiyor. Ben öyle düşünmesem de İstanbul’dan onlar için buraya gelmemi büyük bir lütuf olarak kabul ediyorlar. Her fırsatta minnetini dile getiren Özçelik, mezrada yaşadığı imkansızlıkları anlatırken sık sık kesilen elektrik ve yolun olmayışından şikâyet ediyor. Laf bir şekilde referanduma gelince de düşünmeden, “evet” oyu vereceğini söylemesi oldukça ilgimi çekiyor. Elektrik, yol, su gibi temel hizmetlerin olmadığı mezrada nasıl bu kadar net olabiliyor şaşırıyorum.
Sebebini sorduğumda da şöyle bir cevap veriyor, “Delikanlı, bu ülke büyük badireler atlattı. Bize hizmet gelir. Her şey devletimizin gücüyle alakalı. Ülkede her ilde havaalanı var, üniversite var, hastane var. Bunları yapan bir hükümet bizi kötüye değil iyiye götürür”
Mezranın bekçisi iki çoban köpeğinin sinirli havlayışlarına aldırış etmeden bir başka eve giderken atıyla saman taşıyan bir çocuğu gösteren muhtar bana dönerek, “Köyümüzün gururu bu çocuktur” diyor. Yasin, henüz 15 yaşında ama biraz konuşunca çileli hayatın onu nasıl da olgunlaştırdığına şahit oluyorum. Varto’da Yatılı Bölge Okulu 8’nci sınıf öğrencisi, Muş’un TEOG birincisi Yasin Özçelik’e bir dokunuyor bin ah işitiyorum, “Bir gün bile rahat yüzü görmedim” diyerek söze başlayan bu zeki çocuk, her hafta köyüne geldiğini ancak yolu olmayan evine ulaşmanın nasıl çileye döndüğünü anlatıyor.
En büyük hayalinin doktor olmak olduğunu söyleyen Yasin, “İki tane küçük kardeşim var, mezramızda da en az 20 öğrenci. Onlar da benim gibi tatil günlerinde köye gelirken karda, fırtınada yürümek zorunda kalıyorlar. Oyun oynamak, gezmek bize haram edilmiş sanki. Maddi imkânımız yok. Çobanlık yaparak bizi okutmaya çalışan babamın bizim için yaptıklarının karşılığını ancak tıp fakültesini kazanırsam ödemiş olduğuma inanacağım” diye konuşuyor.
Bu mezrada hayat gerçekten de hiç kolay değil. Kan kanseri olan da diyaliz ve kalp hastası olan da yolu olmayan bu mezrada yaz kış ilkel şartlarda hastanelere taşınıyor. Mezraya geldiğimin ikinci saatinde hastanedeki rutin muayenesinden kızakla mezraya getirilen 64 yaşındaki Fatma Özçelik’in dramına üzüntü içinde şahitlik ediyorum. Kan kanseri olduğunu öğrendiğim beş çocuk annesi bu talihsiz kadın, en yakın yola kadar kızakla götürülüyor ve oradan da geri dönüşte kızakla alınıp mezraya getiriliyor. Kendisiyle konuşmaya çalışıyorum, Türkçe bilmediği için iletişim kuramıyoruz. Ancak mezradakilerin söylediğine göre her şeye rağmen bu haline şükrediyormuş.
Ben, kanserli Fatma nineyle konuşmaya çalışırken muhtar telaşla evine doğru koşuyor. Merak ederek peşinden gidiyorum, 13 yaşındaki oğlu Diyar’ın ateşinin yükseldiğini söylüyor. Ayakta duramayacak kadar hasta olan Diyar’ın acilen hastaneye götürülmesi gerekiyor ancak mezranın tek kızağı o sırada Fatma teyzeye hizmet veriyor. Yaşadıklarımın bir filmden ibaret olduğu sanrısına kapılarak dalmış olmalıyım ki, “Ağam, ağam ocağına düştük ağam…” diye yakaran muhtarın sesiyle irkiliyorum.
Bana, “Ağam” diye hitap etmesi bölgeye has bir hitap şekli. Zaman kaybetmeden Diyar’ı sırtına alan muhtarın beline kadar yükselen karlara bata çıka yürüyüşünü ömrüm boyunca hafızamdan çıkaramayacağım.
“Ambulans çağırsak da bu havada o gelene kadar biz daha önce hastaneye varırız” düşüncesiyle otomobile kadar yürüdükten sonra Varto Devlet Hastanesi’ne geliyoruz. Yüksek ateş ve üst solunum yolu enfeksiyonu geçiren Diyar’a verilen serum onu adeta hayata döndürüyor.