02.02.2010 - 01:06 | Son Güncellenme:
ÖZGÜRLÜK TUTKUNU BASIN DEVRİMCİSİ: ABDİ İPEKÇİ / ÖNAY YILMAZ / SERHAT OĞUZ - 2
Milliyet gazetesi, Abdi İpekçi’den önce de vardı. Ancak 1 Ekim 1954 hem yeni Milliyet’in hem de Abdi İpekçi’nin Türk basınında sarsılmaz bir noktaya yükselişinin ilk günü oldu. Milliyet hem içerik hem de görsel açıdan farklı, yenilikçi ve modern bir gazete olmuş, okuyucunun da desteğini kısa sürede kazanmıştı. Üstelik başında yaşı sadece 24 olan, genç bir isim vardı: Abdi İpekçi.
Karacan iddialı başladı
Sayısız gazete çıkarıp batıran ünlü gazeteci Ali Naci Karacan, 1948 yılında İsviçre’den yurda döndüğünde yeniden Babıâli’ye girme kararı vermişti. 1950’de Milliyet’in isim hakkını Arif Oruç’tan satın aldı ve gazeteyi hemen çıkarmaya karar verdi. 1951 yılına gelindiğinde gazete iyi kötü çıkıyordu. Ali Naci Karacan, Milliyet’in ancak kendi binasında, kendi makinesinde basılması ve güçlü bir kadroya sahip olması durumunda büyük gazeteler arasına gireceğini iyi biliyordu. Bir gün oğlu Ercüment’i çağırarak ona bu düşüncesini anlattı. Daha sonra baba oğul bu düşüncelerini yaşama geçirmeye başladı. Para bulunmuş, yeni Milliyet için seferberlik ilan edilmişti. Gazetenin birinci sayfasına her gün yeni Milliyet’i tanıtan anonslar konuyordu.
Kore’de gelen teklif
Bu arada yönetici arayışlarına geçilmişti. Ercüment Karacan o sıralarda Babıâli’nin en modern gazetesi olan İstanbul Ekspres’i kimin yaptığını da merak ediyordu. Robert Koleji’nden arkadaşı Altemur Kılıç’ı aradı ve kendisiyle görüşmek istediğini söyledi. Odada Ali Naci Karacan da vardı. Altemur Kılıç gelemeyeceğini söyleyince, gazetenin başına kimi önerebileceğini sordular. Kılıç iki isim vermişti. Bunlardan biri Abdi İpekçi’ydi ancak Kore’de askerdi. Diğer isim olan Osman Karaca kendisine yapılan teklifi İstanbul Ekspres’ten ayrılmayı düşünmediğini belirterek kibarca geri çevirmişti. Karaca, teklifi Abdi İpekçi’ye iletebileceğini, yakında Kore’den geleceğini söylemişti Karacanlara. Kore’den askerlerin döndüğü gün İpekçi’yi karşılayan Osman Karaca, Milliyet’in teklifini İpekçi’ye iletti.
Modern bir gazete planı
Bir süre sonra Osman Karaca ile Molla Fenari Sokak’taki Milliyet’in yolunu tuttular. İpekçi ile Karaca’yı baba oğul Karacan’lar karşıladı. Yeni bir gazete çıkarmak istediklerini, her şeyin hazır olduğunu, sadece direksiyona geçecek kişinin eksik olduğunu anlattılar. İpekçi heyecanla, kafasındaki yeni gazeteyi gayet akıcı ve etkileyici bir şekilde anlatmaya başladı. İpekçi’nin bu açıklamaları Karacan’lar üzerinde olumlu bir etki yaptı. İpekçi tam da Ali Naci Karacan’ın düşündüklerini söylemişti. “Evet Abdi, biz de bunun için hemen kolları sıvamanı istiyoruz. 1 Ekim 1954 günü gazete önümde olmalı.”
İpekçi gazeteden çıkarken mutluluktan uçuyordu adeta. Bu arada İpekçi ile Karaca çıktıktan sonra Ali Naci Karacan şunları mırıldandı:
“Yahu monşer çok genç. 24 yaşında bir adam, nasıl yapacak acaba? Yapabilir mi?”
Spor yayınında devrim
Amacı dinamik bir gazete yapmaktı. Bir de iyi fotoğraf kullanmayı düşünüyordu. Başyazı kesin olarak birinci sayfada bitecekti. Siyasi haberlerin yanında mutlaka sıcak, okuru ilgilendirecek bir konu da olacaktı. Arka sayfayı spora ayırmayı aklına koymuştu. Tam sayfa spor, o güne kadar Babıâli’de olmayan, alışılmamış bir olaydı. Maç resimleri mutlaka golleri gösterecekti. Bunu foto muhabirlerine uzun uzun anlatmayı düşünüyordu. Elindeki zengin yazar kadrosunu sayfalara serpiştirmek istiyordu. Böylece her sayfanın bir lokomotifi olmasını planlıyordu.
İkinci sayfaya Peyami Safa, üçüncü sayfaya Refi Cevat Ulunay, beşinci sayfaya Reşat Ekrem Koçu’yu koyacaktı. Bunların hepsi de o zamanın en popüler yazarlarıydı. Dinamik haberlerle de desteklendiği zaman iç sayfalar daha okunur olacaktı. Magazin ilavesinin kadınlara ve çocuklara yönelik olmasını amaçlıyordu. Bu nedenle karikatürlere ağırlık verecekti. Bedri Koraman, Oğuz Aral ve Osman Er’e karikatürler çizdirecekti. Eki renkli yapmayı düşünüyordu.
İlk baskı 117 bin 500
Artık zaman daralıyordu. Zaman daraldıkça da heyecan artıyordu. Yeni Milliyet makinenin ağzından dökülmeye başlanmıştı. Herkes heyecanla bekliyordu. Abdi İpekçi’nin yarattığı Milliyet Babıâli’ye doğmuştu.
İlk gazete 117 bin 500 adet basılmış ve bir hafta içinde 56 bine oturmuştu. Milliyet artık büyük gazeteler safındaki yerini almaya hazırdı. Yıllar içinde bu yerini daha da sağlamlaştırmış ve genişletmişti.
Hasan Pulur:
Sonuna kadar uzlaşmadan yanaydı
“1 Mart 1958’den vefatına kadar, askerliğim dışında beraber çalıştık. Askerliğimi İstanbul’da yaptım, gece gelip çalışıyordum. En büyük özelliği, ne pahasına olursa olsun, atlama pahasına bile doğru yazmaktı, bunun için iki tarafı dinlemeyi şart koşardı.
Frenklerin ‘double check’ dedikleri bir tekerleme vardır, yerden göğe bin küp dizmişler. En alttaki küpü çekmişler. Seyreyle o zaman gümbürtüyü. O küpü çekince ne olduğunu gördük işte. Sorumsuzluk hâkim oldu. Bazı haberlerin sonunda Milliyet’in notu vardı. İşte şu beyle şu konuda konuşmak istedik konuşamadık. Onun için bu haberi eksik olarak yayımlıyoruz diye. Abdi İpekçi bir ekoldü. Abdi İpekçi ekolü denilirdi. Hiçbir şeyi beğendiremezdik. Beğenmemesinin sebebi eziyet olsun diye değil, daha iyisi olsun diyeydi.
Hüseyin Kırcalı (foto muhabiri) ‘Siyah çekiyorum beyaz diyor, beyaz çekiyorum siyah diyor, lacivert mi çekeyim’ diyordu. Seyahati çok severdi, iyi yaşamayı severdi. Ceset fotoğrafı kullanılmasını istemezdi. ‘İnsan sabah gazeteyi aldığında yüreğini kaldıracak görüntüler olmamalı’ derdi.
Spor müsabakalarında oyunculara yıldız verilmesini de o başlatmıştı. İki türlü hayatı vardı. Geceleri arkadaşlarıyla çok eglenceli bir hayatı vardı. Ama gündüz çok az gülerdi. Uzlaşmadan, sonuna kadar uzlaşmadan yanaydı.”
Doğan Heper:
Mütevazı bir yaşantısı vardı arabasını kendi kullanırdı
Abdi İpekçi’nin en büyük özelliği içte ve dışta bir basın otoritesi olarak tanınmasıdır. Milliyet ile Abdi Bey’in yarışında Abdi Bey bir adım öndeydi. Hâlâ onun yeri basında doldurulamadı. Hem etik bakımdan, hem de yurtiçi ve yurtdışında tanınması bakımından. Ama bu otorite mütevazı bir otoriteydi.
Abdi Bey öyle bir adamdı ki, bugün olsa o gün yaptığı Milliyet’i beğenmez yenisini yapardı. Zamana ayak uydurmasını bilen biriydi, yenilikçiydi.
Varlıklı biri değildi, mütevazı bir yaşantısı vardı. Önceleri tek kapılı kaplumbağa Volkswagen otomobili vardı, kendisi kullanırdı. Sonra otomobili borçla alınmış, küçük bir BMW oldu. Bir gün enstitüde bana, ‘Bugün dersi sen anlat’ dedi. Ben de iyi bir gazetecide olması gereken özellikleri anlatırken adeta onu tarif etmeye başlamıştım. İyi gazeteci olmak için, iyi sayfa çizmek, iyi köşe yazarı, iyi muhabir olmak gerektiğini söylüyordum. Bana müdahale ederek, ‘Dur. İleri gittin, bunlardan birini iyi yapmak iyi gazeteci olmak için yeterli, hepsi zor yapılır’ dedi. Halbuki ben onu tarif ediyordum. Çünkü o hem iyi sayfa yapıyor, hem iyi köşe yazıyor hem de muhabirlik yapıyordu. O gün bana hâlâ unutamadığım bir ders vermişti.
Abdi Bey’in hızı, hırsı, etik kurallara bağlılığı, yenilikçiliği, herkeste olmayan niteliklerdi. Biz, merdivenden inerken gazetede değişiklik yapmayı ondan öğrendik. Rakibi yoktu, adeta kendi kendiyle yarışıyordu. Onun gazeteciliğini izlemek bir okul kadar faydalıydı.
Gazetede büyük küçük bakmadan çalışanları için haksızlıklar karşısında çok adildi. Bir aile babası gibiydi. Ama resmi, ciddi bir aile babası. Abdi Bey’e bir şey beğendirmek o kadar kolay değildi. Beğenmediği zaman diliyle yanağını şişirirdi.
Tufan Türenç:
Gazetede bir aile havası yarattı
Stajyer muhabir olarak 1968’de girdiği Milliyet’te 18 yıl aralıksız çalışan Tufan Türenç, Abdi İpekçi’nin hayatını, meslektaşı Erhan Akyıldız’la beraber “Bir Gazetecinin Hayatı” adıyla kitaplaştırdı. Türenç’in İpekçi hakkındaki düşünceleri şöyle:
“Abdi Bey uzaktan otorite kurardı. Çok az kişi ile muhatap olurdu. Gazetenin genel stratejisini verir, sonra da gazete çıkana kadar karışmazdı. Gazete çıkınca da eline alır, kırmızı kalemle hatalı gördüğü yerleri işaretler, düzeltilmesini isterdi. Gazetede bir aile havası yaratmıştı. Bir gün arkadaşımız Nilüfer Yalçın balık yerken kılçık yutmuş, o kılçık gitmiş ciğerine saplanmış ve iltihap yapmış, ölüyor. İlacı bulunmazsa ölecek. Hepimiz başta Abdi Bey olmak üzere saat gece on birde gazeteye geldik. İlaç Türkiye’de yok. İlaç bir Fransız ilacı. Bütün ilaç firmalarını ayaklandırdık. Her yeri arıyoruz yok, her olasılığı değerlendiriyoruz. Ancak çare bulamıyoruz. Sonunda Demirel’e ulaşıldı. Onun aracılığıyla askeri uçak gece Fransa’ya yollandı ve ilaç öyle temin edildi. Bu herkese kapıcıdan tutun da en tepedeki adam için de yapılırdı. Başbakan veya Cumhurbaşkanı diyelim ki Almanya’ya gidecek, Abdi Bey ondan önce giderdi. Alman başbakanı, dışişleri bakanı, cumhurbaşkanı ile röportajlar yapardı. Bizim hariciyeden oranın Türkiye ile ilgili bütün eğilimlerini, düşüncelerini öğrenir, ona göre hazırlık yaparlardı.”
Altan Öymen:
Basın Ahlak Yasası’nın öncüsüydü
“Meslekte teorik olarak var olan ama uygulaması pek olmayan bazı ilkeleri titizlikle, sistematik olarak basına yerleştirdi. Bunlar, haberde farklı görüşlere yer verilmesi, itham edilen kişilerin görüşlerinin de alınması gibi ilkelerdi. Yorumlar özgür olacak ama dayandığı veriler gerçek olacaktı. Bunun yanında gazeteci ustalığı vardı. Gazeteyi her açıdan okunur hale getirdi. Özetlersek, Abdi İpekçi, ideal gazetecilik ilkelerini yerleştirmeye, uygulamaya ve uygulatmaya gayret etti. Gazetesini daha okunur hale getirdi. En çok satan gazeteler arasına soktu. Onun gelişiyle tarafsız, bağımsız, aynı zamanda çok okunan, çok cazip bir gazete oldu. Abdi İpekçi’nin en önemli öncülüğünden biri de Türk basınına Basın Ahlak Yasası’nı getirmek oldu. Milliyet gazetesi 1960’ta Milliyet yazısının altına Basın Ahlak Yasası’na uymayı kabul ettiğini belirten bir ibare koydu. Bu yasayı kabul etmek demek, ‘Eğer biri hakkında haksız bir yayın yapmışsam, haksızlık yaptığım kişinin görüşlerini aynen yayımlayacağım’ demekti. Sonra birçok gazete bu ahlak yasasına uymayı kabul etti. 1960’lı yıllarda bir Milliyet Anayasası yaptı. Bu anayasadaki ilkeler şöyleydi: Milliyet Atatürkçüdür, milliyetçidir, din ve vicdan hürriyetini savunur, demokrasiye inanır, toplumcudur, karma ekonomiden yanadır, bağımsızdır. Karma ekonomi ilkesi zamanla geçerliliğini yitirmişti.”
Yarın: İpekçi Türk basınına damgasını vurdu