Gündem Ahirete olan inanç dünya hayatına anlam kazandırır

Ahirete olan inanç dünya hayatına anlam kazandırır

15.05.2019 - 01:30 | Son Güncellenme:

Hz. Muhammed, ‘dünyanın, ahiretin tarlası’ olduğunu bildirmiştir. Amel defteri diye adlandırdığımız kayıtlar mahşerde insanların eline tutuşturulacaktır. Bu inanca göre hiçbir şey unutulmayacaktır

Ahirete olan inanç dünya hayatına anlam kazandırır

Ahirete olan inanç dünya hayatına anlam kazandırır
Kuran-ı Kerim’de çeşitli ayetlerde ahirete iman açık ve kesin bir şekilde ifade edilmiştir. Bu açıklamalara göre dünya hayatı geçici, ahiret hayatı ise kalıcıdır. İnancımıza göre dünya hayatı bir imtihan yeridir. İnsanlar tek tip olmadığı gibi sosyal statü bakımından da birbirinin aynı değildir. Kimi zengin kimi fakir, kimi sağlıklı kimi hasta, kimi itaatkâr kimi asi olarak hayat sürmektedir. İnsanlar içinde haklılar ve haksızlar, adaletli olanlar ve zalimler, haddini bilenler ve haddi aşanlar bulunmaktadır.

Haberin Devamı

Bunların çoğu eşitlenmeden ve belli bir sulha bağlanmadan dünya hayatı sonlanacak ve insanlar Allah Teâlâ’nın huzuruna haklı veya haksız olarak çıkacaklardır. Sonra da dünya hayatındaki haksızlık ve haddi aşmaların cezasının, işlenen iyiliklerin ise ödülünün verilmesi için ilahi adalet divanı kurulacak, herkes birbiri ile hesaplaşacak, haklı ile haksız ayırt edilecek ve insanlara yaptıklarının durumuna göre muamele edilecektir. Böyle bir adalet gününün olmaması durumunda güçlü ve zalimlerin yapıp ettikleri yanlarına kâr kalacak, mazlumun dünyadaki mağduriyeti ahirette de devam edecek ve adalet hiçbir zaman gerçekleşmemiş olacaktır.

Mazlumlar konuyu, adalet terazisinin konulacağı ve haklı ile haksızın ayrıştırılacağı ahiret gününe havale etmektedir. Bu sayede dünya, insanların birbirlerinden intikam aldıkları bir arena olmaktan kurtulmaktadır.

Haberin Devamı

Hz. Peygamber “dünyanın ahiretin tarlası” olduğunu bildirmiştir. İnancımıza göre insanların dünyada yapıp ettiklerinin tümü tespit edilmektedir.

Yaptırımları manevidir

Amel defteri diye adlandırdığımız kayıtlar mahşerde insanların eline tutuşturulacaktır. Bu inanca göre yapıp edilen hiçbir şey kaybolmayacak, unutulmayacak ve ihmal edilmeyecektir. Bilindiği üzere ahlak davranışları yasalara değil; hak, adalet, merhamet gibi manevi kurallara dayanan hususlardır. Bunlar manevi olduğu gibi yaptırımları da manevidir. Manevi yaptırımların en güçlüsü ise Allah rızası ve korkusundan kaynaklanan cennet nimetlerine ulaşma ve cehennem azabından korunma duygusudur.

Kuran-ı Kerim’in beyan ettiği üzere cehenneme girmelerine karar verilenler büyük bir pişmanlık duyarak dünyadaki yanlışlarını telafi etmek üzere dünyaya tekrar gönderilmeyi temenni edecekler fakat onlara böyle bir fırsat verilmeyecektir. Aynı şekilde cennet de emsali görülmemiş nimetlerden oluşmaktadır. Bunlara kavuşma arzusu da önemli bir motivasyondur. Bir mümin cehennem azabından uzak kalmanın ve cennet nimetlerine ulaşmanın yolunun dünyada yapıp ettiklerine bağlı olduğunu hatırladığında elbette kendini kötülüklerden uzak tutmaya ve iyi bir insan olmaya gayret edecektir. Bu yaptırım, onun için zabıta gücünden ve hapishanede yatmaktan daha etkilidir.

Haberin Devamı

Kendini hesaba çeker

Kuran-ı Kerim’de ilahi adalet divanının kurulacağı şöyle haber verilmektedir: “Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyenlerle bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar! Allah gökleri ve yeri yerli yerince yaratmıştır. Böylece herkes kazancına göre karşılık görür. Onlara haksızlık edilmez.” (Câsiye 45/21-22.) Ahiret, Cenab-ı Hakk’ın bizim için öngördüğü son duraktır.

Allah Teâlâ, dünyada bizi imtihan etmekte, iyi-kötü, doğru-yanlış, haklı-haksız birçok şeyle karşılaşmaktayız. Yapıp ettiklerimizin burada kalmayacağını, yenilen hakların, işlenen zulümlerin hesabının bir gün sorulacağını ve bunun telafisinin olmayacağını biliyoruz. Bu durum, inanan insanın üzerinde dünyevi hiçbir yaptırımla mukayese edilmeyecek kadar etkili olmaktadır. Ahiret inancı polis, zabıta, mahkeme gibi şeylerin korkusu olmadan insanın kendi kendini kontrol etmesini sağlar. Böyle bir inanca sahip olan keyfî davranmaz, hesabını veremeyeceği hareketleri işlemez. Hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çeker, kendi kendini kontrol eder. Bu inanç ve sorumluluk anlayışı inananları hakka ve hukuka riayet etmeye sevk eder.

Haberin Devamı

Hz. Muhammed’in duası

Öte yandan insan, dünya hayatında sınırlı bir süre yaşadıktan sonra buradan ayrılmaktadır. Çoğu zaman özlemlerini, sevdiklerini, mal ve mülkünü geride bırakarak ahirete göçmektedir. Aslında anne, baba, eş, evlat gibi sevdiklerini kaybetme insan üzerinde telafisi imkânsız üzüntü ve stresler oluşturmaktadır. Ancak o, ölümün mutlak yokluk olmadığını, bir gün sevdikleri ile tekrar buluşacağını düşündüğünde kendine gelmekte, hayata tutunmaya başlamaktadır.

Ayrıca ahirette karşılaşılacak olan cehennem korkusu ve cennet özlemi, insanı dünya hayatını iyi değerlendirmeye ve Allah’ın rızasına uygun yaşamaya sevk etmektedir. Dünyadan ahirete uzanan yolculukta yapacağımız en güzel dua Efendimizin duası olacaktır: “Ey kalpleri halden hale dönüştüren! Kalbimi dinin üzere sabit kıl.” (Diyanet Aylık Dergi, sayı: 339’dan yararlanılmıştır).

Haberin Devamı

Peygamber’in dilinden iyilik ve kötülüğün tanımı

Ma’bed oğlu Vabisa, hicretin dokuzuncu senesinde, kabilesinden on kişilik bir heyetle Medine’ye gelip Müslüman olmuştu. Medine’de kalacağı süre zarfında nelerin sevap nelerin günah olduğunu eksiksiz olarak öğrenip dönmek istiyordu. Bu amaçla doğruca Resülullah’a gitti. Peygamberimiz (sav), “Yaklaş ey Vabisa! Yaklaş ey Vabisa! dedi.

Bunun üzerine dizi dizine değecek kadar yakınına gelen Vabisa henüz sorusunu sormadan Allah Resulü şöyle buyurdu: “Bana sormaya geldiğin şeyin ne olduğunu sana haber vereyim mi?” Vabisa, “(Evet) ver ey Allah’ın Resulü” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Bana iyilik ve kötülük (sevap ve günah) hakkında sormaya mı geldin?” dedi. Vabisa, “Evet” diye cevap verdi. Üç parmağını birleştirerek Vabisa’nın göğsüne vuran Resulullah (sav), “Kendine danış ey Vabisa! İyilik, gönlünün huzur bulduğu ve içine sinen şeydir; kötülük ise insanlar ona onay verseler bile gönlünü huzursuz eden ve içinde bir kuşku bırakan şeydir.” (Darimi, Büyu, 2).

Ahirete olan inanç dünya hayatına anlam kazandırır
Yeni Valide Camii

İstanbul Eminönü’nde Mısır Çarşısı’nın karşısında bulunan Yeni Valide Camii Külliyesi, Osmanlı tarihi boyunca yapımı en uzun süren külliye olma özelliğine sahiptir. III. Murat’ın karısı Safiye Sultan adına 1589 yılında inşaatına başlanmış ve yapımı bir süre durdurulduktan sonra 1661 yılında IV. Mehmet’in annesi Valide Turhan Sultan tarafından yapımına tekrardan başlanmış ve 1663 yılında bir cuma namazı ile açılmıştır.

Yeni Cami Külliyesi inşasının uzun yıllar sürmesi, farklı mimarların yapıda payının olmasına sebep olmuştur. İlk yapılanmaya Mimar Sinan’ın talebesi Davut Ağa ile başlanmış, Dalgıç Ahmet Ağa’yla devam edilmiş ve tamamlamak yarım yüzyıl sonra Mustafa Ağa’ya nasip olmuştur. Yeni Valide Camii Külliyesi’nin ana yapıları cami, Mısır Çarşısı, türbe ve hünkâr kasrıdır.

Yeni Cami’nin mimarlarından Davut Ağa’nın, Mimar Sinan’ın öğrencilerinden olması, Yeni Cami’de Şehzadebaşı Camii’nin etkisinin görülmesine sebep olmuştur. Bir ana kubbe etrafında, aynı çapta dört yarım kubbeyle çevrili olan cami tavanı, irili ufaklı birçok kubbeyle örtülmüştür. Yeni Cami’nin üç şerefeli iki minaresi ve yirmi iki küçük kubbesi olan avlu çerçevesinin; üç farklı yönde, kubbeli üç girişi vardır. Bu geniş avlunun ortasında, kubbeli ve mermerden zarif bir şadırvan bulunur.

Sıbyan Mektebi yıktırıldı

Cami bezemelerinde Osmanlı klasik mimari anlayışından belirgin sapmalar olmamış ve caminin dış avlu duvarı 19 yüzyılın ikinci yarısında, artan Eminönü trafiğini rahatlatmak için yıktırılmıştır. Külliyenin darülkurrasıyla Sıbyan Mektebi de sonraki dönemlerde yıktırılmıştır.

Yeni Cami`nin planı, Mimar Sinan`ın Şehzade Camii`nde kullandığı planın daha ayrıntılı bir şeklidir ve ortada büyük bir kubbeyi tutan dört ayak ile, yanlarda dört yarım kubbeden meydana gelmiştir. Kare bir alanı kaplayan bu merkezî kubbe ile dört yarım kubbenin köşelerinde kalan boşluklar, küçük tam kubbelerle örtülmüştür. Cami alçak bir yerde kurulduğu için, oldukça yüksek bir su basmanın üstüne inşa edilmiştir. Buraya merdivenlerle çıkılmakta ve cümle kapılarından içeriye girilmektedir.

Bir hadis

Resulullah (sav) bir gün yanındakilere, “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu. Ashabı, “Bize göre müflis, parası ve malı olmayan kimsedir.” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekatla gelir. Aynı zamanda şuna sövmüş, buna iftira etmiş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş ve şunu dövmüş bir halde gelir. Bunun üzerine iyiliklerinin sevabı şuna buna verilir. Üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yüklenir. Sonra da cehenneme atılır.” buyurdu. (Müslim, Birr, 59).

İKİ SORU İKİ CEVAP

- Tedavi maksadı ile cilde sürülen ilaç gibi maddeler abdeste engel olur mu?

Abdest alırken yıkanması gereken bir organın üzerine tedavi maksadıyla sürülen ancak tabaka oluşturan merhem vb. maddelerin yıkanması, tedaviye engel teşkil etmiyorsa, bu organın yıkanması gerekir. Eğer yıkamak zarar veriyorsa, ıslak elle üzerine mesh edilir. Mesh etmek de zararlı ise o da terk edilir. Bu maddeler deri üzerinde bir tabaka oluşturmuyorsa, abdest geçerlidir.

- Abdestli olup olmadığını unutan ya da abdestinden şüphe eden bir kimse ne yapmalıdır?

Bir kimse abdest aldığından emin olduğu halde, abdestini bozup bozmadığı konusunda şüpheye düşerse, o kimse abdestli sayılır. Öte yandan abdestini bozduğunu bildiği halde, sonradan abdest alıp almadığından şüphe eden kimse ise abdestsiz sayılır. Çünkü kesin olarak bilinen bir şey şüphe ile ortadan kalkmaz.