17.03.2008 - 00:02 | Son Güncellenme:
Soru Cevap: Devrim Sevimay / Fotoğraflar: MUSTAFA İSTEMİ
SORU-CEVAP’IN KONUĞU PROF.DR. AYŞE AKIN
Prof. Dr. Ayşe Akın’ın mesleki biyografisi sayfalar tutunca biz içinden sadece konumuzla ilgili olanları seçmek zorunda kaldık: Akın, 1941- Erzincan doğumlu. İÜ Tıp Fakültesi mezunu. İngiltere’de epidemiyoloji , demografi ve üreme sağlığı üzerine eğitim aldı. Çat’taki sağlık ocağı tabipliğinden Çubuk Devlet Hastanesi Başhekimliği’ne kadar her sınıf ve yaştan binlerce üreme sağlığı vakasıyla karşılaştı. Çok sayıda uluslararası konferansta ve Dünya Sağlık Asamblesinde Türkiye’yi temsil etti. Dünya Sağlık Örgütü, BM Nüfus Fonu ve UNICEF’in pek çok projesini yürüttü. Pekin ve Kahire konferanslarına katıldı. Uluslararası Nüfus Programları Yönetim Konseyi Yönetim Kurulu Üyesi. AKP’nin kapatmayı planladığı iddia edilen Sağlık Bakanlığı’na bağlı Eski Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürü. DSÖ’nün Eski Avrupa Bölgesi Daimi Komite Başkanı. Halen Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve H.Ü. Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama (HÜKSAM) Müdürü . Akın, Milli Güvenlik Konseyi’nin 1983’te kabul ettiği kürtaja da izin veren yasanın mimarlarından.
- Başbakan’ın ağzından “En az 3 çocuk” lafını duyunca ilk ne düşündünüz?
Önce çok şaşırdım. Sonra düşündüm; acaba nereden çıktı bu “3” rakamı diye… Hemen bilimsel olarak bir hesap yaptım kafamdan ve büyük bir olasılıkla biri Sayın Başbakana eksik bilgi vermiş, dedim.
- Yaptığınız o hesap ne diyor?
Doğurganlığını hiç artırmadan aynen bu şekilde, yani toplam 2.2’lik doğurganlık hızıyla devam ettiği sürece en az 30 yıl Türkiye’nin doğurganlığında hiçbir azalma olmaz. Çünkü Türkiye’deki genç nüfus büyük bir paya sahip. Ancak belki 30 yıl sonra bu lafı etmemiz lazım gelebilir, ama bugün değil.
- 30 yıl sonra ne olabilir?
Bence bu 2.2 hızla gerek olmaz, ama eğer olursa da ancak 30 yıl sonraki Başbakanımız çıkıp “3 çocuk” diyebilir. Çünkü böylece doğurganlık hızı replasman düzeyinde korunmuş olur. Bunun anlamı, ölenin yerine konur ve nüfusunuz 70 milyonlarda sabitlenir. Fakat şimdi buna gerçekten ihtiyaç yok.
- Ama Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu dedi ki, “Nüfus artış hızımız 1.8; Norveç, İsveç düzeyinde”?
Çok doğru değil, çünkü nüfus artış hızında 1’e kadar yolunuz var. Gelişmiş ülkelerde bu oran 1 buçuğun altında.
- Sağlık Bakanı Recep Akdağ da “3 çocuktan az olursa nüfus yaşlanır” diyor?..
O da doğru değil, çünkü bugün bizim yaşlı nüfusumuz en fazla yüzde 5–6 civarında. Bu oran yüzde 10’u geçene kadar endişelenecek hiçbir durum yok, ki zaten Türkiye için yakın gelecekte bu oranın büyümesini isteseniz bile mümkün değil. Çünkü sizin şu anda nüfusunuzun yüzde 50’si 25 yaşın altında.
- Yine Akdağ Japonya’yı örnek gösteriyor; “Gelişmiş, modern bir ülke, ama artık nüfus planlaması yapmıyor” diyor?
Ben hiçbir gelişmiş ülke bilmiyorum ki nüfus planlaması yapmasın. Japonya’nın yaşlı nüfusu yaklaşık yüzde 15 olduğu için yaşlı nüfusuna bakım imkanları arıyor, o kadar. Yoksa halkının üreme konusundaki hakkını kullandırmayan ülkenin adı asla “gelişmiş” olamaz.
- Ama zaten Akdağ’ın sözleri Japonya’yla sınırlı değil; Sağlık Bakanı, “Hiçbir modern çağdaş ülkede nüfus planlaması, doğum kontrolü gibi ifadeler kullanılmıyor. Bunun çağdaş ismi üreme sağlığıdır” diyor?..
Şimdi birincisi, “üreme sağlığı” kavramının içeriğini Sayın Bakana iyi bir anlatmak lazım. Bu kavram ilk kez 1994’te Kahire’deki konferansta dile getirildi. Konferansa ben de katıldığım için hangi tartışmalarla, ne tür sonuçlara varıldığını iyi biliyorum. Kavram, kesinlikle aile planlamasını da içeriyor. Deniyor ki, “Üreme sağlığı, insanların tatmin edici ve güvenli bir cinsel yaşama, üreme yeteneğine sahip olmaları ve bunu ne zaman ve nasıl kullanacakları konusunda karar verme özgürlüğüne sahip olmaları anlamına gelir.”
- Peki, ama biri de çıkıp şunu diyebilir: Çok çocuk sahibi olmak isteyenler de var… Bu da üreme sağlığına girmiyor mu?
Biz ona karışmıyoruz, isterse altı, isterse sekiz doğursun. Ama bu durum, aile planlamasına ihtiyacı sonlandırmıyor. En son yapılan Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmasına göre Türkiye’de “artık çocuk istemeyen, ama hiç korunmayan” oran yüzde 6. “Artık çocuk istemeyen ve etkisiz yöntemle korunan” oran yüzde 28 buçuk. Demek ki bizim ülkemizde 100 aileden 34 buçuğu aile planlaması istiyor, ama biz devlet olarak bu isteği karşılayamıyoruz. Türkiye’de etkili yöntemle korunan oran ise sadece yüzde 43. Şimdi böyle bir ülkede ben aile planlamasından konuşmayayım mı? Toplumun talep ettiği bu hizmeti vermeyeyim mi?
- Ama işte Bakan da diyor ki, modern ülkelerde aile planlaması, doğum kontrolü diye bir laf konuşulmuyor?..
Lafı önemli değil, o ülkelerde hizmeti var. Doğum kontrolü olmasa hiç nüfus artış hızları yüzde 1’lere kadar iner mi? Üstelik o ülkelerdeki kadının statüsüyle bizim ülkemizdeki kadının statüsü bir mi? O ülkelerde kadın istemezse çocuğu olmaz, ama bizim ülkemizde kadın istemese de oluyor.
- Peki Bakan Çubukçu’nun verdiği örneğe ne diyeceksiniz; Tony Blair’in sık sık “Nüfusu artırın” demesine?..
Çok normal, çünkü İngiltere’de de yaşlı nüfus yüzde 10’ları geçmiş vaziyette. Ayrıca daha önemli bir şey var: İngiltere’de genellikle zengin aileler 3’ten fazla çocuk sahibi olur. Geçim sıkıntısı çeken ailelerin ise çoğu ya tek çocukludur ya da hiç yapmazlar.
- HAK-İŞ Başkanı Salim Uslu meseleye ekonomik açıdan yaklaşıyor. Uslu’ya göre Türkiye’de 20-25 yıl sonra sosyal sigorta sistemindeki dengelerin korunması ve genç iş gücünün iş ihtiyacını karşılaması için nüfus artışı gerekiyor.
Hiç alakası yok. Siz bugün mevcut nüfusunuza iş bulamıyorsunuz ki… Ekonomik gelir getiren işlerde çalışan erkekler de azalıyor, kadınlar daha beter azalıyor. Bunun nüfusla, yaşlanmayla değil, doğrudan istihdamla ve sizin planlı programlı davranmamanızla alakası var.
- Ama Uslu “istihdam ve sosyal güvenlik sorunu hallolursa, işte o zaman sorun çıkar” diyor.
Yine çıkmaz, çünkü dediğim gibi toplam doğurganlık hızınız 2.2 olduğu sürece zaten nüfusunuzda endişelenmeyi gerektirecek bir sorun yok.
- “Çok çocuk” fikrini savunan bir gerekçe de Atatürk’ten… Deniyor ki, Atatürk de hızlı bir nüfus artışı istemişti ve o zaman kimse “Atatürk kadınları eve kapatmak istiyor” dememişti?..
Doğru, Atatürk nüfus artsın istemişti, ama bunu istediğinde nüfusumuz 13 milyondu. Erkek nüfusun çoğu savaşlarda ölmüştü. Dolayısıyla Atatürk o dönemin en doğru nüfus politikasını savunmuştu. O Atatürk ki, 1920’de Sağlık Bakanlığını kurduğunda daha Avrupa’da iki tane vardı; üçüncüsü bizimkiydi. Ve emin olun eğer yaşasaydı bizim nüfus planlamasına geçmemiz için de 1965’leri beklemez, 1940’larda geçerdi. Çünkü 1940’larda bizim doğurganlığımız zaten çok aşırı artmıştı ve yeterliydi.
- Peki tüm bu itirazlarınızın sonunda ilk sorumuzu tekrarlayalım: Sizce Başbakan Erdoğan hiç gerekmediği halde niçin “En az 3 çocuk” dedi?
Başbakan bu tür sözleri daha önce de söyledi, ama şimdi bir rakam verdiği için ben gerçekten yanlış bilgilendirilmiş olabileceğini düşünüyorum. O yüzden de doğrusu şöyle olsa çok iyi olurdu diye düşünmeden edemiyorum: Bu önemli mevkilerdeki insanların etrafında keşke vicdanlı, bilimsel, aklı başında, ülkesini seven, konulara geniş açıdan bakabilen danışman ve uzmanlar bulunsa… O zaman belki de ülke böylesine gereksiz suni gündemlerle işgal edilmemiş olur ve pek çok sorunu da hiç yaşamazdık bile.
3 ÖLÜM SEBEBİ: KİBRİT ÇÖPÜ, EBEGÜMECİ VE TAVUK TELEĞİ
“Nüfus artışının teşvik edildiği yıllarda istenmeyen gebelikler nedeniyle anne ölümleri o kadar artmıştı ki sonunda 1965’te 557 sayılı nüfus planlaması yasası çıkarıldı. Ama bu yasadan sonra dahi kadınlarımız istemedikleri gebeliklerini çok ilkel yöntemlerle bitirmeye mecbur kaldılar. Özellikle aile planlamasının iyi uygulanmayan yörelerimizde kibrit çöpü, ebegümeci ya da tavuk teleğiyle bile düşük yapanlar vardı. Hiç unutmam, bana böyle üç vaka gelmişti ve üçü de idrar çıkartamıyordu. Sarılıkları had safhadaydı. Sonunda üçü de öldü.”
İSLAM DİNİ AİLE PLANLAMASINA İZİN VERİYOR
- Aile planlamasında din ne kadar etkili bir faktör?
1975’te Fişek ve Kişnişçi hocalarımla bir Türkiye araştırması yapmıştık. Henüz kürtaj yasal değildi ve düşük hızını inceledik. Gördük ki beş vakit namazını kılan, dindar kadınlarımız da isteyerek düşük yapıyor, dini gerekleri o kadar da yerine getirmeyen kadınlarımız da… Aralarında da düşük hızı yönünden hiç fark yoktu. Çünkü bizim toplumumuz öbür dünyayla bu dünyayı hep ayırmıştır. Tabii bu bahsettiğim 70’ler…
- Sonra ne oldu?
Özellikle 1980’den sonra dini dünya işlerine karıştırma eğilimi çok arttı. Hatta 1985’lerde çok acı bir olay yaşamıştım; bizim uyguladığımız rahim içi aracı bir başka doktor, üstelik kadın, “Günah, öbür tarafa imansız gidersin” diye hastadan çıkarmış. Sonra o kadıncağız istenmeyen bir hamilelik daha yaşıyor ve kontrolsüz riskli bir gebelik sonucu bu kadının maalesef öldüğünü duyduk.
- Güneydoğu’da mı oluyor bu?
Hayır, Ankara.
- Aslında laik Fransa’da bile doktorlar dini inançlarına uygun değilse kürtaj yapmıyorlarmış?
Evet, ama bunu Fransa ortalamasına vurduğunuz da binde birdir; çok yer tutmayan, ekstrem bir olay. Ama bizde ben özellikle son yıllarda böyle bir akım hissediyorum. Oysa kamuda çalışan bir hekimin asla böyle bir tercihe hakkı olamaz.
- Ya peki İslam ne diyor; hiç araştırma fırsatınız oldu mu?
Belki bin kere Prof. Dr. Omran’ın “İslam Kültüründe Aile Planlaması” kitabını okumuşumdur. Kahire başta olmak üzere katıldığım pek çok toplantıda Müslüman meslektaşlarımla bunu tartıştım. Bizim dinimiz bu konuda mükemmel. Bir kere İslamiyet aile planlamasını asla yasaklamıyor. En başta Hz. Peygamberimiz “azil” önermiş. Azil, yani geri çekme.
- Bu da demek oluyor ki kondomun olmadığı dönemde bile kontrol uygulamış?..
Tabii, o sırada başka çare yok. O dönemin referansı “azil etmek”tir ve bunu da Peygamber efendimiz önermiştir. Bu müthiş bir şeydir. İkincisi, Diyanet’ten Yüksek Din Kurulu Üyesi bir beyefendiyle bir TV programına katıldım. Hiçbir konuda ayrı görüşümüz olmadı. Çünkü bilim ne diyorsa bizim dinimiz de onu diyor, yeter ki çarpıtılmasın. Tüp ligasyonu (tüplerin bağlanması) ve vazektomi (erkekte kanalların bağlanması) konusunda bile aynı düşünüyorduk. “Madem geri dönüşü mümkün, elbette” diyordu Yüksek Din Kurulu Üyesi… Bizim dinimizin yasakladığı tek şey kastrasyon, yani kadının yumurtalıklarını, erkeğin testislerini çıkarmak… Fakat bu insan haklarına da bilime de aykırı zaten. Üçüncüsü, kürtajla ilgili İslam’da iki görüş var. Biri diyor ki, “120 güne kadar gebelik, henüz insan oluşmadığı için sonlandırılabilir.” Biz onu izliyoruz. Ama bir grup da diyor ki “Hayır, İslam’da yumurta ile sperm birleşti mi artık o insandır, onu sonlandırmamanız lazım.” Katolikler ise bir adım daha ileri gidiyorlar ve diyorlar ki “Spermi de yok etmeyeceksiniz, çünkü onun da potansiyeli var.” Zaten onlar kondomu bile yasaklıyor, inanılmaz derecede bağnazlar.
- Mesela İran’da nedir durum; nüfus artış hızı 1.2 olduğu için özellikle merak ediyoruz?
İran’da aile planlaması müthiş iyi uygulanıyor. Ben İranlı meslektaşlarıma sormuştum, “Tüp ligasyona nasıl bakıyorsunuz” diye, “Gayet serbest bizde” dediler. “Peki, din yönünden ne diyorlar” dedim. “Ayetullah fetva verdi, sorun yok” dediler.
- Peki İran’da kürtaj yasal mı?
Bu İran’ın bilinen sırlarından… Sorsanız reddediyorlar, ama aynen bizim yasa öncesi gibi muayenehanelerde şakır şakır yapılıyor ve buradan da doktorlar ciddi para kazanıyor. Ama yasa dışı.
- O zaman 1.2 olması normal?
Tabii normal. İran, bu İran- Irak 8 yıllık savaşında çok kaybı olduğu için savaş sonrası doğurganlığı teşvik etti. Ama baktılar ki isteyerek düşüğe bağlı anne ölümleri artıyor, zor frene bastılar.
BU ORANLAR HER ŞEYİ ANLATIYOR
- Sizce “Başbakanım istediyse 3 çocuk yaparım” diyen kadınlar çıkar mı?
Aslında değil Başbakan kim söylerse söylesin bizim kadınımız mecbur kalmadıkça istemediği doğumu yapmaz. 42 yıllık hekimim, Türkiye’nin her yerine gittim, benim gördüğüm bu.
Yalnız bir endişem var; aklı çelinebilir. Çünkü bugün üç kadınımızdan biri üreme döneminde ve okur-yazar değil. Yani kendine bir rol model arayışında olabilir ve statüsünün de düşük olması gereği bu “kadının geleneksel rolü”ne kapılabilir.
- Kadının geleneksel rolü dediğiniz nedir?
Kapanan, çok çocuk doğuran, yaşamını sadece iyi bir eş ve anne olarak sürdüren… İstese bile “Ben bir tane çocuk doğurmak istiyorum, ama mesleğimde falan yere gelmek istiyorum” diyemeyen kadın…
- Peki bunu bilinçli, isteyerek yapıyor olmadıkları ne malum?
Bakın, ben 1998’de tüm Türkiye’de bir analiz yaptım. Bu analiz ilk ve tektir. Ben o araştırmada önce şunu sordum: Okuma-yazma bilmeyen kadınlar kaç çocuğa sahip olmak istiyor? Doğu’daki kadınlar ortalama 3.7 istiyor, ama 6 çocuk doğuruyor. Batı’daki kadınlar ortalama 2.5 istiyor, ama 5 doğuruyor. Yani bu Doğu-Batı meselesi de değil, okuma-yazma bilmediğinde istediğinin iki misli doğuruyor.
- Okuma-yazma biliyorsa sonuç ne?
Kadının statüsünü yükselttiğiniz anda iş değişiyor. Yani bir eğitimi ve mesleği olunca… Buna göre aynı soruyu okuryazar kadınlar için de sordum. Sonuç: Doğu’dakiler 3 istiyor, ortalama 2.8 doğuruyor. Batı’dakiler ortalama 2.2 istiyor, 2.5 doğuruyor. Yani kadın kendisine biçilen geleneksel kadın rolünün dışına çıkıp, okuryazar olduğu anda kendi istediğini yapabiliyor. Yani görülüyor ki Türkiye’de esas yapılması gereken, kadınların statülerini yükselterek onların eşit çağdaş bireyler olmasının önündeki engelleri kaldırmak olmalıdır.
MACARİSTAN’A DÖNERİZ
- Türkiye’de kürtaj yasasından dönüş olabileceğine hiç ihtimal veriyor musunuz?
Doğrusu “En az 3 çocuk” lafı beni endişelendirmiyor desem gerçeği söylemiş olmam; endişeleniyorum. Ama eğer böyle bir şey olursa Türkiye 1950’lere dönmüş olur. Macaristan bunu 1960’larda denedi. O dönem nüfus artış hızını arttırmak için kürtajı kaldırdı ve anında isteyerek düşüğe bağlı anne ölümleri yükseldi. Sonunda Macaristan hatasını düzeltti, kaç anne öldükten sonra. Biz böyle bir şeyi aklımızdan dahi geçirmeyelim.
KENAN EVREN KÜRTAJ ALETİ İÇİN “BUNDAN BİZ DE ÜRETİRİZ” DEMİŞ
- 12 Eylül’ü yapan askerler kürtaja serbestlik tanıyan yasayı niçin çıkardı?
Milli sağlık politikası oluşturmak için.
- Size ne zaman söylediler bunu?
1981’di. Önce Milli Güvenlik Konseyi çeşitli üniversite ve kuruluşlardan 60 kişiyi Meclise topladı. Biz 1.5 ay çalışıp, bin sayfalık rapor hazırladık. Sonra bu 60 kişiden 7 kişiyi seçtiler. İçlerinde ben de vardım. Raporumuzu Kenan Evren’e sunmak üzere 50 sayfaya indirdik.
- Bu çalışmalarla kim ilgileniyordu?
Tümamiral Işık Biren ve bir Albay… Ben sürekli onlara kürtajın Türkiye’de de yasallaşmasını gerektiğini anlatıyordum. Onlar da beni son derece ciddi bir şekilde dinliyorlardı. Daha sonra bir gün Sağlık Bakanlığının üst katındaki odasında büyük bir grup toplandık. Aralarında asker de var, ağır ceza hakimi de, genel müdür de, hepsi var. Genel kanı kürtajın çok tehlikeli bir şey olduğu yönünde. Rahmetli hocamız Prof. Dr. Hüsnü Kişnişçi çıktı dedi ki, “Bir dakikanızı alabilir miyim?” Meğer yanında yeni bir kürtaj aleti olan Manuel Vakum Aspirasyon’u (MVA) getirmiş. Kişnişçi oracıkta yarım bardak su içine basınç oluşturup, sonra aletle hop diye suyu emdi ve “İşte kürtaj bitti” dedi. Herkes çok etkilendi. Bunun üzerine Kişnişçi’den aynı demonstrasyonu Kenan Evren ve kimi paşaların önünde yapması istendi. Kişnişçi ve Necdet Erenus’un olduğu bir grup onlara da yapmış. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin Paşa çok da destekleyici değilmiş, “Bunu da ithal etmesi zor olur” gibi şeyler söylemiş. Ama Evren istekli, “Yok canım biz bunu yaparız, bu çok basit” yanıtını vermiş. Evren gerçekten istiyordu. Zaten sonunda da yasa 24 Mayıs 1983’te kabul edildi.
SİZ ÖNCE HER YIL ÖLEN 61 BİN BEBEĞİ YAŞATIN
“Karşılaşsam Sayın Başbakana derim ki, ‘Şu kadar doğurun demeden önce her doğan çocuğu yaşatmayı denememiz lazım değil mi?’ Ne demek istiyorum? Size yine çok açık bir rakam söyleyeceğim: Türkiye’de yılda 1.7 milyon gebelik oluyor, 1.3 milyon doğum oluyor. Canlı doğan bebeklerden 38 bin 170’i ölüyor, 23 bini ise zaten ölü doğuyor. Yani 61 bin bebeği siz kurtaramıyorsunuz. Eğer nüfusu artıralım diyorsanız siz önce onları yaşatın. Biz ölmek üzere mi bebekleri doğurtalım? Keşke birileri bu bilgileri Sayın Başbakan’a da verse…”
MİNİ SÖZLÜK
• PRONATALİST: Nüfus artışının hızlandırılması. Prof. Dr. Nusret Fişek’e göre “İsmet Paşa pronatalist politikanın şampiyonu.”
• ANTİNATALİST: Nüfus artışının kontrol altına alınması. 1965’ten beri Türkiye’de benimsenen politika bu.
• NÜFUS ARTIŞ HIZI: Bizde bu oran 1.8. Yani bu yıl nüfus bin ise seneye 1018 kişi olacak demek.
• TOPLAM DOĞURGANLIK HIZI: Bizde bu oran 2.2. Yani 15-49 yaş arasındaki, yaşa özel doğurganlık hızlarımız bugünkü düzeyinde devam ederse bir kadının 50 yaşına vardığında teorik olarak sahip olacağı çocuk sayısı.
Prof. Dr. Ayşe Akın’la Hacettepe-Halk Sağlığı Anabilim Dalı’ndaki odasında görüştük.