31.05.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:
Hazırlayan: Yrd. Doç. Dr. Kâmil Yaşaroğlu
Kuran-ı Kerim’de sıklıkla geçen ifadelerden biri de “iyi, hayırlı iş ve davranış” anlamına gelen “salih amel”dir. Meşru olan her türlü iş, şayet düzgün, sağlam yapılıyorsa, salih amel olarak nitelenir. Birçok âyette “salih amel” tabirinin iman kavramının hemen arkasından zikredilmesi imanla da yakından ilgili olduğunu göstermektedir: “İman eden ve salih amel işleyen mü’minleri müjdele ki, altından nehirler akan cennetler onlarındır.” (Bakara Sûresi, 2/25). Amelin salih olmasının en önemli şartı, ihlastır, yani o işten, o ibadetten, o hayırdan sadece Allah rızasının beklenmesi, başka bir gaye gözetilmemesidir.
İnsan hayatının hiçbir kısmını dışarıda bırakmaksızın İslam’ın yasaklamadığı, insanların faydasına olan fiillerin tümünü salih amel kapsamında ele alabiliriz. Buna göre aile hayatı, çalışma hayatı, selâmlaşma, dürüstlük, insanî ilişkiler, komşuluk vs. birçok gündelik faaliyeti namaz, oruç, hac, zekâtla birlikte salih amel olarak görmek durumundayız.
Alıcı ve satıcı için geçerli
İman ile birlikte salih amel, müslümanın hayat anlayışını ve iş ahlakını göstermektedir. Buna göre her meslek erbabı işini temiz yapmalı, hizmetin hakkını vermelidir ki, böylece helalinden kazanmış olsun. İman ve salih amel, kişiyi ahlaklı ve sorumlu davranışlara yöneltmeli, karşılıklı hak ve hukukun korunmasına sevk etmelidir. Bu durum hem ortaklar için hem de alıcı ve satıcı için geçerli bir kuraldır. Salih bir müminin işi, çalışması, üretimi de aynı şekilde salih, yani dürüst olmalıdır. İş hayatındaki insanlarımız, yapılan işte esas amacın insanları memnun etmek olduğunu hatırdan çıkarmamalıdır. “Allah razı olsun, aldığım maldan (veya yapılan hizmetten) memnun kaldım, verdiğim para helal olsun” şeklinde bir söz duymanın iş hayatında en büyük kazanç olduğunun bilincinde olmalıdır. Çünkü bu durumda Allah’ın da rızası kazanılmaktadır.
Temel vasıf ‘kalıcılıktır’
Kuran’ da, salih amelin temel vasfının “kalıcılık” olduğu belirtilir. Ancak bu kalıcı iyilikler, kulun ölümünden sonra geride bıraktıkları ile beraberinde götürdüklerini ifade eder. Nitekim bir hadisinde Sevgili Peygamberimiz, kulun, geride bıraktığı faydalı bilginin, kendisine dua eden salih evladın ve faydası süregelen sadakalarının, ölümünden sonra dahi sevabından yararlanmaya devam edeceği işler olduğunu haber verir.
Kuran’da Allah’ın rızası gözetilerek yapılmış olan her türlü iyi, güzel ve yararlı işi yapan kimseler, “salihler” olarak anılmaktadır. Salih kimseler dünyada nasıl örnek gösterilmişse, ahirette de en kazançlı çıkanların başında olacaklardır. Kuran’da bu kimseler, peygamberler, dosdoğru olanlar ve şehitlerle beraber Allah’ın nimete eriştirdiği kişiler arasında sayılmışlardır.
Peygamberimiz namazlardan sonra, “Allah’ım, beni işlerin ve ahlakın en iyisine ilet. İşlerin ve ahlakın en iyisine ancak sen iletebilirsin. İşlerin kötüsünden ve ahlakın kötüsünden beni koru. İşlerin ve ahlakın kötüsünden ancak sen koruyabilirsin” diye dua etmiştir.
EDİRNE SELİMİYE CAMİİ
Selimiye Camii, Edirne’de Sultan II. Selim’in emri üzerine Mimar Sinan tarafından Kıbrıs’ın fethiyle elde edilen ganimetlerle eski sarayın baltacılar koğuşunun bulunduğu yerde yapılmıştır. 1568-1574 yıllarında inşa edilen Selimiye Camii, Sinan’ın “Ustalık eserim” dediği Osmanlı-Türk mimarisinin en büyük eseridir. Üçer şerefeli dört minaresi vardır. Her minarenin
yüksekliği 70.89 metredir.
Selimiye’de, daha önce hiç bir camide Ayasofya ve Bizans eserinde ve antik çağ mabetlerinde görülmemiş bir teknik kullanılmıştır. Daha önceki kubbeli yapılarda, asıl kubbe kademeli yarım kubbelerin üzerinde yükselmesine rağmen Selimiye Camii, çapı 31.28 metre, yüksekliği 15.86 metre olan tek bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe, 8 filayağına dayanan bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Kasnak, filayaklarına kemerlerle bağlıdır.
Selimiye Camii’nin kalem gibi incecik 4 minaresi vardır. Minareler üçer şerefelidir. İki minaresinde şerefelerin üçüne giden yol ayrıdır. Bu minarelerden aynı anda üç şerefeye de birbirini görmeden üç kişi çıkabilir. Öndeki iki minarenin taş oymaları çukur, ortadaki minarelerin oymaları ise kabarıktır.
Peygamberimizin ilk göz ağrısı eşi Hz. Hatice’ye vefası
İslam ordusu Bedir Savaşı’ndan büyük bir zaferle çıkmıştı. Hz. Ebu Bekir, müşrik esirlerin fidye karşılığı serbest bırakılmasından yanaydı. Bu teklif Resulullah’a da uygun gelmişti. Mekkeliler esirlerini kurtarmak için fidye göndermeye başlamışlardı. Fidyelerin arasındaki bir gerdanlık Peygamberimizin dikkatini çekti. Evet, bu eşi Hz. Hatice’nin gerdanlığıydı. Bu gerdanlığı gönderen sevgili kızı Zeyneb idi. Hz. Muhammed’e (sav) peygamberlik verilmeden önce Zeyneb, teyzesinin oğlu Ebu’l-As b. Rebi ile evlenmişti.
Düğün günü Hz. Hatice, boynundaki gerdanlığı çıkarıp kızına hediye etmişti. Zeyneb ile Ebu’l-As arasında olağanüstü bir sevgi vardı. Ne var ki Resulullah’a peygamberlik verildikten sonra, Zeyneb ilk inananlar arasında yerini alırken Ebu’l-As hâlâ müslüman olmamıştı. Üstelik Bedir Savaşı’nda müşrik saflarında savaşmış, Müslümanlara esir düşmüştü. Gerdanlığın fidye olarak gönderilmesi, Zeyneb’in Ebu’l-As’a duyduğu sevginin işaretiydi. Ebu’l-As da Zeyneb’e duyduğu sevgiden hiçbir şey kaybetmemişti. Müşriklerin baskısına rağmen Zeyneb’i boşamamış, vefakar bir eş olduğunu göstermişti. Zeyneb de diğer Müslümanlarla beraber hicret edememiş, eşinin yanında kalmıştı. Allah Resulü hem Ebu’l-As’ın iyi bir damat olduğunun hem de Zeyneb’in sevgisinin farkındaydı. Müslümanlara bir teklifte bulundu: “Uygun görürseniz Zeyneb’in esirini bırakın, şu gerdanlığı da geri verin.” Müslümanlar elbette Allah Resulü’nün talebini geri çevirmedi. Ebu’l-As serbest bırakıldı.
Bir hadis
“Bir kişi güzelce abdest alır, cuma namazına gider, hutbeyi ses çıkarmadan dinlerse, iki cuma arasındaki ve fazla olarak üç günlük daha günahları bağışlanır.” (Müslim, Cuma 27)
Peygamberimizin yalnızlık hissi çekenlere tavsiye ettiği dua:
Sahabeden Velid b. Velid, Peygamberimize geldi ve : “Ey Allah’ın Elçisi! İçimde bir tedirginlik, yalnızlık, ürkeklik hissediyorum” dedi. O da “Yatağına yattığın zaman şöyle dua edersen şeytanlar sana yaklaşmaz ve zarar vermezler buyurdu: “Gazabından, azabından, kullarının kötülüklerinden, şeytanların dürtmelerinden ve bana sokulmaya çalışmalarından Allah’ın eksiksiz kelimelerine sığınırım.”
(Tirmizi, Deavat, 96).
İki soru iki cevap
Zekâtı ve fıtır sadakasını uzaktaki akrabaya göndermek caiz midir?
İster yakında, ister uzakta bulunsun, zekat ve fıtır sadakasında, öncelikle yoksul akrabanın tercih edilmesi faziletlidir. Akraba içinde yoksul olan kişiler yoksa, yakın komşulardan başlamak üzere, kişi bulunduğu yerdeki fakirlere zekât ve fıtır sadakasını verir.
Kamuya ait bir araziden veya ormandan izinsiz toprak almak caiz midir?
Kamu arazileri, kişilerin şahsi tasarrufta bulunamayacağı arazilerdir. Kamu arazisinin bulunduğu bölgedeki devletin görevlendirdiği ilgili amirin izni olmaksızın, kamuya ait arazilerdeki ağaçları kesmek, ağaçların meyvelerinden yemek, o arazinin ürünlerini almak veya araziyi işgal etmek, kamu haklarına ihlal kapsamında değerlendirilmektedir. Kamu haklarına tecavüz ise haramdır. Kamuya ait yerlerden toprak almak yasak değilse ve genel izin varsa caizdir.
Bir âyet
“Rabbimiz Allah’tır deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara melekler gelerek; ‘Korkmayın, üzülmeyin, size vadedilen cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında da âhirette de sizlere dostuz. Esirgeyip bağışlayan Allah’ın ikrâmı olarak (cennette) canınızın çektiği ve dilediğiniz her şey sizindir’ derler.” (Fussilet sûresi 41/30-32).
Ataullah İskenderi’den
Ataullah İskenderi’den Kalbin ölü olmasının alâmetlerinden biri, insanın kaçırdığı iyiliklere üzülmemesi ve yaptığı kötülüklere pişmân olmamasıdır.”
Sorularınız için: kyasaroglu@gmail.com?