26.05.2019 - 01:30 | Son Güncellenme:
Aslında Medine’ye hicret, bir anlamda medeniyete hicrettir. Cahiliyye’nin ve bedeviliğin egemen olduğu Arap toplumunda medenî olabilmek, belki de yapılabilecek işlerin en zoruydu. Kültür düzeyi düşük, okuma yazma bileni az olan bir toplumu, medenî bir topluma, Yesrib’i Medine’ye dönüştürmek hiç de kolay değildi. İşte Allah Resûlü, bu zoru başarabilmek, bu toplumsal dönüşümü gerçekleştirmek için hicret etmişti. Hz. Peygamber burada, cahiliyye insanlarını medeniyete, hem de su medeniyetine kavuşturmuştu. Hem maddî, hem de manevî temizliği öğretti onlara.
Temiz bir toplumun nasıl oluşması gerektiğini hayata geçirerek gösterdi. Kız çocuğunu diri diri gömecek kadar katı-gaddar insanlardan, can taşıyan her varlığa, hatta eşyaya dahi yumuşaklıkla, merhametle muamele edecek bir Medine toplumu oluşturabilmişti. Kin, nefret ve intikamın hâkim olduğu nice kalpleri yumuşatarak, onlardan bir sevgi ve merhamet toplumu meydana getirdi. Çıkarcılığı, çapulculuğu ve fırsatçılığı revaçta olan bir topluma, kendisi için istediğini kardeşi için de istemeyi, diğerkâmlığı, kardeşliği yaşattı.
Güvenilirliği öğretti
Komşusu aç iken, tok gezilemeyeceğine inandırdı. Dürüstlüğü, güvenilirliği, aldatmamayı, helâl kazancı, alın terini, kul hakkını, hak ve hukuku, hakkaniyeti, eşitlik ve adaleti öğretti. İyiliği, güzelliği, hayrı, ahlâkı, samimiyeti, olgunluğu, takvayı tattırdı. İnsanlara hizmette, emanet ve mesuliyet bilincini, ehil olma esasını getirdi. Dayanışmayı, yardımlaşmayı, sosyal adaleti tesis etti. Irz, namus konularında hassas olmayı, iffetli, ahlâklı bir toplum kurmayı başardı. Kısaca onlara insanlığı, insanca yaşamayı, Müslümanlığı, medeniyeti gösterdi. Güç ve imkânı olduğu hâlde, misilleme yerine sabrı, Mekke’nin fethinde olduğu gibi, intikam alma yerine affı onda gördü insanlar. Medine’de Yahudi kabileleriyle birlikte barış içinde yaşama tecrübesini de o gösterdi insanlara.
Ayrıcalık, bahtiyarlık
Medine’yi ziyarete giden mümin birkaç günlüğüne de olsa, Medine’ye, Allah Resulü’ne ve Ensar’a misafir olmaktadır. Aslında, İslâm’ın yayıldığı ve yaşandığı iklimde, İslâm tarihini, Hz. Peygamber’in hayatını, sahabeyi yeniden okuma, yerinde anlama ve tanıma imkânı vereceği için Medine ziyaretinin önemi büyüktür. Hz. Peygamber’in yaşadığı, dolaştığı, namaz kıldığı mekanlarda bulunmak, O’nun teneffüs ettiği aynı atmosferi teneffüs etmiş olmak elbette bir ayrıcalık ve bahtiyarlıktır. Her ne kadar, tarihî doku itibariyle eski Medine’den neredeyse hiçbir iz kalmamışsa da, kişi orada zihnen on dört asır öncesine hayali bir yolculuk yapar ve sahabenin arasındaymış gibi hisseder kendisini. Allah Resûlü’nün mütevazı hayat tarzına inat mevcut gökdelenler, yaldızlı-yıldızlı lüks oteller, sınırsız tüketimin yapıldığı çarşılar, modern yapılaşmalar, bu zihnî yolculuğun önünde büyük engeller olarak dursa da, Müslüman gönlüyle gerçekleştirir bu hicreti.
Hz. Ebû Bekr’den teslimiyeti ve tasdik etmeyi, Hz. Ömer’den adaleti ve medenî cesareti, Hz. Osman’dan edeb ve hayâyı, Hz. Ali’den ilim ve şecaati, Hz. Talha ve Abdurrahman b. Avf’tan cömertliği, Ebû Zerr ve Ebu’d-Derda’dan açık sözlülüğü ve zahidliği, Bilal-i Habeşî ve Ammar b. Yâsir’den sabretmeyi, Abdullah b. Ömer’den Hz. Peygamber’i nasıl izleyeceğini, İbn Abbas ve Hz. Âişe validemizden onu nasıl anlayacağını iyice öğrenir.
Hz. Peygamber’e özlem
Medine, bir özlemdir. Medine’ye duyulan özlemin altında yatan, Peygambere duyulan özlemdir. Onun getirdiği değerlere duyulan hasrettir. Fakirlerin, kimsesizlerin, yoksulların, dulların, yetimlerin hiçbir zaman geri çevrilmediği makama; sevgi, ilgi ve cömertlik kapısına duyulan özlemdir. İnsana verilen değere, gönülleri kandıran Hikmet Kapısına duyulan özlemdir. Kardeşliğe, dostluğa ve samimiyete duyulan özlemdir.
Sevgili Peygamberimizi ve onun aydınlık şehrini ziyaret, mü’minin İslâm tarihini yeniden ve yerinden okumasını sağlar, Resûlullah (s.a.s.)’a karşı olan bağlılığını artırır ve Sünnete daha sıkı sarılmasına vesile olursa, amacına ulaşmış demektir.
Diyarbakır Ulu Cami
Diyarbakır’ın merkezinde bulunan Ulu Cami, Anadolu’nun en eski tarihi değerlerinden birisidir. Cami, Hz. Ömer (r.a) döneminde 639 yılında şehrin merkezindeki en büyük mabet olan Martoma Kilisesinin bulunduğu yere yapılmıştır. Sonrasında ise 1091 yılında Büyük Selçuklu Hükümdarı Melikşah’ın emriyle büyük bir onarım görmüştür. Ulu Cami, çeşitli dönemlerde gördüğü tadilat ve onarımlarla bugünkü halini almıştır.
Selçuklu hükümdarı Melikşah, Nisanoğulları ve İnal, Anadolu Selçuklu hükümdarı olan Gıyaseddin Keyhüsrev, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, Artuklular ve Osmanlı padişahlarının çoğuna ait kitabeler caminin muhtelif yerlerinde yer almaktadır.
İslam döneminin ünlü Şam Emeviye Camii’nin Anadolu’ya yansıması olarak değerlendirilen Diyarbakır Ulu Cami, İslam âlemi tarafından 5. Harem-i Şerif olarak kabul görülmüştür. Ulu Cami’nin avluya bakan cephelerinde farklı dönemlere ait mimari bezemeler, kabartma ve yazıtlar muntazam bir şekilde caminin özelliğini ön plana çıkarmaktadır.
Tarihin her döneminde ibadet merkezi olarak kullanılan Ulu Cami, Diyarbakır’daki en büyük yapılar topluluğudur. Bu yapının iki camisi (Hanefiler ve Şafiler Bölümü), iki medresesi (Zinciriye ve Mesudiye), doğu-batı minaresi, maksuresi, abdesthane kısımlarından oluşmakta ve bütün bu külliyenin ortasında büyük dikdörtgen bir avlu yer almaktadır. Camiye giriş üç ayrı yerden sağlanır. Doğu tarafında bulunan kapıya ana (taç) kapı denir.
Bu giriş kapısının her iki köşesinde aslanla boğa mücadelesini simgeleyen ve simetrik olarak işlenmiş kabartma bir figür yer almaktadır. İki hayvanın mücadelesini konu alan ana giriş kapısı oldukça geniş boyutlu bir kemer şeklinde bu yapının avlu bölümüne ulaştırır. Ulu Cami’nin planı dikdörtgen şeklindedir ve çok sütunludur. Avlu içerisinde yer bulunan sekizgen planlı ile yapılmış şadırvan, sekiz adet sütun üzerine yerleştirilerek inşa edilmiştir.
Peygamber’in yolculuk duası
Hz. Peygamber yolculuğa dua ederek çıkar, seyahat esnasında konakladığı yerde ve yolculuktan döndüğünde de Rabbine dua ederdi. Yola çıkacağı zaman bineğine biner, üç defa tekbir getirir, ardından şöyle dua ederdi:
“Bunu bizim hizmetimize vereni tesbih ve takdis ederiz, yoksa biz bunlara güç yetiremezdik. Biz elbette Rabbimize döneceğiz. 37 Aliah’ım, bu yolculuğumuzda bize iyilik ve takva vermeni, hoşnut olacağın işler yapmamızı nasip etmeni dileriz. Allah’ım, yolculuğumuzu kolaylaştır, uzağı yakınlaştır! Aliah’ım, seyahatimizde bizim sahibimiz, gerideki ailemizin ve malımızın vekili de sensin! Allah’ım, yolculuğun yorgunluk ve sıkıntısından, üzüntülü görünüşten, aile ve malımızın kötü hallere düşmesinden sana sığınırım” (Müslim, Hac, 425)
Bedene eziyet edilmez
Beden, Allah’ın insana verdiği değerli bir emanettir. Mümin, bedenine zarar verecek müdahalelerden kaçındığı gibi ona işkence sayılacak, onu takatsiz düşürecek davranışlardan da uzak durur. Öyle ki Resulullah ibadetler uğruna dahi bedene aşırı yüklenilmemesi yönünde sık sık uyanlarda bulunmuştur. Bu konuda Mucîbe el-Bâhiliyye adındaki bir hanım sahabinin babası (ya da amcası) ile ilgili olarak aktardığı bir rivayet kayda değerdir.
Bu kişi bir ihtiyacı münasebetiyle bir gün Hz. Peygamber’e uğrar. Allah Resulü, ilk başta ona kim olduğunu sorar. Adam, “Beni tanıyamadınız mı ey Allah’ın Elçisi! Ben, bir yıl evvel size gelen Bahile kabilesine mensup falan kişiyim” deyince, Hz. Peygamber onu hatırlar ve “Geçen yıl geldiğinde rengin, benzin, vücudun daha iyiydi. Ancak bugün görüyorum ki cılız ve bitkin haldesin” der. Adamın, bu zaman zarfında her gününü oruçla geçirdiğini söylemesi üzerine, Allah Resulü (sav), “Kendine işkence etmeni sana kim emretti!” buyurarak (Ebu Davud, Sıyam, 54) ibadet için dahi olsa beden sağlığını tehlikeye atmanın doğru bir davranış olmadığını belirtmiştir.
Bir ayet
“Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz ki Allah sizin iman etmenize muhtaç değildir. Ama kullarının inkâr etmesine razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizin için buna razı olur. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Sonra dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O da size yaptıklarınızı haber verir. Çünkü O kalplerde olanı hakkıyla bilir.” (Zümer, 39/7)
Bir hadis
“Üç şey insanoğlunun mutluluğundan, üç şey de insanoğlunun bedbahtlığındandır. İnsanoğlunun mutluluğundan olan şeyler; iyi bir eş, oturmaya müsait bir ev ve uygun bir binektir. İnsanoğlunun bedbahtlığından olan şeyler ise; kötü bir eş, kötü bir ev ve kötü bir binektir” (İbn Hanbel, I, 169)