Gündem Yeni bir 12 Eylül?

Yeni bir 12 Eylül?

02.11.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:

Açlık grevi-ölüm orucu, hayatın silaha dönüştürülmesidir. Burada eylem bedenin kullanımına indirgenemez çünkü aslında hayatın siyasal anlamından yoksunlaştırılarak kutsallaştırılmasına bir karşı duruştur.

Yeni bir 12 Eylül

Bir Milliyet klasiği
Gazeteniz Milliyet, “Düşünenlerin Düşüncesi” köşesiyle toplumun kanaat önderlerine sayfalarını açıyor. Abdi İpekçi tarafından 6 Ocak 1963’te başlatılan köşe ülkenin ekonomik, siyasal ve toplumsal birçok sorununu masaya yatırmıştı. Akademisyenlerden sosyal bilimcilere, sivil toplum temsilcilerinden işadamlarına, bilim insanlarından hukukçulara kadar uzman kalemler Milliyet için yazacaklar. Yazılarınızın uzunluğunun 3 bin vuruşu (1.5 sayfayı) geçmemesi gerekmektedir. İrtibat telefonumuz: 0212 337 9328. Mail adresi:aycaatikoglu@hotmail.com

Haberin Devamı

12 Eylül 1980 Türkiye tarihinde nasıl büyük bir dönüm noktası teşkil ettiyse, 12 Eylül 2012 de böyle bir dönüm noktası olmaya adaydır. 12 Eylül 2012’de başlatılan açlık grevi ülkenin dört bir yanına yayılarak 65 cezaevinde bulunan 658 kişinin ölüme yaklaşmasıyla kritik bir dönemece girmiştir. 12 Eylül dönemini gerçek anlamda sonlandıracak olan, darbenin 30. yıldönümünde yapılan referandum değil, Türkiye’de anayasal vatandaşlığa geçişin, Kürt kimliğinin tanınmasının ve eşit bir şekilde varolma koşullarının sağlanmasının önünü açabilecek bu eylemin akıbeti olacaktır.
Çünkü demokrasi yalnızca vatandaşlara sunulan anayasa değişikliği önerilerine “evet” ya da “hayır” demek değil, halkın kendi yönetimine aktif ve doğrudan katılabilme koşullarını varetmektir. Bu koşullar arasında anadilini kullanma hakkı mutlak surette bulunmaktadır.
Dolayısıyla, bu eylem yalnızca cezaevlerindekilerin, BDP’nin, solun, hatta Kürt halkının eylemi değildir. Bu eyleme tüm Türkiye’nin demokrasi mücadelesindeki ortak eylemi, bir ortaklaşma çağrısı olarak bakılmalıdır. Bu açlık grevi aslında gerçek demokrasiye duyulan açlığın da ifadesidir.

Somut siyasal talepler
İktidar bu eylemi neden bir “istismar” olarak görmektedir? Erdoğan’a göre bunun nedeni taleplerin cezaevleriyle ilgili değil, İmralı’daki tecridin kaldırılması, anadilde savunma hakkı tanınması, operasyonların durdurulması gibi siyasal talepler olmasıdır. Oysa açlık grevi-ölüm orucu gibi eylemlerin daima iki yönü vardır.
Birincisi, dile getirilen somut siyasal taleplerdir. Bu talepler cezaevlerindeki koşulların iyileştirilmesi ile ilgili olabileceği gibi, hak ihlallerinin engellenmesi, anti-demokratik yasaların değiştirilmesi ve benzeri konuları da ele alabilir. Bu bağlamda açlık grevi araçsal ve işlevseldir, bedenin siyasal mücadele için araç haline getirilmesi, bu mücadeledeki kararlılığın vurgulanması için kullanılması söz konusudur.
Ancak böyle eylemlerin bir de daha sembolik ve öne sürülen taleplerle sınırlandırılması mümkün olmayan ikinci bir yönü vardır. Bu, hayatın silaha dönüştürülmesidir. Burada eylem bedenin kullanımına indirgenemez çünkü aslında hayatın siyasal anlamından yoksunlaştırılarak kutsallaştırılmasına bir karşı duruştur. İktidar bir yandan yaşamayı yüceltirken bir yandan adaletsizliğe devam ederse, ona karşı duruş da hayatın sadece yaşamaya indirgenemeyecek anlamı üzerinden şekillenir. Bu tür eylemler, insan hayatının yalnızca yaşama edimine odaklanmasına, meşruiyetini bunun üzerine kuran iktidarlara karşı sembolik bir müdahaledir, insanca yaşamanın özgürlük, adalet ve eşitlik çerçevesinde anlamlanan siyasal bir varoluştan ayrılamayacağına dair bir vurgudur. Hayatın bir silaha dönüştürülmesi, salt saldırgan bir eylem olarak algılanmamalı. Bu yöntemin hem saldırgan hem de savunmacı biçimleri vardır. Canlı bomba eylemleri bunun saldırgan ve başkalarına da zarar veren örnekleridir. Savunmacı biçimleri ise yalnızca eylemcinin kendi hayatını ortaya koyan sivil itaatsizlik eylemleridir.
Bu eylemin savunmacı biçimlerine dair açlık grevlerinin yanı sıra kendini yakma, kendini asma, gözkapaklarını ve ağzını dikme ya da vücudunun çeşitli yerlerini kesme, vücuduna hastalık enjekte etme suretiyle bedene ölüme varan hasarlar verilerek yapılan birçok eylemi örnek gösterebiliriz.

Tüm dünyada var
Yalnızca Türkiye’de değil, İngiltere’de İrlandalı mahpuslar, İsrail’de Filistinli mahpuslar, Guantanamo’da akıbeti ve suçu belirsiz mahpuslar, ABD ve Avrupa’daki gözetim merkezlerinde tutulan göçmenler bu tip eylemlere başvurarak hem siyasal taleplerini hem de adaletsizlik karşısındaki isyanlarını dile getirmişlerdir. Bugünkü eylem hem arkasındaki kitlesel destek hem de eylemcilerin kritikleşen sağlık durumları nedeniyle giderek önem ve ivme kazanmakta, güçlenmektedir.
Hükümetin bu süreçte gösterdiği tepkiler inkar, kınama ya da onam dışı tıbbi müdahale yoluna başvurmak olmamalıdır. Meşruiyetini korumak isteyen bir iktidarın yapması gereken, talepler etrafında müzakere yolunu açmak, anayasal vatandaşlığın hayata geçirilmesi için gerekli adımları ivedilikle atmaktır. Adalet ve demokrasi bu ülkeyi zayıflatmaz, aksine daha “yaşanır” kılar.

Haberin Devamı

Banu Bargu
Banu Bargu, siyaset bilimi doktorasını Amerika Birleşik Devletleri’nde Cornell Üniversitesi’nde tamamladı. New York’ta bulunan New School for Social Research’te Siyaset Bölümü’nde öğretim üyesi olup siyaset kuramı üzerine dersler vermektedir. Siyasal düşünce tarihi, şiddet, egemenlik ve siyasal ilahiyat gibi konularda çeşitli makaleleri bulunan Bargu’nun açlık grevleri ve biyopolitika üzerine yazdığı kitap bu yıl Columbia University Press’ten yayımlanacaktır.