30.06.2008 - 00:46 | Son Güncellenme:
ESENGÜL METİN
İstenmeyen tüylere bitkisel çözüm sunan Bioder markasını yaratarak kozmetik sektörüne hızlı bir giriş yapan B’IOTA Laboratuvarı Yönetim Kurulu Başkanı Cihat Dündar, 30’lu yaşların başında genç bir yönetici.
Çocukluk ve gençlik yıllarının geçtiği Almanya’da tarla işçiliğinden pazarlamacılığa kadar birçok işte çalışan Dündar, 13 yaşında sivilcelerine çözüm bulmak için karıştırdığı kitabın hayatını değiştireceğini bilemezdi şüphesiz. O günden sonra bitkiler hakkında derin araştırmalara yapmaya başlayan Dündar, askerlik yaptığı Şırnak’ta kadınların tüy probleminin olduğunu keşfetmiş ve hemen harekete geçmiş.
“Ailem de dâhil çevremde hiç kimse başarabileceğime inanmıyordu. Ama ben vazgeçmedim, tohumu tarlaya atarsan ve emek verirsen sonucunu alırsın” diyen Dündar yarattığı marka ile bugün 100 milyon dolarlık bir şirketin sahibi.
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarınızın geçtiği Almanya’da tarla işçiliğinden pazarlamacılığa kadar pek çok işte çalışmışsınız. Erken yaşlarda mı başladınız çalışmaya?
Almanya’da doğdum ben. Babamın Türk filmlerinin videokasetlerini sattığı bir dükkânı vardı. Ben de hem çalışıyor, hem okuyordum. Bir dönem tarlada işçi olarak çalıştım daha sonra bir şirkette pazarlamacı olarak başladım işe, evlerde ürün tanıtımları yapardık.
Bitkilere merakınız nasıl başladı?
Aslında 13 yaşındayken ilk olarak keşfettim bitkilerin şifasını. Çok sivilceli bir çocuktum. O kadar doktor dolaşmama ve ilaç kullanmama rağmen sivilcelerden bir türlü kurtulamıyordum. Sonra evde şifalı bitkiler kitabı gözüme çarptı. Kitapta sivilcelerin bal ve yoğurt karıştırılıp yüze sürülünce geçeceği yazıyordu. Ben de bu karışımı her gün yüzüme sürdüm ve bir ay sonra hakikaten sivilcelerimden kurtuldum. Bu olay benim bitki ve doğal ürünlere merakımı tetikledi. Ancak bitkilerle hep amatör olarak uğraştım, bilimsel metodolojiyle hiç incelemedim.
Tüy dökücü krem hazırlama fikri nasıl gelişti?
20 yaşındayken Türkiye’ye kesin dönüş yaptım. Çok zaman geçmeden Şırnak’a askere gittim. Dış posta olarak çalışıyordum; birliğin ve komutanların ihtiyaçları için sürekli çarşıdaydım. Dolayısıyla Şırnak insanını daha yakından tanıma fırsatı buldum. Orada pek çok kadının ağzını kapatarak konuştuğunu fark ettim, çünkü dudak üstü ve çenelerinde çok fazla tüy vardı. Kadınlarda tüy problemi olduğunu da Şırnak’taki kadınları görünce öğrendim açıkçası. Çünkü o zamana kadar etrafımdaki hiçbir kadını tüylü görmemiştim. Kadınlar bu durumdan çok utanıyorlardı. Ben de ‘acaba bitkilerle tüy sorununa çözüm bulabilir miyim?’ diye düşündüm. Formülü hazırlamaya iten olay bu oldu aslında.
Yeni bir ürün geliştirmek için kapsamlı bir Ar-Ge çalışması gerekir. Siz tüy dökücü kremi hangi koşullarda keşfettiniz?
Askerlik sonrası kendime sadece basit bir tartı iki ısıtıcıdan oluşan minik bir laboratuvar kurdum. Gündüzleri pazarlama şirketinde danışmanlık yapıp geceleri de formül üzerinde çalışıyordum. Formülleri hazırlayıp ailem ve kendi üzerimde deniyordum.
Peki, hiç başaramayacağınızı düşünüp umutsuzluğa düştüğünüz anlar oldu mu?
Aslında pek fazla olmadı, inatla çalıştım ben. Bu süre zarfında çok kitap karıştırdım, çok araştırma yaptım. Çok zahmetli bir işti, arkadaşlarım sinemaya, tatile giderken ben hep çalıştım. 3 yıl sadece bu krem üzerinde yoğunlaştım. Bana kalırsa başarının yolu emek vermekten geçiyor. Yapacağınız işe odaklanırsanız hızlı bir şekilde doğru sonuçlara ulaşabilirsiniz. Ben de tüm zamanımı, enerjimi bu krem için harcıyordum.
Aileniz ve çevrenizdekilerin tepkileri ne oldu?
Ailem de dâhil çevremde hiç kimse başarabileceğime inanmıyordu. Ama ben vazgeçmedim, tohumu tarlaya atarsan ve emek verirsen sonucunu alırsın. Ben de bir gün emeklerimin karşılığını alacağımı biliyordum. Vazgeçirmek isteyen bir sürü kişi vardı etrafımda. Babama kalsaydı inşaatlarda kalfalık yapardım.
Etrafımda kremi denettiğim insanlar kremden memnun kalınca Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nden ürünün yan etkisini araştırmak için bilimsel çalışma talep ettim. Zaten kanun gereği de bağımsız bir üniversiteden onay gerekiyordu. Bu araştırma 3 ay sürdü. Sonucunu herkes merakla bekliyordu. Ama etrafımda formülün işe yaramayacağına inanan bir sürü insan vardı. Sonuç mükemmel çıktı. Elimde çok faydalı bir reçete vardı, ama üretim yapacak param ve tesis yoktu. Ben de şirketlere giderek elimdeki formülü anlatıyordum. Ama insanlar eski iş hanındaki küçücük ofisimi gördüklerinde bana inanmıyordu.
Ürünü pazara nasıl sürdünüz?
İstanbul’daki kadınların kreme olan talebini ölçmek için gazeteye ilan verdim, ‘istenmeyen tüylere son’ diye. Arayan soran olacak mı diye düşünürken telefonlarım kilitlendi. Anket çalışması gibi bir şeydi bu. Sonra çok fazla talep gelince üretime geçtim kısa zamanda da seri üretime... 10 ay gibi bir sürede müthiş bir büyüme sağladık.
Tüy dökücü kremden sonra saç dökülmesini önleyen Bioxcin’i de çıkardınız. Şimdi de cilt bakım ürünlerinizi piyasaya sürdünüz. Şirketin önümüzdeki dönem hedefleri ne olacak?
Türkiye’de hem Bioder hem de Bioxcin kendi kategorisinde önemli pazarlara sahip. Yeni ürünlerle de önümüzdeki süreçte pazarda payımızı artıracağız. Şirket olarak kısa vadede hedefimiz, 2009 yılının sonuna kadar 2 milyar dolarlık kozmetik sektörünün yüzde 10’una sahip olmak. Şu an ciromuz 100 milyon dolar.
Markanızı dünyaya açma girişimleriniz de var...
Global marka haline getirme gibi bir hedefimiz var ama bu zorlu bir süreç. Çükü Türkiye’den daha önce bir dünya markası çıkmadığı için dünya markasını yönetme konusunda yetişmiş insan yok. Avrupa’da bu konuda yetişmiş iş gücü fazla, medya satın almadan ambalajına kadar her ayrıntıyı düşünüp markayı iyi yönetiyorlar. Ne kadar büyük hedefleriniz olursa olsun, ne kadar iyi ürününüzü olursa olsun; dünya markası olabilmeniz için iyi bir marka yöneticisine ihtiyacınız var. Bu altyapıyla Türkiye’den dünya markası çıkması zor. Bir defa yurtdışına çıkmak konusunda bir korku var. Öncelikle alçaklık kompleksimizi yenmemiz lazım. Milli maç hepimize pes etmediğimiz zaman neleri başarabileceğimizi gösterdi, cesur olmak lazım.
Bu sorunu aşmak için neler yapıyorsunuz?
Aşamıyoruz sorunu. Biz şu an Uzakdoğu’ya gitmiyoruz. Gittiğimiz ülkelerde ise bazı noktalarda eksik kalıyoruz. Dışarıdan gelecek taze kana, profesyonellere açığız ama bir taraftan da kendi bünyemizde ürünlerimizi, pazarı bilen elemanlar yetiştiriyoruz. Geniş bir kadromuz var çünkü büyük savaşlar büyük ordularla kazanılır. Markalaşma savaşını kazanmaya çalışıyoruz.
Nasıl bir yönetici olarak tanımlarsınız kendinizi?
Her yönetici şirketin marka sorumlusudur öncelikle. Çünkü şirketin kaderini marka değerini belirliyor. Şirketin yönetimde de hiyerarşik yapı hafif. Yetki ve sorumluluklar ne kadar tabana yayılırsa şirket o kadar başarılı olur diyoruz. Ama zor bir insanımdır, çünkü mükemmeliyetçi biriyim. Çok okuyan bir yöneticiyim. Pazarlama, yönetim satış kitapları okuyorum, Al Ries, Drucker... Okumadan başarılı olamazsınız.
Şirkette de her çalışan kendi alanıyla ilgili her ay bir kitap okuyup bunu özetini çıkarmak zorunda. İşe alırken yaptığımız mülakatlarda kitap okuyup okumadığına çok dikkat ediyoruz kişinin.
Zamanınızın çoğunu çalışarak mı geçirirsiniz?
Bill Gates’in uyku dâhil özel hayatı günde 7 saat. Bill Gates gibi dünyanın en zengin adamı günde kendine bu kadar zaman ayırıyorsa, ben daha çok çalışmalıyım. Ama çok çalışmak kadar doğru çalışmak da çok önemli. Daha verimli çalışabilmek için her öğle vakti yarım saat uyurum. Kendimi daha zinde hissediyorum o zaman.
‘Tatil yapmaya 3 yıl önce başladım’
Hobileriniz var mı? İş dışında zamanınız nasıl geçer?
Almanya’da Uzakdoğu sporları yapardım. Burada sadece koşuyorum. Pazar günleri çocuklarımın emrindeyim. Günü mü üçe bölerim. Sabahları kendime ayırırım spor yaparım, Sonra akşama kadar iş, akşam da ailemle zaman geçiririm. En büyük zevkim insanları gözlemlemek, meraklı bir insanım.
Bu yıl tatil yapacak mısınız?
Tatil yapmaya üç yıl önce başladık. Onun öncesinde çok daha yoğun çalışıyordum.
Genelde çocukların istedikleri olur ve deniz kenarında bir tatil kasabasına gideriz. Ama ben sıkılıyorum bu tarz yerlerde. Tatilde sadece yatıp güneşlenmek yerine bir şeylerle uğraşmayı tercih ederim, mesela toprakla iç içe olmak gibi... Boş durmak hoşuma gitmiyor.