"Öldüren Kadın / Femme Fatale" - Yönetim ve Senaryo: Brian De Palma / Görüntü: Thierry Arbogast / Müzik: Ryuichi Sakamoto / Oyuncular: Rebecca Romijn - Stamos (Laura Ash / Lily), Antonio Banderas (Nicolas Bardo), Peter Coyote (Bruce Watts), Eriq Ebouaney (siyahi soyguncu), Rie Rasmussen (Veronica), Edouard Montoute (Racine), Thierry Fremont (Komiser Serra) / 2002 Fransa / ABD yapımı, 110 dakika.Erkekleri baştan çıkararak onların mahvına neden olan, çekici ölümcül kadın anlamındaki Fransızca ‘femme fatale’ deyimi, 1940’ların kara filmleri (film noir) ve bu filmlere kaynaklık eden (ucuz) kara romanların başlıca kadın karakterini tanımlamak için kullanılır. Nitekim, gişede başarısızlığa uğramış bir önceki filmi "Görev: Mars / Mission to Mars"ın ardından Avrupa’ya göç eden Brian De Palma’nın iki yıldır yaşadığı Paris’te çektiği aynı adı taşıyan
son çalışması da, 40’ların ünlü kara filmi "Çifte Tazminat / Double Indemnityöden alınmış bir sahneyle açılır, daha sonra otel odasındaki televizyondan filmi izleyen Laura ile sinema tarihinin ünlü ‘femme fatale’i Barbara Stanwyck’in görüntüleri birbirine geçer. Sinemanın yaratıcı görselliğiyle tanınmış deneyimli ustalarından De Palma, kara filme bu saygı duruşunun ardından öyküsünü anlatmaya sıvandığı çağdaş ‘yokedici melek’ öncüllerinden daha çekici, tehlikeli ve pervasız. Cannes Film Şenliği’nin açılış gecesi ıçin hazırlanan soygun planı ise neredeyse kusursuz. Erkekler kadar kadınları da cezbeden Laura, ağına düşürdüğü seksi film yıldızı ile festival sarayının tuvaletinde ateşli anlar yaşarken, siyahi suç ortağı da kurbanın metal giysisine işlenmiş elmasları sahteleriyle değiştirecektir. Ama işler çoğu zaman olduğu gibi yolunda gitmez. Bunun üzerine yaralı suç ortağını olay yerinde bırakan Laura elmasları alarak izini kaybettirir. Aradan yedi yıl geçer. Hapisten çıkan öfkeli ortak genç kadının peşindedir. Kendisine ikizi kadar benzeyen Lily’nin intiharına şahit olan Laura, bunu yaşamını yeni baştan kurmak için bir fırsat olarak kullanacaktır.
Sinemaya başladığı yıllarda Hitch-cock’un mirasçısı olarak selamlanan De Palma, Hollywood stüdyolarının baskısından uzak, Fransız sermayesiyle çektiği bu son filmiyle 80’li yıllardaki çalışmalarını andıran bir tarz tutturmuş. Kimlik değiştirme (Laura / Lily), röntgencilik (paparazzi Nicolas Bardo’nun sürekli özel hayatlara müdahale eden kamerası), gizemli sarışın kadınlar gibi gözde Hitchcock temalarının izini süren filmin, Bardo’nun Amerikan Büyükelçisi’nin gizemli eşini gizlice takip ettiği bölümleri ise ünlü "Vertigo"ya bir nazire niteliğinde. Ravel’in ünlü "Bolero"sunun muhteşem bir çeşitlemesinin eşlik ettiği ve tam 20 dakikalık soygun sekansı ile açılan ve görsel anlatım tekniklerini ustaca kullanan De Palma yapıtının bir antolojisi niteliğindeki "Öldüren Kadın", İtalyan asıllı sinemacının bizzat kaleme aldığı senaryosundaki gedikleri de sürprizli finaliyle aşmayı deniyor.
Matt Damon’ın üstün yeteneklere sahip bir ajanı canlandırdığı film, klasik bir casusluk öyküsü anlatıyor."Geçmişi Olmayan Adam / The Bourne Identity" - Yönetmen: Doug Liman / Senaryo: Tony Gilroy, W.Blake Herron, David Self / Görüntü: Oliver Wood / Müzik: John Powell / Oyuncular: Matt Damon (Jason Bourne), Franka Potente (Marie Kreutz), Chris Cooper (Treadstone Operasyonu’nun yöneticisi), Clive Owen (Profesör kod adlı ajan), Julia Stiles (Nicolette), Brian Cox (Ward Abbott), Adewale Akinnuoye - Agbaje (diktatör Wombosi) / 2002 ABD / Çek Cumhuriyeti yapımı, 118 dakika.Haftalardır üst üste izlediğiniz CIA destekli casus filmlerinden çok mu sıkıldınız ya da yeni nesil ajan olarak lanse edilen XXX’i çok uç buldunuz? Evet diyorsanız klasik anlamda bir casusluk öyküsü anlatan bu film tam sizler için. Marsilya açıklarında İtalyan balıkçılar tarafından baygın halde denizden çıkarılan hafızasını kaybetmiş genç adam, geçmişiyle ilgili tek ipucu olan kalçasına yazılı hesap numarasının izini sürerek İsviçre’ye ulaştığında Jason Bourne kimliğini keşfeder. Banka kasasındaki otomatik silah, yüklü miktarda para ve farklı kimliklerle düzenlenmiş pasaportlarla da kafası iyice karışır. Kendisini takip edenlerden kurtulmak üzere ABD konsolosluğuna başvuran Bourne, buranın da tekin olmadığını anlayınca, para karşılığı anlaştığı işsiz güçsüz Alman kızı Marie Kreutz’ün arabasıyla bu kez rotasını ("Femme Fatale"dan sonra bir kez daha merkez kentimiz olan) Paris’e çevirir.
"Swingers" ve özellikle "Go" ile hayranlığımızı kazanan bağımsız sinemacı Doug Liman’ın büyük bütçeli Hollywood sinemasıyla tanıştığı bu yeni çalışması sıkılmadan izleniyor, ancak benzerlerinin arasından sıyrılabilecek bir özelliğe sahip değil. Robert Ludlum’ın 1980 tarihli çoksatan kitabından sinemaya uyarlanan "Geçmişi Olmayan Adam" öncelikle sürpriz içermeyen bir çalışma. Bourne kimliğini arayadursun, biz daha en başından onun çok iyi eğitilmiş bir
devlet ajanı olduğunu yetkili ağızlardan öğreniyoruz. Dolayısıyla kendisini kurtaran balıkçılarla İtalyanca, bankadaki görevlilerle Almanca konuşabilmesine, üstüne saldıranları yakın dövüş teknikleriyle bertaraf etmesine şaşırmıyoruz. Ludlum’ın soğuk savaş döneminde kaleme alınmış metninde hayli değişiklikler ve kısaltmalar yapılmasına, gösterişli aksiyon sahneleri eklenmesine karşın, Paris’in düzenli sokaklarında yol alan filmin üzerine sinmiş bir eskilik söz konusu. Bunu kitaptaki Jason’dan on yaş daha küçük olan Matt Damon’ın atletik çevikliği kadar Alman yönetmen Tom Tykwer’ın koşan ‘Lola’sı olarak tanıdığımız Franka Potente’nin enerjisiyle kapatmaya çalışan filmin gizli devlet örgütlerine bakışındaki 70’li liberal filmlerle benzerliği de dikkat çekici. Son dönem yapımlarda (Robert Redford, Morgan Freeman, Anthony Hopkins gibi güvenilir oyuncuların da katkısıyla) babacan bir kişilik olarak çizilen CIA yetkilisi bu kez "Amerikan Güzeli"nin homofobik asker komşusu Chris Cooper’ın bedeninde, hata yapan elemanını ceset torbasında görmek isteyen acımasız bir karaktere dönüşmüş, gizli devlet örgütünün yoksul kara Afrika’da ne gibi dolaplar çevirdiğinin altı çizilmiş.
Tayfun Pirselimoğlu’nun Montreal’den ödülle dönen ilk uzun metraj denemesi, ‘kayıplar’ sorununa bir annenin acı dolu yüreğinden bakıyor."Hiçbiryerde" - Yönetim ve Senaryo: Tayfun Pirselimoğlu / Görüntü: Colin Mounier / Müzik: Cengiz Onural / Oyuncular: Zuhal Olcay (Şükran), Meral Okay (Melek), Devin Özgür Çınar (Şule), Parkan Özturan (Ahmet), Michael Mendl (Alman gazeteci), Ruhi Sarı (Mardin’deki kaçak), Cezmi Baskın (Halil’in babası) / 2002 CO Production, Mine Film, Luna Film ortak yapımı, 90 dakika. Üç yıl önce çektiği kısa filmi "Dayım" ile katıldığı festivallerden ödülle dönen sinemamızın yeni yönetmenlerinden Tayfun Pirselimoğlu’nun ilk uzun metraj çalışması, ülkemizin kanayan yarası ‘kayıplar’ sorunu üzerine. Kayıp 20 yaşında gencecik bir oğul. Anne Şükran, Veysel’inin ölmediğine inanır. Masallardaki cinler tarafından kaçırılmış çocuk gibi çıkıp gelecektir günün birinde. Sormadık kapı bırakmadığı acı yüklü arayışı sırasında umudunu hiç yitirmez, Veysel’in nişanlısı Şule’nin ‘o öldü’ çığlıklarına kulaklarını tıkar. İstanbul sokaklarındaki çileli arayış sonuç vermeyince, Veysel’in bir arkadaşından aldığı
haber üzerine ülkenin öbür ucuna, Mardin’e gider. Yaz sıcağında Mardin’in bunaltan, geçit vermeyen sokaklarında oğlunu soruşturan Şükran’ın pes etmeye hiç niyeti yoktur.
"Hiçbiryerde", Taksim’de (ya da başka bir yerde) gelip geçerken dikkatlerimizden kaçan duvarlara, elektrik direklerine tutturulmuş kayıp ilanlarını, ülkemizin görmezden gelinmiş ‘kayıplar’ dramını perdeye taşıyan ilk filmimiz olması açısından önemli bir deneme. Pirselimoğlu meseleyi alçak tondan, Şule’nin tüm imalarına rağmen, oğlunun tıpkı Kürt asıllı ölmüş babası gibi politik olaylara karıştığına inanmak istemeyen Şükran’ın duygu yüklü perspektifinden anlatmayı yeğlemiş. Seçimine saygı duymakla birlikte, (Costa Gavras’ın "Kayıp", Luis Puenzo’nun "Resmi Tarih"ini düşündükçe) Pirselimoğlu’nun ‘kayıplar’ sorununun sezdirilen politik boyutunun üzerine gitmekte çekinceli davrandığını düşünüyorum. Yönetmenin dingin sineması, Şükran’ın önce İstanbul daha sonra Mardin gibi iki gizemli kentte süren arayışının gerilimiyle de pek bağdaşmamış, Alman gazeteci ve Derviş Ağa ile kurulan bağlar geliştirilmeden bir kenara bırakılmış. Türk sinema ve tiyatrosunun en iyi oyuncularından Zuhal Olcay’ın ölçülü, dokunaklı anne yorumu ise gerçekten övgüye değer.
Başarılı görsel tasarımı ve aksamayan gerilimiyle dikkat çeken popüler video oyununun sinema uyarlaması, bilimkurgu / korku türünün seçkin yapıtlarından esinler almış."Ölümcül Deney / Resident Evil" - Yönetim ve Senaryo: Paul Anderson / Görüntü: David Johnson / Müzik: Marco Beltrami, Marilyn Manson / Oyuncular: Milla Jovovich (Alice), Michelle Rodriguez (Rain), Eric Mabius (Matt), James Purefoy (Spence), Martin Crewes (Kaplan), Colin Salmon (One), Michaela Dicker (Kızıl Kraliçe) / 2002 Almanya-İngiltere-Fransa yapımı, 100 dakika. Capcom tarafından ilk kez 1996 yılında piyasaya sürülen popüler video oyunu "Resident Evil", 21.yy.’ın hemen başlarında ‘Racoon City’de geçer. Olaylar, bilgisayar teknolojisi ve sağlık ürünleri alanında dünyanın en büyük şirketi olan ‘Umbrella Co.’ tarafından idare edilen yeraltı araştırma merkezi Hive’daki gizli deneyler sonucu üretilen ölümcül virüsün bir kaza sonucu denetimden çıkmasıyla başlar.
Hive’ı denetleyen ana bilgisayar ‘Kızıl Kraliçe’ virüs salgınının laboratuvar dışına sızmasını önlemek için merkezi kilitler, çalışanları da öldürür. Tüm araştırma ekibini yok eden ölümcül T - virüsünü izole etmek için, yeraltı demiryolunu kullanmak suretiyle üç sivilin rehberliğinde Hive’a giren komando ekibi, kısa zamanda çalışanların yaşayan ölülere dönüştüğünü dehşetle keşfeder. Kızıl Kraliçe’ye ulaşabilmek için zombilerin yanı sıra, ölümcül lazerler, mutasyona uğramış köpekler ve diğer yaratıklarla dolu bir dizi engeli aşmak zorunda olan iyi eğitilmiş savaşçılardan oluşmuş takımın bilgisayarı devre dışı bırakmak için yalnızca üç saati kalmıştır.
1995 yapımı "Mortal Combat / Ölümcül Dövüş"ün ardından yine popüler bir video oyununa el atan Paul Anderson, bu kez ilkine oranla daha karmaşık bir projenin altından başarıyla kalkmış. "Resident Evil" görsel tasarımıyla, aksamayan gerilimi ve başarılı makyaj çalışmasıyla türünün iyi örneklerinden. Ağırlıklı olarak George Romero’nun "Yaşayan Ölüler" üçlemesinden esinler taşıyan film, bilimkurgu / korku sinemasının seçkin yapıtlarına göndermelerde bulunmuş. Sekiz yaşlarındaki bir kız çocuğunun sanal görüntüsü ve sesiyle kahramanlarımızla temasa geçen Kızıl Kraliçe, Kubrick’in 2001’inin süper bilgisayarı Hal’i akla getirirken, kobayken mutasyona uğrayarak canavarlaşan Licker, Ridley Scott’ın ünlü "Alien"ının ürkütücü canavarını hatırlatıyor. Öldürücü lazerin ekibin bir üyesini parçalara ayırdığı sahne ise yakın tarihli "Cube"den esinlenmiş.