Kültür Sanat "Bu toprakların acı hikayelerini olabilecek en iyi şekilde kurguladım"

"Bu toprakların acı hikayelerini olabilecek en iyi şekilde kurguladım"

18.01.2020 - 12:00 | Son Güncellenme:

"Kevser" kitabının yazarı Burcu Karataş Metin, PembeNar'ın özel sorularını yanıtladı.

Bu toprakların acı hikayelerini olabilecek en iyi şekilde kurguladım

Biraz kendinizden ve yazma alışkanlığınızdan bahseder misiniz?

Haberin Devamı


Adanalı memur bir ailenin tek çocuğu olarak 1985 yılında İstanbul’da doğdum ve fani dünyadaki ruh hikayem başladı. Ne çok kolay ne de çok zor bir hayatım oldu. Yaşam yolunda ilerlerken işlerin karıştığı çok zaman yaşadım ancak herkes gibi bir yolunu bulup, yoluma devam ettim. Hayatımın otuzdördüncü yılında, geçmişteki hamlıklarım ve pişmek için yandıklarım, beni çok şükür ki yaradılışıma yakışmak noktasına getirdi. Bu yüzden “Ben kimim?” sorusunun ilk ve en kıymetli cevabı insanım. Devamında ise hayatımdaki önem sıralaması doğrultusunda bir kadın, bir anne, bir evlat, bir eş, bir dost ve bir avukatım.


Yazma alışkanlığımın evveliyatı kendimi bildiğim, duygu ve düşüncelerimi keşfettiğim zamanlara dayanıyor. Benim dönemimde ilkokulda günlükler tutulurdu, çok da modaydı. O moda akımına kapılarak tuttuğum günlüklerle başlayan süreç, okul dönemimde kompozisyonlara, ergenlik dönemimde şiirlere, mesleğimle beraber dilekçelere ve anneliğimle birlikte de yazarlığa vardı. Yazmayı seven insan için duygu ve düşünceleri kelimelere dökmek en etkili terapidir. Ben şanslıydım. Beni iyileştiren şeyi küçük yaşlarda keşfettim ve her seferinde yazmaya sığındım. 

Haberin Devamı


Aynı zamanda bir avukatsınız. Her meslek yazarlığı besler. Sizinkini nasıl besliyor?


Yazarlığımı besleyen iki mesleğim var esasen. Biri avukatlık, diğer ise anneliğim. Avukatlık, oldukça zor ve stresli olmasına rağmen bana kattıklarını da inkar edemem. Meslekte geçen onbir yıl, beni daha gerçekçi, daha soğukkanlı ve daha gözlemci bir insan yaptı. E bizim meslekte malumunuz hiç denk gelemeyeceğiniz insanlara ve hikayelere vakıf olmak an meselesidir. Bir gün biri ofisinizin kapısından içeri girip, size hayatınızın hikayesini hediye edebilir. Annelik mesleğim ise beni önyargılarımdan, doğru bildiklerime olan kör inancımdan kurtardı. Hepsi ilahi bir eğitimin parçasıydı. 


“Kevser”in yazım süreci nasıl oluştu ve ne kadar sürede tamamlandı?


Kevser’in  altyapısına hazırlanmak yedi-sekiz senemi alırken yazma sürecim de yaklaşık üç sene kadar sürdü. Ortaya edebi bir eser çıkardığım gibi biri iddiam yok. Zira edebiyat yapabilmek ayrı bir eğitim ve yetenek. Ancak hamlığımdan kopup pişmeye başladığım dönem itibariyle tanıklık ettiğim, bizzat yaşadığım veya taraflarından dinlediğim bu toprakların acı hikayelerini, olabilecek en iyi şekilde kurguladığıma inanıyorum. 

Haberin Devamı


Kitabın başında bir notunuz var. Kitap satışından elde edeceğiniz geliri şiddet mağduru kadın ve çocukların korunması amacıyla kullanacağınıza dair. Planınız nedir?


Ahhh… Annemin vefatıyla birlikte bir hayali bir plan haline getirdim esasen. Hayalim hep bir kadın sığınma merkezi kurarak, her türlü şiddetten kaçabilen kadınların insan gibi yaşayabileceği ve üretim yapabileceği bir sistem inşa etmekti. Kevser bu hayale atılmış ilk adımdır. Bu sebeple çok kıymetli ve özeldir benim için. 
Bir avukat olarak meslek kanunum gereği senede sadece iki kez ücretsiz dava alabilirim. Yani insanlara “Ben amme hizmeti yapacağım, ihtiyacı olan gelsin.” deme şansım yok çünkü yasak. Bu sebeple planım, Kevser ve devam kitabı olan “Musa- Kevser’in Kaderi” nden elde edeceğim gelirlerin tamamıyla bir dernek kurmak ve elimdeki bütçeyi bu dernek aracılığı ile değerlendirerek, idealime yürümektir. Yol uzun, zor belki ama amaca giden yolda çekilen çile kutsal değil midir.

Haberin Devamı


İyi ki kelimelerinizi serbest bırakmışsınız ve bizi yüzleşmekten korktuğumuz “Kevser”in ve aslında tüm kadınlığın hikâyesine ortak etmişsiniz. Karakterin kurgu, hikâyelerinse gerçek olduğundan bahsediyorsunuz. Bu kadar gerçek hikâyeye birebir şahit oldunuz mu?


Bazen bu kadar zor olayların tek bir kitapta toplanması okura ağır gelebiliyor. Bunu anlıyorum çünkü yazarken bana da çok ağır geldi. Hıçkırıklarla ağlayarak durduğum ve aylarca kelime yazamadığım zamanlar oldu. Lakin insanlar bunu yaşıyor! Bizlerin okumaya dahi dayanamadığı bu gerçeklerle yaşıyorlar, buna nasıl kör kalınabilir ki? Bunca hikayeye bir şekilde tanıklık ettim çünkü bunun bir amacı vardı. Eğer bu amacı gerçekleştirmeseydim kendi doğrularımla çelişmiş olacaktım. 

Haberin Devamı


Kevser’de bütünleşen hikayelerin tamamını gözlerimle görmem elbette imkansız. Küçük bir bölümünü bizzat yaşadım. Bir bölümüne mesleğim gereği tanıklık ettim ve bir kısmını da yaşayanlardan dinledim. Kevser,  tek bir kadının hikayesi değil parça parça hayatların tek bir bedende okura sunulmasıdır. 


Gerçekten “Bu da olamaz” dedirten hikâyeler var. Mesela Kevser ve kardeşinin çocukken kaldığı yerde yaşananlar. O hikâye gerçek mi? 

Bu da olamaz dediğiniz hikaye bundan yıllar yıllar önce yaşanıyor ve bunu o yurtta kalmış kadınların birinden tamamen tesadüfen dinliyorum. Delil yok, tanıklık edebilecek kimse yok, sadece yıllar yıllar sonunda bunu bana aynı dehşetle anlatan bir kadın var. Şayet yeterli delile, isme ve bilgiye sahip olsaydım bunu kitaba değil savcılığa taşırdım. 


“Kevser”de bir kadın bedeninde onlarca kadının buluşmasını anlatmışsınız. Sizi bu anlatıma iten şey nedir?


İlk kitabım Araf Annesi, popüler kültürü akımının bir parçasıydı. Sosyal medyada takipçi sayım yüksekti ve evet “haydi bir kitap yaz” dendi bana da. Yayımlandığı vakit çoğu insan “Her fenomen kitap yazıyor.” önyargısıyla yaklaştı. Kızmadım çünkü haklılardı. Kevser ise artık o kulvardan ayrılma sürecimdir. Araf Annesi ile okura kendimi tanıttım, etliye sütlüye dokunmadan bu minvalde devam edebilirdim ve yine belirli bir okur kitlem olurdu. Ancak amacım beni benimsemiş, sevmiş, “kızkardeşlerim” diye hitap ettiğim insanlara farklı bakış açıları katabilmek ve bir yazar olabilmek. Yaşam enerjimin büyük kısmı insanların önyargılarını kırabilmek ve kendi hayatlarında daha güçlü bireyler olmalarını sağlayabilmekten geliyor. Kevser de bu enerjiyle doğdu. 


Yargılanmadan sevilen ve değer verilen kadınların sağlıklı nesiller yetiştireceğine inanıyorum ve bu yüzden hemcinslerimi seviyorum. Kadınları bu kadar severken ve onların gücüne bu denli güvenirken dibin dibini yaşamış bir kadın hikayesiyle, onları farklı bir yolculuğa çıkarmaktan mutluluk duyuyorum. 


Kitapta onca kötülüğün arasında Mustafa duruyor. Nasıl bir karakter Mustafa?


Okurlar Mustafa’ya bayıldılar ama inanın neden anlamadım. Mustafa aslında nobran bir erkek. Kahraman kabul edilebilecek bir duruşu yok hayatta. Sevdiklerine karşı nahif olması bence Mustafa’yı iyi insan yapmaya yetmez. Geçmişinde yaptıkları gurur duyulacak şeyler değil ve tercihlerimiz kişiliğimizdir. Kitapta içinde bulunduğu süreç ve fiziki özellikleri gereği belki sempatik geldi okura ancak benim açımdan tercih edilebilecek bir erkek değil. Kevser’ i bu yüzden anlıyorum.


Kitapta sonlara doğru çıkan kilit karakter Musa, Kevser’in kaderini nasıl şekillendirecek? 


Musa sadece Kevser’in değil, başkaca bir çok okurun kaderini şekillendirecek bence. Devam kitabı bildiğimiz doğruların tersyüz edilmesiyle hayat bulacak. Tebrizli Şems’in felsefesindeki gibi hayatların altını üstüne getirip bakacağız; hangi taraf insan olmaya daha yakışır duruyor. 


“Musa-Kevser’in Kaderi” kitabı için çalışmalara başladığınızı sosyal medya hesabınızdan gördük. Seyhan Arman, Musa’nın yolculuğunda size mentörlük edecek gibi görünüyor. Yollarınız nasıl kesişti ve hikâyeye ne gibi katkıları olacak?


Musa trans bir kadının hikayesi. Ancak Musa’ya çalışırken, bu zamana kadar okuduğum romanlardaki klişelerden sıyrılmak arzum vardı. “Bir birey, çocukken cinsel istismara maruz kalır ve cinsiyet kimliğini yahut cinsel yönelimini değiştirmeye karar verir.” klişesinden bahsediyorum... Hikayenin bu denli sığ ele alınması bir okur olarak beni tatmin etmediğinden, işin aslına inmek istedim. Araştırmaya koyuldum ve onlarca hayat hikayesine vakıf oldum. Bunun bir tercih değil bir kader olduğuna kanaat ettiğim dönemde de Seyhan Arman’ı internette yayınlanmış bir söyleşisi ile tanıdım. Söyleşide hissettiğim şey; yaralarını kabukla değil zırhla örmüş, nerede durduğunu ve nereye varmak istediğini çok iyi bilen bir kadın olduğuydu. Ve kendisine sosyal medyadan ulaşarak ne yaptığımı ve ne yapmak istediğimi anlattım. Sağolsun amacıma katkı sağlamak adına görüşmeyi kabul etti ve her şeye bambaşka bir yerden bakmama vesile oldu. Anlatımları, vurguları ve gördüğümün ardında duran kadın, anlatımlarımı gerçekçi kılacak bir mentördür. Gerçekten trans bir birey anlatacaksam bunu natrans bir kadın gözüyle yapamam. Seyhan Arman, bana o görüşmede gözlerini ödünç verdi. 


Edebi hayatınıza nasıl devam etmeyi düşünüyorsunuz? 

Edebiyat bir sanattır ve henüz bir sanatçı olamayacak kadar acemiyim. Çıraklık yolum, Kevser ve Musa ikilemesi tamamlandıktan sonra, aklımda ve kalbimde yatan polisiye bir romana çıkacak. Şayet başarabilirsem onun üzerinde çalışmaya başlayacağım. Sonrasını da yaşadıkça göreceğiz. Emin olduğum tek şey, bu dünyadaki ruh hikayem nihayete erene dek, yazmak tutkum asla bitmeyecek…