25.05.2008 - 00:00 | Son Güncellenme:
Alin Taşcıyan
Nasıl tanımlayacağımızı bilemediğimiz insanlar vardır: Edimleri, eylemleri, kuramları, öğretileriyle insanlık tarihini etkileyen, bir ülkenin, bölgenin hatta bütün gezegenin kaderini değiştiren, kendi kuşaklarına ve geleceğe iyi ya da kötü örnek oluşturan. Sinemada böylesine 'büyük’ insanların portrelerini yapmaya çalışmak daha fikir aşamasında çok zordur, kaldı ki canlandırılması da genellikle tepkilere yol açar.
Hayranlıkla yaklaşırsanız çanak tutucu, yağcı sayılırsınız. Eleştirel yaklaşırsanız hayranları sizi topa tutar. Nötr olmaya çalışırsınız, suya sabuna dokunmamakla suçlanırsınız. Serbest bir yorum yaparsanız sadakatsiz olursunuz, gerçeğe sıkı sıkıya bağlı kalırsanız yaratıcılıktan nasibinizi almadığınız söylenir.
Tam bir düş kırıklığı
61. Cannes Film Festivali’nin son günlerine saklanan, çok iddialı olduklarını sağır sultanın bile duyduğu iki biyografik filmden “Che” tam bir düşkırıklığı oldu sinemeseverler için. Oscarlı yönetmen Steven Soderbergh, devrimci ruhu hala taşıyanların 'Commandante’si, Latin Amerika’nın Kuzey Amerika’ya direnişinin simgesi, Arjantinli hekim ve gerilla lideri Ernesto Che Guevara’yı beyazperdeye anlaşılması zor bir 'yaklaşımsızlıkla’ taşıdı. Dört ayrı filmden oluşan bir biyografik film dizisi olarak tasarlanan yapımın, “Che” ve “Gerilla” adlı, toplam 4,5 saat süren iki filminden oluşan versiyonu, izleyicilere sandviç, su ve Kitkat dağıtılan bir antrakt verilerek sunuldu. Ama bu son derece zarif ve paylaşımcı tavır filmin beğenilmesine yetmedi.
Öte yandan, İtalya’nın yedi kez başbakanlığını yapan, mafyayla ilişkilerin yüzünden 26 kez yargılanması ve Cumhubaşkanlığı seçimlerini kaybetmesi dışında Süleyman Demirel’i andıran, Hristiyan Demokrat lider Giulio Andreotti’yi ele alan “Il Divo” Altın Palmiye’nin favorilerinden biri oluverdi. Geçen yıl “L’Amico di Famiglia” adlı filmiyle dikkat çeken Paolo Sorrentino’nun bir opera komik esprisiyle kotardığı “Il Divo”, gerçek kişi ve olayları kurmacayla mükemmel harmanladığı senaryonun zeka fışkıran diyalogları ve izleyenleri kahkahaya boğan mizahıyla bir taşlama başyapıtı sayılabilir.
4,5 saatlik süresinin neredeyse tamamı Küba ve Bolivya dağlarında gerilla hayatı, köylülerle karşılaşmalar ve orduyla çatışmalardan ibaret “Che” tavrı, duruşu, yaklaşımı belirsiz bir film. Yönetmende bir Küba karşıtlığı, bir Bolivya küçümsemesi, gerilla savaşının gerçekçi biçimde görüntülenmesi haricinde projeye karşı bir kayıtsızlık gözleniyor. Militanların öyküsünü militan biçimde anlatma çiğliğinden kaçınayım derken ormanda askercilik oynayan erkek çocuklarını gözler gibi hissediyorsunuz kendinizi.
Tüyler ürperten benzerlik
Soderbergh’ün mizansen ve kurgudaki başarısı filmin uzunluğunu çok da fark etmeden, hiç sıkılmadan onu izlemenizi sağlıyor sağlamasına ve Benicio del Toro da tüyler ürpertecek kadar benziyor Che’ye ama bütün olarak film bir söz söylemiyor. Apolitik genç kuşak, tüketim toplumunun pazarlama ikonlarından biri olan Che’yi tanımak için bu filmleri izlese ne olup bittiğini anlamaz. Çünkü filmin dönem olarak siyasi çerçevesi de çizilmemiş.
Hazır cevaplığı, ölçülülüğü, hafızasının kuvveti, 'tilki’ lakabını hak eden kurnazlığı, politik manevra kabiliyeti ve Vatikan’ın gözdesi olma ayrıcalığıyla İtalyan siyasetine 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana yedi kez iktidara gelerek damgasını vuran, hali hazırda İtalya’nın Ömür Boyu Senatörü olan Andreotti ise dört başı mamur biçimde karşımıza çıkarılıyor.
İtalyan iç politikasından tamamen habersiz olanların bile kolaylıkla kimin kim olduğunu anlayacağı yaratıcı grafiklerle, müziği operadaki kadar dramatik bir öğe olarak ustalıkla kullanarak, oyunculara maske misali karikatürize makyajlar yaparak, abartılı mimik ve jestlerle onları kuklalar haline getiriyor. İzleyici ve basının bayıldığı “Il Divo” jüriye de aynı etkiyi yaptıysa Altın Palmiye için son derece iddialı bir aday olacaktır. Belki bir gün Süleyman Demirel de bir Türk sinemacıya bu denli başarı kazandırır!