11.10.2017 - 15:35 | Son Güncellenme:
Welles 2 yaşındayken yetişkin bir insan gibi konuşabiliyor, 3 yaşındayken her şeyi okuyabiliyor, 5 yaşındayken Shakespeare'in oyunlarını ezbere biliyor, vasisi tarafından kendisine hediye edilen kukla takımıyla Kral Lear'ı tek başına oynuyordu.
9 yaşındayken babasıyla çıktığı gezide dünyanın dörtte üçünü dolaşmış olan Welles, bu arada resim yapmayı öğreniyor, ünlü büyücü Houdini'den illüzyon dersi alıyordu. 10 yaşındayken Wisconsin gazetelerinden birinde kendisinden "Karikatürcü, oyuncu, şair ve sadece 10 yaşında" diye bahsediliyordu.
18 yaşındayken, okuduğu kolejdeki öğretmeni olan Roger Hill'le birlikte Shakespeare'in yazılmış bütün oyunlarını bir araya getiriyor ve Welles'in resimleriyle süslü olan "Herkes için Shakespeare" adındaki bu baskı özellikle Amerikan kolejlerinde büyük ilgi uyandırarak 90.000 satıyordu. Annesi o sadece 9 yaşındayken, babası ise 15 yaşındayken öldü.
Bir süre resim üzerine çalıştıktan sonra oyunculuk yapmaya başladı. Bu yıllarda evlendi. Bir süre radyoda da çalıştı. Sonra, 1938 yılındaki ünlü "Dünyalar Savaşı"nın radyo tiyatrosunda Amerikalıları dünyayı Marslıların istila ettiğine inandıracak yetenekte bir sunum yaptı. 1941'deki ilk filmi "Yurttaş Kane" ileride çok büyük ün yapacak olmasına rağmen, o sıralar Welles'e yüklüce bir para kaybettirdi.
Daha bu ilk filmiyle, Welles o zamana kadarki sinema gelişimine yepyeni bir yön vermiş ve yenilikler getirmiştir. Özellikle, sinemanın anlatım potansiyelini ve yollarını farklı bir kompozisyonda kullandığı için bu film önemliydi. Bu nedenlerden ki, "Yurttaş Kane" filmi birçokları tarafından "bugüne kadar yapılmış en iyi film" payesini almıştır. Ayrıca, bu ilk filminde oyuncu olarak da bulunmuş ve performansıyla da beğeni toplamıştır. Yine de, Orson Welles, Hollywood'da tutulmadığı için Avrupa'ya gitmiştir. Her ne kadar sonraki filmleri de Amerika söz konusu olduğunda pek başarılı olamamış olsalar da, en azından ticari açıdan, özellikle Avrupa'da çok tutulmuş ve birçok ödül almıştır. 10 Ekim 1985'te Los Angeles'ta meslektaşı Yul Brynner ile aynı günde vefat etmiştir. Mezarı ise İspanya'nın Endülüs Özerk Bölgesi'nde bulunan küçük bir yerleşim birimi olan Ronda'dadır. Sözleri; "Ben gençliğin ne demek olduğunu bilirim, ama sen yaşlılığın ne demek olduğunu bilemezsin" şeklinde olan I Know What It Is To Be Young adlı şarkısıyla klasikler arasına yerleşmiştir.
Zengin medya patronu Charles Foster Kane kendi özel şatosu Xanadu da ölür. Ölürken Son söz olan "Rosabud"ı fısıldar. Bütün gazetelerde Kane ile ilgili değişik hayat hikayeleri yayınlanır. Genç bir gazeteci Kane'nin son sözünün ne anlama geldiğini araştırmak için görevlendirilir. Gazeteci Kane'nin yakınlarıyla iletişime geçer. Biz de Kane'nin geçmişine tanık oluruz. Bu bireysel hikaye aynı zamanda mükemmelliyetçiliğin, otoriter yönetimin (hard pazarlamanın) hazin sonuçlarını da göstermektedir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası Franz Kindler, aranan bir savaş suçlusudur. Çünkü toplama kamplarının fikir babalarından ve gaz odalarının hayata geçirilmesinden sorumludur. Kindler'ı yakalayabilmek için Amerikan polisi onun sırdaşı olan Konrad Meinike ile irtibata geçer. Olayı araştıran Wilson, aldığı bilgilerle Connecticut'ta Harper adlı bir kasabaya yönelir. Franz Kindler burada isim değiştirerek Charles Rankin olarak yaşamaya başlamıştır. Bir üniversitede tarih profesörlüğü yapmaktadır. Onun kimliğinden haberdar olan başkaları da olduğu ortaya çıkar. Çünkü Konrad onu teşhis edip yakalatamadan soğukkanlı bir cinayete kurban gider.
Görmüş geçirmiş ve neredeyse dünyanın tüm şehirlerini gezmiş bir denizci olan Michael O'Hara, aradığı aşkı San Francisco'da bulur. Bir gece yolda karşılaşarak tanıştığı genç bir kadın silinmemek üzere aklına kazınır. Ancak bu kadın ünlü avukat Arthur Bannister'in eşidir. Evli bir kadınla anılmak istemeyen Michael ilk başlarda kendini uzak tutmaya çalışsa da Bannister çiftinin ısrarlarına çok fazla direnemez ve yapacakları yat tatilinde onlar için çalışmayı kabul eder. Elsa'ya olan aşkı yolculuk boyunca gün be gün büyüyen Michael birkaç hafta sonra Grisby adında garip bir adamla tanışır. Arthur Bannister'ın da arkadaşı olan bu garip adam kendisini öldürmesi karşılığında Michael'a 5000 dolar teklif eder. Başlangıçta teklifi reddetse de Elsa ile uzaklara kaçmak isteyen genç adam bir süre sonra kabul eder. Fakat bilmediği bir şey vardır. Grisby'nin planları Michael'ın başını büyük bir belaya sokacaktır.
1948Shakespeare ’in belki de en unutulmaz eserinin yine en unutulmaz sinema uyarlaması Orson Welles 'e ait. 1948 yapımı film döneminin sinemasal anlatım ve mekan seçimleri açısından da öncü yapımlarından biri. Macbeth 'in vicdan azabıyla dolu ömrü, karısının ve bir grup cadının kışkırtmasıyla inşa olacak ve yıkılacaktır. İktidar hırsının insan ruhunun en karanlık yönlerini nasıl ortaya çıkardığını Shakespeare'den daha iyi kim anlatabilir? Ya Shakespeare'i beyazperdeye Orson Welles'ten daha iyi kim taşıyabilir? Welles'in canlandırdığı Macbeth'in kendisi kadar, Jeannette Nolan'ın Lady Macbeth yorumu ayrıca gözalıcı.
Amerikalı bir kaçakçı olan Guy Van Stratten, çıktığı İtalyan hapishanesinden bir servetle dönme şansını elde etmek üzeredir. Ölümüne tanık olduğu Bracco isimli bir adam son sözlerinde Gregory Arkadin isimli birinin servetinden bahsetmiştir. Elindeki bu sınırlı miktardaki bilgiyle yola çıkan Stratten, bir şekilde Arkadin'e ulaşmaya başarır. Arkadin, amnezik problemleri olduğunu ve bu yüzden 1927 yılından önce yaşadıklarını hatırlayamadığını söyler ve Stratten'i kendi geçmişini araştırması için görevlendirir. Guy, birçok ülkede onlarca karakterle tanıştığı bu yolculuğun sonunda neyle karşılaşacaktır?Usta sinemacı Orson Welles, yazıp yönettiği gerilim filminin başrollerini Robert Arden ile paylaşıyor.
Amerikalı polis müfettişi Ramon Miguel Vargas (Charlton Heston) ve eşi Susan (Janet Leigh), balaylarını geçirmek üzere bir Meksika sınır kasabasına gidiyorlar. Ancak kasabaya gelir gelmez bir araba, altına yerleştirilen bombanın patlamasıyla havaya uçuyor ve Vargas balayında bile beladan uzak kalamayacağını anlıyor. Olayı araştırmak için yerel güvenlik güçleriyle temas kuran Vargas, karşısında sinema tarihinin en sahtekar polislerinden birisini, Hank Quinlan'ı (Orson Welles) buluyor. Cinayeti araştırırken Quinlan'ın sahte delillere başvurduğunu ve kendisinin de bizzat bu işin içinde yer aldığını öğrenen Vargas, çözüm olarak Quinlan'ı suç üstü yakalamayı kafasına koyuyor. Açılış sekansıyla sinema tarihine geçen film, kısa sürede kültleşmiş ve kara film türünün başyapıtları arasına girmiştir.
Bir sabah odasında uyandığında karşısında polisleri bulan ve onlardan hakkında bir dava açılmış olduğunu öğrenen, ancak ne ile suçlandığını bir türlü öğrenemeyen banka memuru Josef K.(Anthony Perkins)'nın gerçek dışı ve absürt durumunun anlatıldığı film, toplum içinde bireyin var oluş yalnızlığını ve paranoyak kâbuslarını romana sadık kalarak yansıtmaktadır. Bir yandan insanın gizli kalmış korkuları, diğer yandan da bürokrasinin çıldırtan yapısı gözler önüne serilmektedir.Welles'in "en beğendiğim filmim" dediği Dava, sinema eleştirmenlerince de en iyi Kafka uyarlaması olarak kabul edilmektedir. Yönetmen Orson Welles Paris’te terk edilmiş bir tren garı olan Gare d'Orsay'ı çekimler için dev bir yargılama salonuna dönüştürmüştür. Bu ürkütücü görünümlü gizemli mekanın siyah beyaz çarpıcı görüntüleri filmin iç karartıcı atmosferini yaratmada çok etkili olmuştur. Çekimlerden hemen sonra da bu tren garı sanat müzesi haline dönüştürülmüştü.