Kültür Sanat Mektuplardan çıkan sırlar

Mektuplardan çıkan sırlar

18.06.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:

Hilmi Yavuz ile Oktay Akbal’ın mektupları iki usta kalemin hayata dair kavgalarını, üzüntülerini, yaşadıkları zorlukları, dönemin politik olaylarıyla ilgili fikirlerini ve edebiyata dair bakış açılarını okura sunuyor

Mektuplardan çıkan sırlar

Edebiyatın sırları dost meclislerinde gizlidir. Hele de mektuplarda... Özellikle de yazarlar, şairler arasında geçen mektuplarda. Everest tarafından yayınlanan “Sanki Her Şey Daha Dün Gibi” de Hilmi Yavuz ile Oktay Akbal’ın birbirlerine yazdığı mektuplar yazın dünyasının geçmişine götürüyor okuru ve o yıllarda yaşananları anlatıyor. Sadece yazın dünyası yok elbette birbirlerine yazdıkları satırlarda. Hayata dair kavgaları, üzüntüleri, yaşadıkları zorluklar, dönemin politik olaylarıyla ilgili fikirleri, edebiyata dair bakış açıları da var. Oktay Akbal yazar olmasının yanı sıra köşe yazarlığı da yaptığı için dönem gazetelerinde olup bitenler de yer alıyor “Sanki Her Şey Daha Dün Gibi”deki mektuplarda. Hilmi Yavuz kitabın girişinde Oktay Akbal’a yazdığı mektupları eşi Ayla Akbal’ın ona “Hilmi’nin Mektupları” adlı bir dosyada verdiğini ve karşılıklı mektupların yazarın ailesinin yüreklendirmesiyle kitap haline geldiğini söylüyor. Etik olmayacağını düşündüğü bazı ufak tefek bölümleri çıkardığını da not düşüyor.

Haberin Devamı

Mektuplarda iki yazın ustasının birbirleriyle dertleşmeleri var en çok. İkisinin de edebi dünyalarını anlamak için çok zengin bir kaynak olduğunun altını özenle çizmek gerekiyor. Tüm o mektupları okuduktan sonra üsluba hayran kalmamak imkânsız. İçtenliğin nezaketle buluştuğu ve iki ustanın düşünceleri çerçevesinde edebiyatın sırlarına şahit olduğunuz bir okuma sunuyor kitap. Ufak alıntılarla birkaç başlık sunuyoruz “Sanki Her Şey Daha Dün Gibi”den...

Tepeden inme 27 Mayıs

“Türkiye’de sanki her iyi şey, her kötü şey de tabii tepeden inme yapılamazmış gibi. Yahu, şu 27 Mayıs olmasa TİP böyle gelişebilir miydi, Aybar’lar falan Meclis’e girebilir miydi? Bunlar hep o tepeden inme 27 Mayıs’ın eseri!.. Halk çoğunluğuna kalsa (okunamadı) yıl Demirel’ler, Menderes’ler sırtımıza boza pişirir!...” Oktay Akbal (25 Ocak 1967)

Haberin Devamı

Ödüller kalksa daha iyi

“Geçen ay Haldun Taner buraya gelmişti. ‘Keşanlı Ali Destanı’nın bir deneme tiyatrosu, İngilizce olarak oynadı. Onu görmeye gelmiş. Bir gün beri aradı, buluştuk. O sıralarda Sait Faik Armağanı yeni verilmişti. Haldun Taner kulis arkasında olup bitenleri anlattı. Ona göre Feyyaz kazanmalıymış. Bir tek o oy vermiş Feyyaz’a (Kayacan)... (Tahir) Alangu’yu çekiştirdi. Alangu’ya ‘Edebiyat Dedektifi’ diyor. Ödül jürilerine Alangu, elinde her yarışmacının ‘cemazeyilevvel’ini belgeleyen bir kalın dosyayla gelirmiş. Öyle dedi Taner. Biraz da Sabri Esat’la Vahit Turan’a attı tuttu. Doğrusu pek eğlenceli anlatıyor. Gerçekten (Muzaffer) Buyrukçu’nun ödülü kazanmasını hazırlayan olaylar bu kadar gülünçse ödülleri kaldırmak daha iyi gibi geliyor bana...” Hilmi Yavuz (Londra, 2 Temmuz 1968)

Bir ‘edebi’ fiyasko

“Kemal Tahir’in ‘Göl İnsanları’ dışında hiçbir romanını sevmedim. Hiçbirini sonuna dek okuyamadım. Olabilir, iyi romancıdır, ama ben sevmem, tutmam. Gelelim ‘Devlet Ana’ya... Çekilir rezalet değil! 1968 yılından Saitlerden, S. Alilerden, ‘iyi’ Orhan Kemallerden hatta Yaşar Kemallerden sonra bu tarz romana, yazarlığa katlanmak imkânsız. Baba Tahir çok şişirdi, başkaları da. Ama bir ‘edebi’ fiyaskodur. Hele hele bu adamcağızın bir de ‘tekke şeyhi’ kişliği var ki büsbütün acıklı!...” Oktay Akbal (İstanbul, 6 Temmuz 1968)

Haberin Devamı

Birini övmek için diğeri küçültülmez

“Papirüs’ün Nazım Hikmet özel sayısında Ömer Faruk Toprak yazısını okudun mu? Durup dururken Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı karıştırmış işin içine. Dağlarca büyük şair değilmiş, çünkü büyük şiir yazmak için insanın yiğit yaşantısı olmalıymış. Bu sözleriyle Dağlarca’yı küçülttüğünü mü sanıyor ne? Oturup bir yazı döşeneyim dedim, sonra da cevap yazmaya değmez deyip vazgeçtim. Nazım’ı öv kimse bir şey demiyor. Ama birini övmek için mutlaka başka birini yerin dibine batırmak mı lazım?” Hilmi Yavuz (Londra, 8 Kasım 1967)