10.11.2020 - 07:04 | Son Güncellenme:
Gizem Çetimen
İlk heykelini üniversite yıllarında yapan heykeltıraş ve Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü Öğretim Görevlisi Prof. Mustafa Yüksel, akademik çalışmalarının yanında eserleriyle yurt içinde ve yurt dışında pek çok sergiye katılmış. Akademik hayatının yoğunluğundan dolayı sergilere ara verdiğini belirten Yüksel, “Ancak heykeli bırakmış değilim. Hâlâ atölyemde küçük boyutlarda heykeller yapmaya devam ediyorum” diyor.
Kendisiyle heykel sanatı üzerine konuştuk...
Heykel alanında uzmanlaşmaya nasıl karar verdiniz?
Üniversite sınavında elde ettiğim başarı sayısal ve sosyal alanda bir yere girmeme yetmemişti. Ben de çocukluğumdan gelen yeteneğimin değerlendirilmesi adına 1985’te Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nü kazandım. İlk heykelimi 2’nci sınıftayken aldığım ders bağlamında yapmıştım. Ama çocukluğumda sürekli çamur ve ahşap kullanarak çalışmalar üretiyordum.
Hangi türlerde heykel yapıyorsunuz?
Her sanatçının belli bir serüveni vardır. O serüven içerisinde malzeme kullanması, kavramları kullanması sürekli değişiklik gösterir. Benim son zamanlarda yaptığım heykeller daha çok zamanın üst üste katlanmasına ve insan figürünün de üst üste katlanmasına bağlı olarak biçimlenmesiyle ilgili. Bir objeye baktığımızda o obje aslında zamanın akışında bir bütün olarak tek bir obje olarak görülür. Ama bunları kadrajlara ayırdığınızda hepsinin bir sürecin nesneleri olduğunu görürsünüz. Bu katmanlara ayrılmış nesneleri sürekli farklı açılardan algılayabilirsiniz.
‘Heykel tavrı’’nın oluşması gerekiyor
Bir heykeli yapma süreciniz nasıl gelişiyor?
Heykeli yapmak için önce ‘heykel tavrı’ dediğimiz şeyin oluşması gerekiyor. Bu tanımın içerisinde kavram araştırmasının ve okumların doğru yapılması, o okumalar içerisinde giydirilecek heykelin maddesi ve formunun düşünülmesi lazım. Ardından ise heykeli oluşturmak için gerekli teknik olanakları ve malzemeleri sağlamak gerekiyor. Böylelikle sanatçı heykelini yapma imkanı buluyor. En başta düşüncenin akla, sonra akıldan ele ve ardından da malzemeye uğraması gerekiyor. O da sanatçının olanakları bağlamında olur.
Türkiye’deki heykel sanatı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’deki ilk heykeller Atatürk heykeli olarak ortaya çıkıyor. Ama bunlar hep anıtsal olduğu için halka uzak ve halkın içselleştirebileceği yapıtlar değil ve bu yüzden de önyargılı bir yaklaşım oluyor. 1960’lı yıllara geldiğimizde ise heykel konusunda bir hareketlilik başlıyor. Kavramsal sanatla birlikte güncek sanatı da yakalamaya çalışan sanatçılar eserlerine devam ediyor. Ancak bizden önceki kuşakların da anlattığına göre Türkiye’de heykel yapmak çok zor ve buna halk hazır değil. Ayrıca günümüzde heykel koleksiyonu yapan kişileri karşılaştırdığımızda bu oran resim koleksiyonerlerinden fazla değil.
‘Hâlâ istenilen yere gelmedi’
Neden koleksiyonerler heykel yerine resmi tercih ediyor?
Heykelin problemi mekânı kaplıyor olması ve ayrıca heykelin bakımı. Heykeltıraşların geride bıraktığı heykeller tüm odayı kaplarken ressamların geride bıraktığı eserler sadece duvarları kaplar. Hacimsel olarak bir varlığı var heykelin. Bazı mekânlar da bunu kaldıramaz. Heykel sanatı, İstanbul ve diğer büyük şehirlerde yapılan çalışmalarla halkın arasına sızmaya başladı. Ancak hâlâ heykelin varlığının, istenilen noktada olduğunu düşünmüyorum.
Genç heykeltıraşların bunu değiştireceğini düşünüyor musunuz?
Gelecekte kültürel ve eğitim açısından heykele yönlendirilmiş bir toplum olduğu zaman muhakkak bu sanat doğru yerde bulunacaktır.