23.03.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:
yeni müzik dinleyicisini arıyor
İTÜ bünyesindeki Müzik İleri Araştırmalar Merkezi’nin Eş Başkanı Kâmran İnce’nin kurduğu İstanbul Modern Müzik Topluluğu, yeni müziği tanıtmayı amaçlıyor. Peki nedir bu "yeni müzik"?
KEMAL KÜÇÜK
MÜZİK tarihinde hiç görülmemiş bir çelişki, son elli yıldır klasik müzik dünyasında yaşanıyor. Klasik müzik dinleyicilerinin büyük çoğunluğu, gününün müziğini tanımıyor, takip edemiyor ve dinlemiyor. J.S. Bach’ın bile, öldükten sonra unutulduğunu ve yaklaşık 80 yıl sonra, romantik müziğin coşkusuna kapılmış dinleyiciye Felix Mendelssohn’un çabaları ile yeniden tanıtıldığını düşünürsek, klasik müzikte günümüz besteci ve dinleyicisi arasında yaşanan anakronizmi daha iyi anlayabiliriz. Bunu, müzikte tonalitenin zorlanıp kırıldığı 19. yy. sonundan 1945’lere kadar süren ve adeta birbiri üstüne yığılan yeniliklerin, dinleyici üzerinde yarattığı şaşkınlığa bağlayabiliriz. Düşünün ki, Rönesans’tan 20. yy. başına kadar, klasik müzikteki dönemler 150 ya da 100 yıl gibi periyotlarla dinleyicinin beğenisini dönüştürmeyi başarırken, emresyonist, expresyonist, politonal, bitonal, atonal, mikrotonal çalışmaların hepsi neredeyse 45 yıla sığdırılmıştı. Bu kadar hızlı bir değişimi dinleyicinin özümsemesi beklenemezdi. Popüler müziğin, klasik müziğin ezgiden kaçan denemelerine karşın basit melodi ve ritme bağlı karakterinin kitleler üzerindeki çekiciliğini de eklersek, dinleyicinin gününün müziğinden kopuşunun ilk aşamasını anlayabiliriz. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise, elektronik müziğin gelişimi, avantgarde (öncü) çalışmaların alanını genişletti, hızını da arttırtdı. Stockhausen, Boulez, Nono, Maderna gibi bestecilerin öncülüğünde ilerledi. Krenek ve John Cage’in rastlantı kavramı, Xenakis’in müzik dili ve tını oluşumundaki olasılık hesapları, Penderecki’nin elektronik ve çalgısal sesleri birleştiren tını arayışlarını üst üste topladığımızda hep, müziğin hiç olmadığı kadar entelektüel bir alana kaydığını görüyoruz. "Duygunun düşünceleştirilmesi" olarak gördüğüm müzik üretiminde, akli düzenlemenin bu kadar ağırlık kazanması, müziğin, diğer sanatlardaki genel eğilime uygun olarak içe kapanması, kitlesel klasik müzik dinleyicisi ile bestecinin bağını önemli ölçüde kopardı. Bugün bile yüzyıl önceki atonaliteyi sindirmekte zorlanan ortalama klasik müzik dinleyicisi, pop müziğin standart kolaylıklarıyla, avantgarde müziğin entelektüel ağırlığı arasında sıkıştıkça çareyi neredeyse "müze bekçiliği"nde buldu. Bu noktada bestecilerin öncü çalışmalarını suçlamak yanlış olur. Onlar teknolojinin getirdiği olanaklar, sosyal değişim, çağın düşünsel akımları, sorunları ve bunalımları içinde, tabii ki özgürce arayışlara girecek. Son 40 yılda,öçağdaş müzik" gibi genel bir tanımın dışında,öyeni müzik" olarak adlandırılan bu çalışmaların kendi dinleyicisini bulmaları Türkiye’de kurumsal değil, idealist müzisyenlerin çabalarıyla sürüyor. Ama "yeni müziköten önce çağdaş müzikle bile yeterince tanıştırılmamış bir dinleyici çoğunluğu karşısında işleri gerçekten zor!
"Yeni müzik"in dinleyicisi, çağdaş müziğin Şostakoviç’te bitmediğini bilen ve konser izlemeyi daha çok bir "entelektüel çaba" olarak görenlerden oluşuyor. Bu durumda, müzik beğenileri romantik dönemde takılıp kalan dinleyici çoğunluğunu yeniden konser salonlarına çekmek isteyen orkestralar, şefler ve hatta solistler için "entelektüel azınlık" ne yazık ki görmezden gelinebilecek bir azınlıktır; Türkiye’de ve tüm dünyada...
Günümüzün şefleri konser programını düzenlerken, 20. y.y.’ın ilk yarısında etkin olan ünlü orkestra şefi Charles Munch’un önerilerine uymayı sürdürüyorlar: "Önce bir klasik senfoni... Haydn’ın, Mozart’ın senfonilerinden biri. İkinci yapıt güç bir partisiyon olmalı! Bartok’un, Stravinski’nin ya da Alban Berg’in yeri burası olmalı. Sonunda bir büyük senfoni..."
Ama aynı şefler Munch’ün bir sonraki şu önerisini duymazdan geliyorlar: "Aslında şefin bir görevi de genç bestecileri korumak, savunmaktır. Programlarıma her zaman klasik ve romantik dönemin yanında modern müzikten de örnekler yerleştirmişimdir. Öncü akımlarla, yeni armonik buluşlarla, alışılmadık biçimlerle içli dışlı olabilmek için dinlemeliyiz".
Ben hep, Munch’ün birinci önerisini "tembel şefler", ikincisini de "çalışkan ve cesur şefler" için söylediğine inanmışımdır. İstediklerini duymak için konsere gelen dinleyiciyle, kendini geliştirmek, ufkunu genişletmek için gelen dinleyici çoğunlukla aynı salonda buluşur... İki çeşit dinleyiciyi de mutlu etmek gerçekten zordur. Ya bugünün genç şefleri? Değil yeni müziği, kendileriyle yaşıt kaç çağdaş bestecinin yapıtını konser programına koyabiliyor?.. Akbank Oda Orkestrası’nın daimi şefi Cem Mansur, Schnittke ve Raskatov’un çalışmalarını İstanbullulara sunma cesaretini gösteriyor. Her konserde programa aldığı bir çağdaş hatta öncü yapıtın, dinleyiciden olumlu tepkiler aldığını gözlüyorum. Buna karşın "canı istediğinde" müzik eleştirisi de yapan bazı köşe yazarlarımız öncü değil çağdaş yapıtların çalınmasına bile destek yerine köstek olabiliyor. Birçok keman konçertosunun Türkiye’deki ilk seslendirilişini gerçekleştiren keman virtüozumuz Suna Kan bile, programlarına çağdaş eserler koymaya çekindiğini söylüyor: "Yıllar önce CRR’de Gülay Uğuratay ile verdiğimiz konserde, eserlerden biri de Bülent Arel’in bize ithaf ettiği "Keman Piyano Sonatı"ydı. Hıncal Uluç bir yazı yazdı,’Suna Kan ve Gülay Uğuratay’ı dinlemek için keyifle gittik konsere, böyle bir eser çalınır mıydı, bizim günahımız ne?’ diye soruyordu. Her konuda çağdaşlığı destekleyip müziğin Çaykovski’de kalmasını beklemek ayıp değil mi?"
Aslında bu ayıbın alanı, Türkiye’nin müzik kurumları ve konservatuvarlarını da içine alacak kadar genişliyor. Savaştan çıkmış Almanya’da, 1947’de Dr. Wolfkang Steinecke’nin Darmstadt Müzik Akademisi’nde "çağdaş müzik akımları" ile ilgili kurslar alırken, Türkiye’deki konservatuvar eğitimi, o gün için bile tutuculuğa kaymış olan "yeni klasikçi" Hindemith’in müzik anlayışına teslim edilmişti. 50 yıl sonra bugün de konservatuvarlarımızdaki müfredat, değil yeni müzik, çağdaş müziğin bile çok uzağında... Yeni müziğe göre eski kalan Penderecki’nin ‘60’lı yıllardaki eserlerini çalacak notasyonu bile tanımıyor öğrenciler.