18.07.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:
Bezmen ticari hayatının ölümünü göreli yıllar oldu. İSKİ skandalı, tarihi eser kaçakçılığı, vergi kaçırma davaları derken ABDye kaçtı; geri geldi, bu arada boşandı, "o benim aşkım" dediği annesini kaybetti... En önemlisi, Türkiyede yolsuzluk denince adı akla ilk gelenlerden biri haline geldi.Şimdi yeni bir kimlikle yeniden doğmaya çalışıyor. "Memonun Olağanüstü Maceraları" (İnkılap Kitabevi) adlı bir romanı çıktı. Söylediğine göre üç romanı, bir de otobiyografisi bilgisayarda hazır duruyor, basılacakları günü bekliyor. Konuşmaya tutuk başladı, konuştukça açıldı... Kitabından bahsederken parlayan gözlerini, hatırlamak ve hatırlatmak istemediği günleri anlatırken görmek mümkün değildi. Mezun olduğu lisenin 100üncü kuruluş yıldönümü için geçen hafta İsviçreye gitmiş Halil Bezmen. Ve beraber mezun olduğu arkadaşlarıyla karşılaşmış, neredeyse 50 yıl sonra. Ama bu buluşmadan pek memnun değil. Onların yaşlanmış halini "Ölümü gördüm" diye anlatıyor. Hayır. Size nasıl yazdığımı anlatayım: Bilgisayarın başına oturuyorum ve başlıyorum. Adam yataktan kalktı, ayağı takıldı, kafa üstü çakıldı. Şimdi ne olacak? Nasıl biteceğini ve ne yazacağımı hiçbir zaman bilmiyorum, yazarken öğreniyorum. Bir olayı çözmeye çalışıyorum, oradan bir şey çıkıyor, birine bir şey söyletiyorum, beğeniyorum, ona cevap yetiştiriyorum... Böyle gidiyor. Bir plan yok. Plana inanan biri değilim. Kitabı bir plana göre kuranların, plana uygun bitirdiklerinden de emin değilim. "Allahı en çok güldüren, plan yapan adamlardır" derler. Kitapta macera, ihanet, derin devlet, intikam, aşk, seks, sosyalist devrim, Amerikan Senatosu, cinayet... her şey var. Her şeyden olsun da çok satsın diye mi? Bunu ben de çok düşünüyorum, evet, acayip, nereden geliyor aklıma? Bir yerden duymuş ya da okumuşum herhalde. Ama tuhaflıklar çıksın diye gayret ediyorum. Çünkü tuhaf bir şey yoksa kitabın önemi kalmaz, insanlar gazeteyle yetinir. Kıskançlık, sek, cinayet orada da var. Kitapta bir kadının kamburuna penislerini sürten adamlar; Memonun, sevgilisinin felçli kolunu erotik bulması gibi alışılmadık cinsel unsurlar var. Bunlar nasıl geldi aklınıza? Hayır demek zor. Bunlar muhakkak bir yerde içimde oluşmuş. Yoksa niye başka bir şey değil de bunlar çıksın? Yatağa güzel bir kadın geliyor, onunla konuşmaya bile gerek yok, iş bitiyor, kadın gidiyor. Her erkeğin hayali. Bunun dışında; bir kabilenin tüm kadınlarıyla yatma, lezbiyen çifti sevişirken izleme, gece vakti uyurken güzel bir kadının pat diye yatağa girmesi gibi, pek çok erkeğin fantezilerini de eksik bırakmamışsınız. Bunlar aynı zamanda sizin de fantezileriniz mi? "Yaşlılık kabahat oldu. Ben 65 yaşındayım ama kendimi yaşlı hissetmiyorum, kabahatim yok" Bunu düşündüm, yüzde beş civarında olduğuna karar verdim. Çok hafif yani. Ama düşünceler hep benim tabii. Aklımdakileri karakterlere söyletiyorum. Kimisini iyi adama, kimisini kötü adama... Benim içimde iyi insan da var, kötü insan da var, rezil herifler de var, temiz insanlar da var. Düşüncelerimi karakterlere dağıttım. Romanınızın adı "Memonun Olağanüstü Maceraları". Bu bir biyografik roman mı? Aslında Halilin olağanüstü maceralarını mı okuyoruz? Dünya o kadar gençliğe gidiyor ki, bugün yaşlı olmak kabahat oldu. Herkes gençleşmeye çalışıyor. Şampuanları, elbiseleri, eğlence tarzları... Tamamen gençliğin estetiği ve güzelliği üzerine kurulu bir dünya. Peki, o zaman söylettiğiniz bazı laflar üzerine konuşalım: "Yaşlı olmak kabahattir". Siz de böyle mi düşünüyorsunuz? 65. Kaç yaşındasınız? Hayır. Bir kabahat işlemedim yani. Kendinizi yaşlı hissediyor musunuz? İşin anahtarına değindiniz. Bu kitabın adı başlangıçta "Anahtar" olacaktı, sonradan değişti. Anahtar cümle de buydu. İşin özü şu: Kimin gücü varsa ancak o kötülük yapabilir. Bu düşünceye kitapta sık rastlarsınız. Kitabın bir yerinde "Güç, kötülük yapabilme ruhsatıdır, kötü olabilme iznidir" diyorsunuz. Kudretli olduğunuz dönemlerde hiç kötülük yaptınız mı birilerine? Hayır. Hep bir şeyler yapmaya, üretmeye çalıştım. Başkalarının sırtına binerek bir şeyler yapmadım. Soruya dönersek: Hiç kötülük yaptınız mı? "Bir işçi yılda yaklaşık 2 bin saat çalışır, ben ilk kitabımı yazmak için tam 6 bin saat çalıştım" Sadece kadınlar değil, tüm insanlar böyledir, evlilik kontrolün kimde olduğunun savaşıdır. İster şirket olsun, ister futbol takımı olsun, iki kişi bir aradayken kontrol mücadelesi başlar. Kadınların kontrol merakından söz ediyorsunuz bir yerde. Siz hep böyle kadınlar mı tanıdınız? Hayatımı biliyorsunuz. Ben her şeyini kaybetmiş bir insanım. Kazanıyorsun kazanıyorsun, sonra bazen de tümünü kaybediyorsun. Siz de iki kez evlendiniz. Mücadeleyi kim kazandı? Bu bir zaman işi. Şu anda kaybettim gibi görünüyor. İki sene sonra bakıyorsun, kaybettiğini sandığın an, en büyük şansın olmuş... Uzun yıllardır dua ederken Allahtan bir şey istemiyorum. Çünkü o anda istediğim şeyin çıkarıma uygun olup olmadığını anlayamıyorum. Kitapta da "Hayatta çoğu zaman sonun zafer mi yoksa yenilgi mi olduğunu anlamak güçtür" diyorsunuz. Kesinlikle yenilgilerim. Kıyas kabul etmez. Bakıyorum ki tüm zaferlerim Pirus zaferiymiş. Geriye baktığınızda, zaferleriniz mi daha fazla yenilgileriniz mi? Ben 10 senedir yazarım. 10 senedir, günde ortalama sekiz saat yazıyorum. Bu sürede dört roman, bir de otobiyografi yazdım. Bunların ilkini de yeni yayımladım. Dolayısıyla artık işadamı değilim, artık bir yazarım. Siz artık bir yazar mısınız? İş hayatım bitince kendime bir hayat kurmam gerekti. Bu arada hatıralarımı yazdım ve yazma işini çok sevdim. Entelektüel bir faaliyet, kafa işi, beni tatmin etti. Neden yazmaya karar verdiniz? Anıları yazarken sık sık "Yapmadığım şeyleri yapmışım gibi yazsam mı?" diye düşündüm. Anılar bitince kurguya mı geçtiniz? Oldum fakat onlar birikti. Yapmadıklarımı da romanda başkasına yaptırdım, böylece yalan da söylememiş oldum. Hakim olabildiniz mi bari kendinize? Aynen işe gider gibi çalışıyorum. İlham geldiğinde 12 saat, 16 saat yazdığım oluyor. Fakat böyle rekor saydığım günlerde bile 2,5-3 sayfa yazabiliyorum ancak. Disiplinli mi çalışıyorsunuz yoksa ilham geldikçe mi bilgisayar başına oturuyorsunuz? En uygun tabir "ağır işçilik". Resmen yeraltındaki kömür madenlerinde çalışmak kadar ağır. Mahveder insanı. Fabrikadaki işçilerde görürdüm; düşünmeden çalıştıklarında yorulmazlardı. Mesela dikişçi kız bir yandan dikerken bir yandan çocuğunu, annesini, sevgilisini, kocasını düşünürdü ve yorulmazdı. Yaptığı işi düşününce çok yoruluyor insan, yazarlık da tam böyle. Bu kitabı 6 bin saatte yazdım. Bir işçi, hafta sonunu ve diğer tatilleri çıkarırsanız günde sekiz saatten yılda 2 bin saat çalışır. Yani üç yıl çalışmışım bu kitap için. Yazarlık zor bir iş mi? Satmazsa, daha doğrusu okunmazsa, üzüntü olur tabii. O zaman diğer dört kitabım bilgisayarda tozlanacak. Bu kitap satmazsa ne olacak? Belki satış açısından dediğiniz doğru. Ama eski hayatımı, eski Halili hatırlatacağı için istemedim. Yeni bir Halil görülsün istiyorum. Ticari açıdan bakılırsa, ilk kitap olarak otobiyografiyi seçmek daha avantajlı olmaz mıydı? Hayır, tam tersine çok yumuşak. Hatta gazeteci bir arkadaşıma okuttum, o da yumuşak buldu. Sivri dilli bir kitap mı? "Unutulmak mümkün ama iade-i itibar imkansız" Dünyada ne varsa ilgileniyorum, vaktim var çünkü. Otobiyografiler, romanlar, tarih kitapları okuyorum. Hayatınızda yeni bir dönem başladı, yeni ilgi alanlarınız da var mı? O kadar kaldı. Çocukları okutacak, beni de rahat yaşatacak kadar bir şeyler kaldı. Ama lüksüm yok. Her şeyimi kaybettim dediniz. Geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz? Hayır. Büyük salaklık olur bu. Son birkaç senedir şunu tespit ettim ki, para harcamak, para kazanmaktan zor benim için. Çok angarya. Ev alacaksın, otomobil alacaksın, pahalı sevgili tutacaksın, yatırımlarınla uğraşacaksın falan... Bir sürü iş... Yeniden para kazanmak için girişimde bulunacak mısınız? Zannetmiyorum. Ben her şeyimi kaybettim dediğim zaman, en önemlisi şerefimi kaybettim. O bir daha geri gelmez. Bakkalda satılmıyor ki bu... Onunla yaşayacaksınız artık. Bu onu telafi etmez. Unutulmak mümkün ama iade-i itibar mümkün değil. Çok çalkantılı bir dönemi geride bıraktınız. İnsanların sizden hoşlanmadığı, hatta yolsuzluğun sembol isimlerinden biri olarak gördüğü günler geçirdiniz. Bu kitap ya da yazarlık, kaybettiğiniz sempatiyi geri getirebilir mi? Hazırım. Yeter ki beni tekrar işadamı, sanayici olarak değil, yazar olarak çıkarsınlar. "Şöyle kötü yazmış, şöyle iyi yazmış, amma palavra atmış" desinler... Tamam abi... Güzel... Pek ortalarda görünmüyordunuz. Bu kitapla medya ve kamuoyu yine sizinle ilgilenecek. Hazır mısınız? Maalesef bir çağrışım yapacaktır. Onun da çaresi yok, göze alacağım. Ama herhalde farkındasınız ki o tek başına gelmez. Eski Halil Bezmeni de hatırlatır. "Kendimi iyi bir işadamı sanıyordum, değilmişim" Hayatı çok seviyorum. Sen ne yaparsan hayatı, ona dönüşüyor. İşin yüzde 90ı şans ama bunu nasıl kullandığın önemli. Neşeli, hayatınızdan memnun bir haliniz var. İyi misiniz? Kitap yazmadığım günler boş kaldım demektir. Ha babam yazıyorum. Siz nasıl kullanıyorsunuz? İşadamı olarak bütün dünyayla devamlı mücadele halindesiniz. Kitapta ise kendinizle kavga ediyorsunuz. Dolayısıyla tahmin ediyorum ki, sevilmeme oranım büyük çapta düştü. Çünkü bir "yok" oldum. "Bir şey" idim, "bir şey değil" oldum. Rahatlık insanlarla ilişkinize yansıdı mı? Daha çok sevilen biri oldunuz mu mesela? Görürdüm ama değilmişim, bu ortada. Sonunda iflas ettim. Kendinizi iyi bir işadamı olarak görür müydünüz? Kendim hakkında daha karar vermedim. Peki, iyi bir yazar olarak görüyor musunuz? Hayır. Ben zaten işadamlığı hayatımın mühendislik kısmını sevdim. İyi bir mühendistim. İşçilerle ve makinelerle çalışmayı severdim. Finans, ticaret gibi tarafların fazla bir çekiciliği olmadı. Özlüyor musunuz işadamı olduğunuz günleri? Prensipler konusunda son derece katıydım. Müştereken koyduğumuz prensiplere uymayanlara karşı son derece serttim ama insanlara, hata yapanlara karşı yumuşaktım. Eğiticiydim, çok insan yetiştirdiğimi düşünürüm. Bugün tekstil piyasasında "Ne öğrendiysek Halil beyden öğrendik" diyecek pek çok insan olduğuna inanıyorum. Nasıl bir patrondunuz? Çok kapalıyım artık. Dört tane arkadaşım var. Zaten hayatımın yarısını İstanbulda, yarısını küçük oğlumla beraber Pariste tuttuğumuz apartmanda geçiriyorum. Sokağa falan çıkıyor musunuz yoksa kapalı bir hayat mı sürdürüyorsunuz? Aramız iyi, herhangi bir kırgınlığımız yok. Eski karılarınızla ve üç çocuğunuzla ilişkiniz nasıl? Ilık. Maalesef eski sıcaklığında değil. Ama ben babamı hâlâ çok seviyorum. Peki babanızla? Daha dinmedi. Ama o babadır, eşit değiliz. Ona ödeyeceğim borç asla bitmeyecek. O yüzden, "Ben onu affettim, o da beni affetsin" diye bir şey söyleyemem. Onun öfkesi dindi mi? Üzülüyorum, haksızlık ettiğine inanıyorum ama yapacak bir şey yok. Babam haksızlık yapma hakkına sahip. Baba çünkü. igursoy@milliyet.com.tr Hâlâ öfkeli olduğunu duyduğunuzda, gördüğünüzde ne hissediyorsunuz?