PazarTaş taşa değmeyince duvar olmaz...

Taş taşa değmeyince duvar olmaz...

08.08.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Köyde kimse kalmamış. Gençler buraya gelmiş, ihtiyarlar orda. Köyde bir sönüklük var. Mesela 1945lerde, bizim köyden nerden baksan en azından elli-altmış tane delikanlı çıkardı..."

Taş taşa değmeyince duvar olmaz...

Tarihe 1000 Canlı Tanık 1929da Sivasın Suşehri kazasının, Akıncılar nahiyesinin, Dündar köyünde dünyaya gelmişim. O zaman köyde 70-80 hane varıdı, taş taşa değmeyince duvar olmaz derler ya hani, komşuluk varıdı. Bugün münakaşa yapar, yarın barışırlardı böyle. Amcamlarla birlikte 25 nüfusuduk tek bir evde... Babam bir süre sonra İstanbula gelmiş, para kazanmak için. İstanbulda tabii o zaman kimse yok, Türkiyede fazla işadamı da yoktu, en fazla Rumlar, Ermeniler, İngilizler ve Museviler vardı. Böyle kişilerin yanına, inşaata girmiş. Hatta o zaman anlatırlardı, babamlardan önce bir adam köyden buraya yürüyerek üç ayda gelmiş. Babam 25 kuruş yövmiye alırmış. Sonra amcalarım gelmiş İstanbula. Babam dönünce verem oldu, vefat etti. Annem sahip çıktı bize. Annem çok babayiğit bi hanımıdı. Ağa kızıydı. Bel küreğini aldı mıydı, sabahtan akşama kadar tarlada çalışırdı. O zaman böyle yoğudu, karı gitsin, çocukları bıraksın, evlenme falan bunlar, yoğudu. Bekliyordu o kadın o çocuklarının başını, büyütüyordu. Beş kardeştik biz, ikisi kız. Bizim o zaman, 200 koyunumuz, sürümüz varıdı, reçberlik yapıyoduk." 1939 yılında yaşanan Erzincan depreminden Dündar köyü de etkilenir. Ahmet Kaya 10 yaşındadır. Aynı dönemde babasının ölümünden sonra birlikte yaşadıkları amcasının yanından ayrılırlar ailece. Ahmet Kaya ve ağabeyleri mal taksiminden paylarına düşenle evin geçimini sağlamak için çocuk yaşta çalışmaya başlarlar. "Köyde eski Türkçe ezan okurlardı. Böyle Allahüekber, Allahüekber... Eski Türkçe ezan okumak yasaktı o zamanlar. Ezan zamanı, candarmalar gelirdi, ki bakalım bunlar nasıl okuyolar ezanı diye. Candarmaları gördükleri zaman bizimkiler yeni ezanları okurlardı, Tanrı uludur, Tanrı uludur diye. Fakirdi köyümüz, yol, araba yoktu. Hastalık olunca kasabaya gidilirdi. İki tane, üç tane kadın doğum yaparken öldüler. Yapamadılar doğumlarını, kimisinde çocuğun kolu geldi, kimisinde de çocuğun ayağı geldi, ebeler uğraştılar, kurtaramadılar. Kadınların öyle bağıra bağıra öldüğünü biliyorum. Bir de babayiğit bir adam varıdı, o da apandisti patladığı için öldü. Hastane yoğudu, ölen ölürdü, ölmeyen kalırdı." 1929da Sivasın Suşehri, Dündar köyünde doğar. Çiftçilikle geçinen Nafiye hanım ve Hüseyin beyin beş çocuğundan biri olarak çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını köyde geçirir. Okuma- yazmayı askerlik döneminde öğrenir. 1950 yılında ailedeki pek çok erkek gibi o da taşı toprağı altın İstanbula gelir. Bir süre kalır ve para biriktirir. 1956 yılında Muhlise hanım ile evlenir. Tekrar İstanbulun yolunu tutar, bu kez yalnız değildir. Bir otelde çalışmaya başlar, ardından köşklerde çalışır ve daha sonra hâlâ yaşadığı Modadaki bir apartmanda kapıcılık yaparak hayatını kazanır. 1985 yılında emekliye ayrılır ama yarım asra yakın yaşadığı İstanbuldan kopamaz. Dört çocuğu İstanbulda doğar ve büyür. Modadaki kapıcı dairesinde görüştüğümüz Ahmet Kayanın yaşam anlatısının ilk bölümünde köyündeki yaşamına yer verdik. "Köyde mesela, ufak bir olay olduğu zaman köyün muhtarı işi hallediyordu, ölüm olmazsa tabii. Bir de vergi tahsildarı gelirdi köye. Köyün bekçisi ona hizmet ederdi; işi buydu. O zaman işte yol parası varıdı biliyorsunuz, alem diye tarla vergisi alıyorlardı. Gelip oturuyordu tahsildar köye; işte kimisininki az, kimisininki çok, yol vergisi toplardı. Altı lira yol parası ama veremiyordu çoğu, altı tane çocuk olursa, yol parasından kurtarıyodu. Bazılarının yok, veremiyo, napıcak, ya gidip çalışacak ya hapis olacak. Bizim köylerimiz böyle dağ köyüdür, dağda, hayvancılık olur, ovada hayvancılık olmaz. Ama bizim köylerden işte düşkün olanlar ovaya giderler, ovada ırgatlık yaparlar, mevsimin sonuna kadar, para kazanırlar.Kardeşlerimle birlikte kendimizi toparladık. Büyüdük. Davarlarımızı satardık Şebinkarahisara götürüp. 10 tane seçerdik. İki günlük mesafe Şebinkarahisar. Davarları satar, 20 lira, ya 10 lira bi para zor toplardık. Alaman pazeni alırdık, böyle genç kızlar için. Bize de Amarikan bezi alırdık, iç çamaşırı yapmak içün. Kuruşudu paralarımız. Kıyıları kertikli para, bir kuruş varıdı, ortası delik, iki buçuk kuruş, paralarımız böyleydi. Nahiyeden gazyağı alırdık, elektrik yoğudu, lamba yakıyoduk böyle, efendim şeker alıyorlardı, işte hali vakti olanlar çay alıyorlardı. Amcamlardan ayrıldıktan sonra evin büyüğü olduk, tek başımıza gitmeye başladık. Suşehri 12 saat çeker yürüyerek, bizim köyden. Sabah namazı kalkardık, doğru Suşehrine. Orda yatardık, hanlar varıdı, böyle, hayvanları bağlamak için atları filan, hanlar varıdı. Hanlarda ranzalar varıdı, paran yoksa, gidip orda yatacaksın ki, sabahleyin işini göresin. Paran varsa, oteller varıdı o zaman, fakat deprem felaketinde Suşehri tamamen yıkılmıştı, yani yokluk çoğudu o zaman. Banka kredi verirdi, onu almaya giderdik kasabaya. Zarar görenlere, kredi veriyodu hani 25 lira, faiziylen, sonbaharda ödemek şartıyla. Gittik parayı aldık, bir başımayım. Baktım orda sabahçı kahvesinde komşular hep oturuyolar, birkaç kişi. Annemin korkusundan da, aha bi yere kıpraşamıyoduk. İki buçuk lira param var, pembe paralar böyle. Herif, üç tane kağıt alıyo eline, biz gözlüyoruz hep. İşte Bul karayı, al parayı bilmem ne, diyor. Diğer herifler basıyolar parayı, meğersem onların takımları varmış, ne bileyim, çocukluk. Şu dedim, işte kara şurda. İki buçuk lirayı bastık oraya biz, sabahçı kahvesinde Suşehrinde. Adam açtı ki, siyah değil, karo, kırmızı çıktı, kaybettik. Bikaç tane de bizim köylü vardı orada. Uzaktan akraba oluyordu biri, Ben sana iki buçuk lira veriyim, paranı geriye al dedi. Para geri alınır mı, sen aklı başında bi yaşlı adamsın, biz çocuğuz, dedim ve almadım. Biz yayan geliyoruz, yörüyerek geliyoruz. Atına binen geliyor köye. Geldik işte, yanımdakine dedim ki Ahmet dayı, acaba dedim, annem duydu mu, annem bizi döver şimdi gittik miydi beni, döverler. Neyse, geldim annem de hiç rahmatlık bozmadı beni, söylemedi kimilen ne yaptın diye, onu öyle atlattım." Amcaları ve onların çocukları arasında taksim edilen mallar, ailenin mal varlığını ve kazancını azaltır. "Tarlaları böldük, taksimat ettik, amcam herkesin hakkını verdi. Yavaş yavaş köyde gurbete gidip çalışanların sayısı arttı. Çünkü bizim köyde, iş çok azdır, ovada çoktur. Daha uzağa da gidenler varıdı." Bul karayı, al parayı "Bizim köyde, bir Mehmet ağa diye birisi varıdı, gelmiş buraya, İstanbula. O zaman işte, o İngilizlerin yanına bekçi olarak, ilk defa bizim köyden birisi gelmiş. Ondan sonra tekrar bi Veli dayı diye birisi gelmiş, Kadıköyüne şımacılık yapmış, ondan sonra işte, babamlar gelmişler, yavaş yavaş akıl etmeye başlamışlar, yolları. E, işte o zaman onlar da geldikleri zaman burada, ecnebiler çoğudu, İngilizler, Rumlar, Fransızlar, efendim Museviler, İtalyanlar, hepsi varıdı. Kurtuluş Savaşından sonra bi taksimat yapmışlar, paşaların elindeydi o zaman biliyosun hükümet, istediklerini yapıyolardı. Şimdi Mehmet ağa, bir iki senede bir köye gelirdi. Geldiği zaman köye, şöyle kınalı şekerler getirirdi. Karısı Kaymak hatun çağırırdı bizi, giderdik onlara. Mehmet ağa gelmiş, bilirdik. Böyle bir çuvala yakın fındık, fıstık, kınalı şeker, küçücük şekerlerden, çerez, getirirdi. Babayiğit adamıdı. Eşi Kaymak hatun hepimize kınalı şeker verirdi. Gelinlere, kızlara dağıdırdı. İstanbuldan gelenler anlatılardı işte, iskarpin giyerlerimiş İstanbulda... İşte böyle gezerlerimiş, İstanbulda, denizde yıkanılırmış, efendim, hanımlar gezerimiş, pilajlar varımış. Mehmet ağa bizim köyden birine burayı gezdirmek istemiş. Ulaan şuraya bak demiş, denizi görünce böyle bu, lan ne güzel koyun yayılacak demiş, bi otlak varımış ama, orayı da demiş su basmış. Mehmet ağa da Allah Allah demiş, adam bilmiyo ki, denizin ne olduğunu diye düşünmüş. Adam köye geldi, biz depelerin içinde oturuyoruz, İstanbulda öyle düz yerler var ki, hep su basmış o düz yerleri diye anlattı. Tüm bunlar görgünün kısalığından ileri geliyordu tabii." Kınalı şeker Köy odalarında anlatılan bu hikayeleri dinleyen Ahmet Kaya arkadaşlarıyla o dönemde, gelecek hayalleri kurar sık sık. "Arkadaşlar bir araya gelir derdik ki efendim işte benim şu kadar sürüm olsun, bu kadar böyle bir adam olayım, atım olsun, o zaman araba yoğudu tabi. İşte zengin olayım, şu kim desinler, işte Ahmet falan, böyle yürümemi veyahut hareketlerimi değiştirirdim. Daha ilerleyim diye böyle bi hayaller kuruyoduk, kurmaz değildik... Ordan büyüdük tabi... Büyük abim var, o geldi buraya, Kuruçeşmede kömür vinçlerine girdi, orda çalışıyor. Askerliğini etti, ordan ikincisi geldi, o da askerliğini etti, Pera Palas Oteli var, Tepebaşında biliyorsun, o da gitti orda çalışmaya başladı. E ben köydeydim, köyde."Bir süre sonra ailenin tüm erkekleri gibi Ahmet Kaya da İstanbula gelmeye karar verir ve yola çıkar: "İstanbula üstü açık bir Doch kamyon, onunlan geliyoruz, öyle yükler, çuvallar muvallar kamyonun dibine döşedük. 10 lira verdim, kamyona bindik. İşte eşya taşıyan kamyonlar var ya onlarla. Kamyon, üstünde bi branda var, arkası açık, toz toprak içinde. Kalktım geldim, üç günde, ne pislik çektim, yol yok, toz toprak, üç günde geldim buraya işte, buraya geldiğim zaman bizim amceler, mamceler varıdı burda, gelmişlerdi onların yanına gittim." Atım ve param olsun "Bir tanesi işte gine gitmiş yol vergisi için çalışmaya. Adamın karısı da doğuracak, altıncı çocuğu. Altı çocuk olunca vergiden muaf, çalışmasına gerek yok. O getmiş neyse orda çalışmış, elleri böyle nasır olmuş, balyozulan daş kıra kıra. Köyden sabahtan çıkarmış adamlar. Yine bir gün azık getiren bekçiyi görmüş adam, sormuş, Lan noldu, daha bizim hanım doğurmadı mı, benim ellerim acıdı" diye. O bağırırmış, Doğurmadı daha işte, doğurmadı, ne yapıyım filan derkene, üç beş gün sonra hanımı doğurmuş. Gine tekrar bağırmış ordan. Noldu, bi oğlun oldu demiş, doğurdu hanımın demiş. Efendim öyle deyince, adamın elleri patlamış, balyozu vura vura. Ordan kapağı atıyor, gidiyor kazaya adam öyle üstünün başının çamuruylan, tozuylan toprağıylan, elleri o vaziyette, doğru nüfus memurluğuna giriyor, memur bakıyor adama, Noldu yahu diyor, adam da iri yarı, babayiğit biri. Efendi şu ellerime bak, bizim karı doğurmuş, altıncı çocuk oldu demiş. Altı çocuk olduğunun belgesini götürmüş de kurtulmuş çalışmaktan." Yol vergisi "Köyümüzde eskiden düğünlerin usulü varıdı, yani manzarası çoğudu. Cirit oynarlardı. Şakalar varıdı. Mesela siz bizim köyümüze geliyosunuz, gelin almaya. Bizim gençler sizi karşılıyorlar. Köyün önünden bi ırmak geçiyor. Geldiğiniz zaman, hoş beşten sonra, sizi hemen ordan kucaklamalarıylan, doğru götürüyolar iyice suya basıyorlar. Ama tedbir de alıyorlar, elbiseleriniz, ayakkabılarınız hepsi hazır verecekler, değiştireceksiniz. Sonra düğün başlıyor. Öyle bi zevk alırlardı, şimdi bunların hiçbirisi yok. Şimdi 10 tane köyü toplasan, eski köyün insanı kadar olmuyor." Düğün alayı İki yıl içinde yüzlerce kişi ile günlerce süren görüşmeler yaptık, yapıyoruz. Onlarca kaset, onlarca fotoğraf... İşte bu görüşmeler arasından seçilen yaşam anlatımlarını, 76 haftadır Milliyet sayfalarında sizinle buluşturuyoruz. Tarih Vakfı olarak, toplumun farklı renklerini, seslerini temsil edecek 70 yaş ve üzerindeki kişilerin yaşam öykülerini kaydetmeyi ve onlarla Türkiyenin en kapsamlı sözlü arşivini oluşturmayı hedefliyoruz. Tarlalarda, atölyelerde geçen hayatları, zanaatlerin inceliklerini, "sıradan" insanların sıradan olmayan öykülerini dinleyebilmemiz, kaydebilmemiz için sizin desteğinize ve önerilerinize ihtiyacımız var. Oluşturulan sözlü tarih arşivi ile tarih bilgimizin ufkunu geliştirmeyi ve gelececekteki sosyal tarih çalışmaları için değerli bir birikim oluşturmayı amaçlıyoruz... DEVAM EDECEK Kaynak kişi önerilerinizi ve maddi desteklerinizi bekliyoruz. Telefon: (0212) 327 86 58 Faks: (0212) 227 37 32 e-posta: tbct@tarihvakfi.org.tr Proje danışmanları: Doç. Dr. Aynur İlyasoğlu, Doç. Dr. Esra Danacıoğlu Görüşmeyi gerçekleştiren: Gülay Kayacan Görüntü kaydı : Tamer Üstel Deşifre / redaksiyon: Sevil Üzrek Yayına hazırlayan: Tuba Çameli Gelecek hafta: Ahmet Kaya İstanbullu oluyor. "Türkiyenin ilk geniş kapsamlı sözlü tarih arşivine doğru..."

KEŞFETYENİ
Dünyanın en zengin üçüncü insanı evleniyor! Venedik'i resmen kapattı
Dünyanın en zengin üçüncü insanı evleniyor! Venedik'i resmen kapattı

Cadde | 23.06.2025 - 15:43

Milyarder Jeff Bezos ve gazeteci Lauren Sanchez, İtalya’nın Venedik kentinde milyon dolarlık düğünleri için geri sayıma başladı.

Yazarlar