07.11.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:
Romancı İşigüzel, Başbakan Erdoğan'ın edebiyata bakışını şu sözlerle eleştirdi: Hanene Ay Doğacak... Sarmaşık... Çöplük. Genç bir yazar olmanıza karşın, sarsıcı romanlarınızla 10 yılda okur kitlenizi yarattınız. Sırada 'politik roman' var. 'Kitap okunmuyor' denilen 2005'te roman patlama yapmış. 10 ayda 239 yeni roman. Frankfurt'ta Orhan Pamuk'un 'roman sanatına övgü' konuşması da hayli etkileyiciydi. Halkın kitaplarla arasının hâlâ kötü olduğunu düşünüyorum, nasıl iyi olsun ki, 10 yıl öncesinin lise edebiyat kitaplarını karıştırdım,hepsi beter örneklerle dolu. Bu kuşak 10 yıl önce edebiyatı bu örneklerle öğrenerek yola çıktıysa bugün bir romancıyı, bir romanı sevmesi mümkün değil. İnsanlar kitaptan korkuyorlar, romana uzaklar. Bu kitap korkusunu yıkmak çok zor. Tayyip Erdoğan, Adnan Şenses'i sevdiği kadar, 'Beraber yürüdük biz bu yollarda' şarkısını sevdiği kadar bir romanı sevseydi Türkiye'de kitabın kaderi değişirdi. Şahsi siyaset yapılıyor Öyle söylüyor ama sonrasında da "Şiir okuyup hapse girdiğimde barolar neredeydi?" diye soruyor. Dolayısıyla siyaset kişisele dönüyor. İyi bir roman okuru asla başbakan olduğunu unutmaz o noktada. Çok şahsi siyaset yapılıyor. 29 Ekim'de zirvedeki küslük de şahsi siyasetin ipuçlarını veriyor. Dolayısıyla alttaki insanların da birbirine husumeti anlaşılır oluyor. Chirac, Türkiye'de 'kültür devrimi' gerektiğini söyledi... Oradaki mesaj, 'din'e değil, toplum - devlet ilişkisinin yeniden düzenlenmesine yönelik. Bir ucu da bir romana gönülden bağlanmak , bir romancıyı sevmeye kadar varıyor. Pamuk'un Frankfurt'ta yaptığı çok güzel bir konuşmaydı. Roman nedir, romancı kimdiri bize anlatmış oldu. Tayyip Bey şiir seviyor. Bir şiir okudu hayatı değişti! Roman yazmak aslında kaşık kaşık dağları taşımak. Bir dünyanız var, kaleminizden çıkan ve her romanımı bitirdiğimde çok üzülürüm çünkü o dünya bana kapılarını kapatmıştır. Çöplük'te 2 farklı kadının hayat hikâyesini aktarıyorum ama sonunda bunlar birbirine geçiyor. Okuru ikna etmeyi başardığımı sanıyorum çünkü bu kimlikler yok. Leyla, Moskova'da Kasparov'un arkadaşı, satranç ustası olabilecek bir Türk kızının hayatı, diplomat olan babasının geçirdiği kaza üzerine değişiyor. Ailesi ölünce 80'lerde İstanbul'a dönüyor. Burada onu bir komünist parçası olarak gören amcası eve almıyor. Kocası da bir generalin oğlu. Düş gücünden yola çıkarak, 'öteki'ni anlamak, anlatmak. Pamuk, romanı, 'yazarın kendini bir başkasının yerine koyma gücü' olarak tanımladı. Okurlarınız da düş gücüyle gerçekliğinin sınırlarında dolaşıyor. Çöplük'te örneğin... 1980'lerin toplumsal tarihini üzerinde inşa edilmiş soluk kesici bir serüven, Leyla'nın öyküsü. Çöplük, kötülüğün çok sıradan olduğunu ortaya koyuyor. Toplumların içinde kurulmamış bir kötülük zembereği var. Bu kurulduğu vakit kötülük saatleri işlemeye başlıyor ki, tarihte bunu çok gördük. Leyla ve Yıldız'ın yaşadıkları da hem toplumsal diretmeler ve baskıdan kaynaklanıyor hem de aile içi şiddetten. Leyla'yı sokaklara iten daha çok toplumsal nedenlerdi. O kadar parlaktı ki, kimse onu anlamadı, sonunda Çöplük'e düşmeyi tercih etti. Onu çok inandırıcı anlattığımı düşünüyorum, herkesin Leyla adında bir satranççıyı aramasından. 12 Eylül karanlığı. Çöplük'teki kötülüklerin, şiddetin arkasında koyu bir faşizanlığın izleri var. Nesin'i sevmediler Çöplük'te ailesinden şiddet gören iki kahramanım var. Roman yazarken vicdansız bir katil gibiyim masa başında. Ama masamdan kalktığımda bir anne olarak özellikle çocukların başına gelenlerden etkileniyorum. Türkiye gerçeklerini okuyunca daha beter dehşete düşüyorum. Malatya'daki çocuk yurduna Temel Karamollaoğlu'nun yardımcısı olan kişi müfettiş olarak atanmış. Karamollaoğlu'nu Madımak olaylarından tanıyorum. Aziz Nesin orada öldürülmek istenmişti. Nesin'in 30 yıldır güllük gülistanlık bir yuvası var. Devletin yapamadığını yakılmak istenen yazar yapıyor. Devletin bunları görmesi lazım. Romandaki Yıldız'ın kaçırdığı çocuk öyküsü var. Malatya'daki yuvada yaşanan şiddet, toplumu bir daha 'öteki Türkiye' ile yüzleşmeye zorluyor. Bu hesaplaşmayı Çöplük'te sert bir üslupla yapıyorsunuz. Nesin'i sevmediler ve halka kötü gösterdiler. Yeni romanımda Türkiye'nin son otuz yılını anlatıyorum. Bu defaki romanımda kurguya gerek kalmayacak. Tarih kurgusunu yapmış. Kötü kahramanları, entrikası var. 12 Eylül korkunç bir milat. Ve halk bunu kendisine karşı yapılmış saymıyor. Son dönemde paşaların Attilâ İlhancı, Nâzım Hikmetçi olmasına ne diyorsunuz. Günün birinde Pamuk'u da anlayacak, sevecekler mi dersiniz? Hepsi var, 28 Şubat, Fethullah Gülen, Tansu Çiller, Hayata Dönüş. 2002'de AKP'nin gelmesi, 30 yıldır bu çemberin içinde olan partilerin elenmesi. Daha çok 80'leri mi, 90'ları mı göreceğiz? 12 Eylül'ü kendisine gösterilen bir şefkat olarak algılayan, 'Bizi kurtardılar 'diye düşünen toplumun bu noktaya gelmesi normal. Çünkü muhakeme etme yeteneği kayboldu. MHP'li olmanıza gerek yok, 'Türk olmak faşist olmak için yeterli hale geldi.' Bir linç psikolojisi estiriliyor. Pamuk'a yapılanlar 10 yıl önce de Der Spigel'e Kürtleri yazdı diye Yaşar Kemal'in başına gelmişti. Kimse 'sen romanını yaz, sus otur' diyemez. Popüler kültürün iflasını yaşıyoruz. Buraya nasıl gelindi? Binbir gece masalına sansür 'Binbir Gece Masalları' Türkiye'de sansürlü satılabilir demek oluyor. Çünkü Hanene Ay Doğacak'ta benim Binbir Gece Masalları'ndan yaptığım bir alıntı muzır bulundu. Bir edebiyat eseri, cinselliği de aykırı yönleriyle ele alabilir. Eğer bunları ayıklamaya başlarsanız, Binbir Gece Masalları'nı sansürlemeye kadar gidersiniz.Bir mantığı yoktu yasağın, sonradan kalktı sansür. Hanene Ay Doğacak, 90'lı yıllar gençliğinin neredeyse başucu kitabıydı; liseli, üniversiteli gençler arasında dolaşıyordu. 1993'te yayımlandığı yıl Yunus Nadi ödülüne değer bulundu, l. Muzır Kurulu'nca yasaklanmıştı. Kitap şimdi piyasada ve sansürlenen satırlarına siyah bant çekilmiş. Nasıl oluyor? Evet, sevdiğim pek çok yazar bana destek verdi. Hanene Ay Doğacak'ın ilginç bir hikâyesi vardır. Başlangıçta Orhan Pamuk'un yazdığı düşünülmüş. Şebnem İşigüzel'i bir takma isim olarak düşünüp bir gazete böyle bir haber hazırlıyor, son anda benim 118'den numaramı bulup arıyorlar ve o haberi yapmıyorlar. Kitap piyasada ama bazı sayfaları karalanmış. Edebiyat çevreleri de karşı çıkmış bu uygulamaya. Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Ahmet Altan'ın da imzalarının bulunduğu 20'ye yakın yazar destek bildirisi yayımlamışlar. İlk romanınızda, orta büyüklükte bir deprem yaratmışsınız... Kill Bill gibi okutuyorum Sarmaşık'ta da, Çöplük'te de, yabancıya, ötekiye felsefi bir bakış vardır. Çöplük'ün aslında hiçbir kahramanını göz ucuyla bile görmedim, tanımadım , kahramanlarımın hiçbiri yok. Tamamen hayal gücüyle yazılmış şeyler. Çöplük'te kaleminizden kan damlıyor! İstanbul, şarkı sözlerindeki gibi, 'insana tuzak kuran' bir kent oldu; trafik, şiddet, çeteler... 7 yaşında bir kızım var. Birlikte sinemaya gidiyoruz. Shrek'te gördüm, zamanımızın masal kahramanlarını Pinokyo'yu, kırmızı başlıklı kızı, kurdu ne hallere düşürmüşler. Artık zaman değişiyor. Yazdıklarım masalsı bir şiddet aslında. Tarantino'nun Kill Bill'de yaptığı gibi okutuyorum ben de. İçiniz kalkmıyor. Çöplük'te Leyla'ya saldıran kurt, 'kırmızı başlıklı kızı' yemeye çalışan kurt masalından hayli farklı ve ürkütücü. Bu çağın masal kahramanları da değişti... Tabuyu doğal anlattım İçinizde bir kitap varsa sizi kimse tutamaz. Hanene Ay Doğacak da biraz öyleydi, bir romancı olmaktan öte edebiyatın her şeyi konu edebileceğine inanıyorum. Tabu sayılan şeyleri anlatabileceğimi düşündüm ama bunu çok büyük doğallıkla yaptım. Yazdıklarımın bir edebi değeri var çok önemli bir ödül aldı. Sonrasında kitabın popüler olmasını istemeyecek şeyler yaptım. Film olmasını istemedim. Lolita'yı okurken onu küçük bir kızı baştan çıkarmaya çalışan bir adamın romanı olarak okumam. Bambaşka bir şey Lolita. İyi bir edebiyat okuru da bence bu kitabın farkını ve ayrı dünyasını görür. Hanende Ay Doğacak'ı o gözle yazdım. Hanene Ay Doğacak için, 'Bugün olsa yazamazdım' demişsiniz. Ensestten ölü seviciliğe pek çok tuhaflık içeren öyküler, çarpıcı bir cinsellik ve çaresiz aşk öyküleri. Genç bir insan olarak ilk kitabınızda böyle bir çıkış okurları İşigüzel ile tanıştırırken çevresizde bir baskı oluşturdu mu? 1973'te İstanbul'da doğan İşigüzel, İstanbul Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. 1993'te yayımlanan ilk öykü kitabı "Hanene Ay Doğacak"ta ensestten ölü seviciliğe kadar aykırı konuları anlattı. Aynı yıl Yunus Nadi Öykü Ödülü'ne değer bulunan yazarın daha sonra "Öykümü Kim Anlatacak" ve "Kaderimin Efendisi" isimli öykü kitapları, "Eski Dostum Kertenkele", "Sarmaşık" ve "Çöplük" isimli romanları ile "Neşeli Kadınlar Arasında" başlıklı deneme kitabı yayımlandı. İşigüzel'in yurtdışındaki yayınlarda Türkiye ve AB'yi konu alan makaleleri basıldı. İşigüzel bir kız çocuğu annesi. ŞEBNEM İŞİGÜZEL KİMDİR?