20.01.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Safa Tekeli
TBMM’nin, 20 Ocak 1921’de Birinci İnönü Zaferinin kazanılmasından 10 gün sonra Millî Mücadele ortamında kabul ettiği Teşkilatı Esasiye Kanunu, Kuvayı Milliye ruhunu yansıtır. 23 Nisan 2020’de 100’üncü yılı kutlanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, yaklaşık yedi ay sonra 18 Kasım 1920’de yapılan 99’uncu toplantısında, cephelerde savaşılırken, ülkenin gelecekteki yönetim biçimini de belirleyecek önemli yasa tasarısının görüşmelerine başlar. İlk maddesinde “Hâkimiyet bila kaydü şart milletindir. İdare usulü, halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir” yazılı 85 sayılı “Teşkilatı Esasiye Kanunu Layihası (Anayasa tasarısı), iki ay süren görüşmelerden sonra, Meclis’in ancak 20 Ocak 1921 tarihli 135. toplantısının ikinci oturumunda kabul edilir. 23 madde ile bir geçici maddeden oluşan anayasa görüşmelerinin uzun sürmesinin nedeni; bazı milletvekillerinin, İstanbul’daki padişah ve işgal altında uygulanmasa da fiilen yürürlükte bulunan Osmanlı anayasası varken, başka bir anayasanın kabul edilmesine karşı çıkmalarıdır. Hilafet ve saltanat konusunun sürekli gündeme getirildiği bu muhalefet, Mustafa Kemal Paşa’nın, gizli oturumda, hilafet ve saltanat makamına karşı çıkmayan, ancak Padişah ve Halife Vahdettin’in İngilizlerle işbirliği içinde olduğunu, hainlik ettiğini anlatan ve Meclis’in, milletin geleceğine el koyduğunu ispat ettiğini kaydeden konuşmasıyla aşılır.
Hâkimiyet milletin
Türkiye Cumhuriyeti’ne giden yolda önemli bir aşama olan 1921 Anayasası’nın ilk üç maddesi, ileride yönetim biçiminin cumhuriyet olacağının âdeta habercisidir:
Madde 1: Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur. Yönetim biçimi, halkın kendi yazgısını doğrudan ve fiilen yürütmesi esasına dayanır. Madde 2: Yürütme erki ve yasama yetkisi, ulusun tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisinde belirlenir ve toplanır. Madde 3: Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından yönetilir ve hükümeti, “Büyük Millet Meclisi Hükümeti” unvanını taşır. Devrim anayasası Anayasa hukukçuları da 1921 Anayasası’nı, “yeni Türkiye devletinin kuruluşunu tescil eden en önemli devrim yasası olarak” değerlendirirler; ancak, “devletin başkentini saptanmaması, devlet başkanlığı makamı ile yönetim sisteminin belirtilmemesini” eksiklik olarak görürler. Buna karşın; egemenliğin halka ait bulunduğunun belirtilmesi, yürütme ve yasama yetkisinin Büyük Millet Meclisi eliyle yürütülmesi ve Meclis’in, halkın oyuyla seçilmesine ilişkin hükümlerin, yönetim biçiminin bir cumhuriyetten başka bir anlamı olamayacağını ortaya koyduğunu da kaydederler. Sadece Meclis’in fiili oluşumunu yasal kılan bir anayasa gibi görülmesine karşın, 1921 Anayasası’nda saltanattan ve halifeden hiç söz edilmez; “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi vurgulanır; padişah ve onun sürdüğü saltanatı anayasal anlamda durmaktadır, ama egemenliğin kaynağında artık onun olmadığı da açıkça belirtilmektedir.