"Biz bugüne kadar 'Başbakan Türkeş' diye bağırıyorduk, ama buna inanmıyorduk, insanları motive etmek için söylüyorduk. Ama artık bugün, inanarak 'Başbakan
Devlet Bahçeli' diye bağırıyoruz. Niçin? Çünkü artık iktidar psikolojisini yakaladık. Önceden yakalayamamıştık, kendimiz bile inanmıyorduk, ama birilerini inandırmaya çalışıyorduk." Bu sözler İstanbul Ülkü Ocakları Başkanı Mehmet Bülent Karataş'a ait ve ülkücü camianın
son dönemde içinde bulunduğu ruh halini özetliyor.
Alpaslan Türkeş'in ölümü, ardından MHP Genel Kongresi'nde çıkan olaylar ve şiddetlenen parti içi iktidar savaşları göz önüne alınacak olursa ülkücü liderlerin çizdiği tablo ilk bakışta inandırıcı gelmiyor; fakat gerek seçmenlerle görüşmelerimiz, gerek kamuoyu yoklamaları MHP'nin giderek güçlendiğini gösteriyor.
MHP çevreleri, oy artışlarını esas olarak, halkın kendileri dışında bütün partileri iktidarda deneyip pişman olmasına bağlıyorlar. Bir de genel başkanları Devlet Bahçeli'nin "şovdan kaçınan devlet adamı" imajına. Bununla birlikte önlerindeki en önemli engel olarak, kamuoyundaki egemen imajı görüyorlar.
Ülkücülüğün mafyayla özdeşleştirilmesi ülkücü liderleri çok öfkelendiriyor. Bülent Karataş, Türk Kültür Kurultayı'ndan mafya babası Nihat Akgün'ü kovmalarını anlatıyor uzun uzun; ama aynı Akgün'ün katıldığı son Erciyes Zafer Kurultayı'nda Türkeş'in yanında olduğu da biliniyor.
Ülkücüler, ocak yapılanmalarındaki disiplinin suistimalin hiçbir türüne imkan tanımadığı iddiasında. Onlara göre, hareketle doğrudan bağlantısı olmayan kişiler "bıyık uzatıp, bayrak sallayarak" bu tür mafyavari işlere bulaşıyorlar.
Örneğin Karataş ısrarla, İstanbul'da hiçbir ocak yöneticisinin şaibeli işler nedeniyle görevden alınmadığını; hiçbir ocağın bu nedenle kapatılmadığını söylüyor. Ancak birtakım MHP yöneticilerinin, değişik zamanlarda medyaya bu türde açıklamalar yapmış olduğunu biliyor ve şöyle konuşuyor: "Ülkü Ocakları MHP hakkında konuşma yetki ve sorumluluğuna sahip değil; MHP'nin de bazı kurumları ocaklar hakkında konuşma yetki ve sorumluluğuna sahip değildir. Çünkü organik bir bağımız yok, ayrı kuruluşlarız. Ama yaşça büyük olduklarından dolayı sevgi ve saygı ilişkimiz vardır."
Aslında gerek ülke çapında, gerekse İstanbul'da ocaklarla parti arasında birtakım anlaşmazlıklar hep olagelmiş; fakat 1970'lerin İstanbul Ülkü Ocağı Başkanı Mehmet Gül'ün, ocakların da desteğiyle MHP İstanbul İl Başkanlığı'na seçilmesi, aradaki her türlü buzu eritmiş. Aynı şekilde Tuğrul Türkeş lehine kongreyi karakola taşıyan Azmi Karamahmutoğlu'ndan sonra Ülkü Ocakları Genel Başkanı olan Atilla Kaya'nın da Devlet Bahçeli ile uyum içinde çalıştığı söyleniyor.
Karataş, doğal olarak MHP iktidarı için çalışacaklarını söyleyip, seferber edebilecekleri kitleyi şöyle örneklendiriyor: "Bakırköy'de 23 lise var, herbirinden en az 50 kişi düzenli olarak ocaklara gelir ki bu bin kişi eder. Bir de bunların etrafındaki sempatizan halklarını ekleyin..."
Gerçekten tatil dönemi olmasına rağmen Bağcılar ve Bahçelievler ocaklarında epey kalabalık ve dinamik genç gruplarıyla karşılaşıyoruz. Birbirlerinden farklı kökenlere sahip olan bu gençler, ki içlerinde aileleri FP'li, hatta sosyalist olanlar da var, buralarda yoğun bir "Türk milliyetçiliği" eğitimine tabi tutuluyorlar. Ocaklarda 1980 sonrası İslamileşme rotasına girmiş olan ülkücü hareketin tekrar Türkçü - Turancı kimliğe büründüğünü görüyoruz.
Ülkücüler, Devlet Bahçeli'den "genel başkanımız" diye söz etmeye önem gösteriyorlar, çünkü onların "lideri" hala Türkeş. Başka partilerde yer alan ülkücüler konusu ise aralarında derin tartışmalara neden oluyor. İçlerinden bir bölümü "Bozkurtlar Yuvaya" sloganından rahatsız; artık ANAP ve DYP'den kimsenin geri kabul edilmemesini istiyorlar. Bir diğer rahatsızlık konusu da Büyük Birlik Partisi ile birleşileceği yolundaki söylentiler.
MHP tarihsel olarak sokaklarında hep güçlü olduğu İstanbul'da sandıktan hep zayıf çıktı. 1990'larla birlikte bu kaderini değiştirmek için il teşkilatına bir dönem "liberal aşı" yapan MHP genel merkezinin bunda pek başarılı olduğu söylenemez. Mehmet Gül ile birlikte MHP'nin kendi öz kimliğine kavuştuğu ve ciddi bir atak yapacağı ileri sürülüyor, fakat kamuoyunun Alaattin Çakıcı, Sedat Peker gibi "ülkücü kabadayılar"la yatıp kalktığı bir dönemde MHP'nin kendine yeni bir imaj çizebilmesi zor görünüyor.
Yarın: Nurcuların tavrı açık
Yaklaşık bir yıl önce 7 aday arasında MHP İstanbul İl Başkanı seçilen Mehmet Gül 1976 - 77'de İstanbul Ülkü Ocağı Başkanı idi. Bir dönem ANAP'tan milletvekili adayı da olan Gül sorularımızı şöyle yanıtladı:
Geleneksel olarak MHP'ye yakın olan insanlar, sandık başında sağ kitle partilerine yöneliyorlar. Yine öyle mi olacak?
Gül: Şimdiye kadar MHP'nin oylarının düşük olacağı tahmin edilip büyük partilerdeki milliyetçi adaylara yöneliniyordu. Ama artık MHP'li olup da partiye oy vermeyen geniş kitle partilerinin parlamentoda bulunmasının millet ve demokrasi için çok önemli olduğunu farkettiler. Yani geniş bir kamuoyu desteği bulunan, aktif gücü ve ciddi kadroları olan bir hareket, binlerce öğretim üyesi ve öğrencisi olan bir hereket mecliste denge unsuru olarak bulunmuyor. Devletin de bu kadroları, çeşitli bakanlıklar nezdinde üst seviyelerde kullandığı biliniyor. Artık baraj endişemiz kesinlikle kalmadı. MHP TBMM'ye girecektir.
Sizin İstanbul'da gözleminiz nedir?
Gül: İstanbul'da FP biraz daha önde gibi görünüyor. ANAP'ın Anadolu'da durumu parlak değil, ama başta İstanbul olmak üzere büyükşehirlerde iyi gözüküyor. FP'den sonra ANAP geliyor. DYP'nin Celal Adan'dan kaynaklanan bir dinamizmi var. Bu DYP'yi ne kadar yükseğe taşır bilinmez ama, bu parti İstanbul'da pek güçlü değil. DSP CHP'den, hatta DYP'den daha iyi. Biz en az
yüzde 8 bekliyoruz ki bu da her bölgeden üçer milletvekili demektir.