Siyaset Türkiye, Avrupa’nın yükselen gücü olacak

Türkiye, Avrupa’nın yükselen gücü olacak

28.08.2009 - 01:33 | Son Güncellenme:

Laiklik tartışmalarından AB üyeliğine, Ergenekon soruşturmalarından ‘demokratik açılım’a kadar Milliyet’in sorularını yanıtlayan Baird, ‘Türkiye değişen güçlü bir ülke ama değişim türbülanslı oluyor’ dedi. Özü itibarıyla laikliği tehlikede görmediğini ve kamu alanı özel alan sınırında değişiklikler olabileceğini belirten Baird, ‘açılım’ konusunda da ‘ulus devlet içindeki çeşitliliğin Türkiye’yi güçlendireceğini’ söyledi

Türkiye, Avrupa’nın yükselen gücü olacak

İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın AB ve Küreselleşmeden Sorumlu Dışişleri Müsteşar Yardımcılığı görevine terfi eden Ankara’daki Büyükelçisi Nick Baird, bugün başkentteki üç yıllık mesaisini tamamlayarak Londra’ya dönüyor.
Baird, Ankara’dan ayrılmasından hemen önce yaptığımız söyleşi sırasında sorularımıza şu yanıtları şöyle:
Bu ülkeyi büyük değişimin yaşandığı son üç yıldır yakından izlediniz. Sizce ortaya nasıl bir Türkiye çıkıyor?
Türk toplumu bir geçiş dönemini yaşıyor. Daha demokratik, daha zengin ve barındırdığı çeşitlilik açısından kendi içinde daha rahat, ayrıca insan hakları açısından da daha iyi bir ülke oluyor. Fakat bunların hepsi karışık ve türbülanslı bir şekilde oluyor. Kanaatimce, Türkiye gelecek 10-15 yıl boyunca çok yakından izlenmesi gereken bir ülke. Raporlarımda Londra’ya aktardığım da budur.
Dünya değişiyor. Çin, Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi yükselen büyük güçlere dikkat vermemiz gerekiyor. Burada sadece ekonomiden söz etmiyorum. Türkiye’nin İslam âlemindeki yeri, enerji konusunda oynadığı rol, bölgenin istikrarına katkıda bulunması gibi şeylerden de söz ediyorum. Bu unsurları bir araya getirdiğinizde, Türkiye’nin önemi ortaya çıkıyor.

TÜRKLER YAŞAM TARZLARI İÇİN GÜVENCE İSTİYOR
Türkiye’deki laiklik tartışmalarını, bu konudaki kaygıları nasıl değerlendiriyorsunuz? Dışişleri Bakanınız David Miliband, Milliyet için yazdığı bir yazıda, Türkiye’de siyasi sınıfın çok fazla bölünmüş olduğundan söz etmişti. Laikliği savunmak için işbirliği içinde anayasal denge ve kontrollerin güçlendirilmesi gerektiğini belirtmişti. Siz nasıl bakıyorsunuz?
Türkiye’de laikliğin özü itibarıyla tehlikede olduğunu düşünmüyorum. Kamu alanı ile özel alan arasındaki sınır belli bir değişimden geçebilir. Ama bunun işin özüne dokunacağını sanmıyorum. Konunun her iki tarafında duran insanların büyük çoğunluğunun bunun değişmesini istedikleri kanaatinde değilim.
Bu ülkede çoğunluğun daha iyi sağlık ve eğitim olanakları, daha fazla refahın yanı sıra, özel hayatlarını istedikleri gibi yaşama arzusunda olduğuna inanıyorum. İnsanlar kendi yaşam tarzlarının güvence altında olmasını istiyor. Bir taraf öteki tarafa saldırmak istemiyor.
Fakat David Miliband’ın da belirttiği gibi bu konuda çok gürültü çıkarılıyor. Bir güven eksikliği var. Bu sorunun ilk etapta her iki tarafta siyasi açıdan daha geniş ve kapsayıcı bir şekilde, ayrıca bir işbirliği anlayışı içinde ele alınması gerekiyor. İkinci etapta ise modern ve farklı kesimlerin haklarını koruyan bir anayasa gerekiyor.
Özetle, insanlar başörtüsü takmak istemiyorlarsa veya içkilerini rahatça içmek istiyorlarsa bunu yapabilmeleri lazım. Ancak bu durumun tehdit altında olduğuna gerçekten inanmıyorum. Burada yaşadığım süre zarfından konuştuğum insanlardan edindiğim güçlü izlenim budur.

MÜNFERİT ÇABALARA DEĞİL, GENEL GÖRÜNTÜYE BAKIN...
Fakat geçmişte yaşanan zinayı suç sayma girişimi veya yerel düzeyde getirilen içme yasaklarına bakıp endişelenenler var.
Münferit bazı belediyelerde veya mahalle baskısı olan bölgelerde bu yönde çabalar olabilir. Bunlar tüm toplumlarda olan şeyler. Ama burada genel görüntüye ve trende bakmak lazım. Onun için, kamu alanı ile özel alan arasındaki sınırda zaman içinde bazı değişiklikler görebilirsiniz. Fakat bu başkalarının yaşam biçimlerini tehdit edecek şekilde olmayacaktır. İçkiden arındırılmış bölgeler ortaya çıkabilir ama bunun kesinlikle söz konusu olmadığı bölgeler de olacaktır.

TÜRKLER AB ÜYELİĞİ İÇİN İŞTAHLARINI KAYBETMEDİ
AB konusuna geçersek, sizce Türkler AB konusunda iştahlarını kaybettiler mi?
Kaybettiklerine inanmıyorum. Doğrudur, “Bizi almayacaklarsa o zaman bütün bu halkaların içinden niçin atlayalım?” diye bir düşünce var. Buna bence iki yanıt verilebilir. Birincisi, bu halkalar Türkiye’nin ve Türk toplumunun çıkarınadır. Bunun da genelde böyle kabul edildiğini sanıyorum. İkincisi, insanların bu konuda hayal kırıklığına teslim olmamaları gerektiğini düşünüyorum. Bu sonuçta amacına ulaşacak olan bir süreçtir.
Tabii insanlar hayal kırıklığı yaşayacaklardır. Bu da hükümetin bu süreci takip etme kabiliyetini etkileyen bir şeydir. Fakat son üç yıldan çıkan temel mesaj sürecin her şeye rağmen devam ediyor olmasıdır. Süreç, birçok yerde kopabilecekken kopmadı.
Öte yandan bu süreç hiçbir zaman kolay olmayacaktı. Bu küçük ve siyaseten önemsiz bir ülke değil. Bu ölçekli bir ülkeyi içine alması AB’yi değiştirecektir. Bu nedenle bazı korkuların olması kaçınılmazdır. İngiltere’nin 1970’lerde gerçekleşen üyeliğinden bu yana AB açısından en önemli üyelik olacaktır bu. Bu arada, bizim üyelik sürecimizin de kolay olmadığını hatırlatırım.

TÜRKİYE KRİZ SONRASI ÇOK BÜYÜYECEK
Bazılarına göre, Türkiye’yi AB’de istemeyenlerin asıl korkusu Anadolu’dan gelecek göçmenler değil, halkı çoğunlukla Müslüman olan bir ülkenin birgün Avrupa’nın kaderi üzerinde söz sahibi olması korkusudur. Sizce doğru mu bu?
Bence bu sorunun bir parçası. Fakat sorunuzun ilk bölümünde dile getirdiğiniz husus daha geçerli. Göç meselesi Batı Avrupa’da devasa bir tartışma konusudur bugün. Hızlı büyüme eğiliminde olan 73 milyon nüfuslu bir ülkenin üye olması halinde, bunun içeriye doğru göçte önemli artışa neden olacağına inananlar var.
Türkiye’nin üyeliğini destekleyenler olarak bu görüşü kınamak yerine, anlamaya çalışıp ona göre karşılık vermeliyiz. Hemen hemen her yerde olduğu gibi AB’de insanların en büyük kaygısı işlerini koruyabilmektir. Bu çerçevede yapmamız gereken birkaç şey var.
İlk önce, burasının ne denli dinamik bir ekonomi olduğunu anlatmalıyız. Kriz sonrasında bu ekonominin bizim Batı Avrupa’da başaramadığımız büyüme hızları yakalayacağına inanıyorum. O zaman Türkiye AB içinde, şimdikinden de çok iş olanağı yaratacak.
Türk Havayolları, Rolls Royce ve Airbus arasında daha yeni bir anlaşma imzaladık. Bu da İngiltere, Fransa, İspanya ve başka yerlerde mevcut işlerin korunmasını ve yeni iş olanaklarının yaratılmasını sağlayacak.
Öte yandan, göç konusu toplum açısından sorunlu bir konu olsa da, ekonomi açısından AB için çok önemli. Nedeni de kıtanın yaşlanan nüfusu. Anlatılması gereken üçüncü husus ise, Doğu Avrupa ülkelerinin katılmalarından sonra da görüldüğü gibi, serbest dolaşıma hemen geçilmeyeceği gerçeğidir.

TÜRKİYE BİZİM YÜKSELEN GÜCÜMÜZ
İngiltere Türkiye’nin üyeliğini en çok destekleyen ülkelerden biri. Bunun nedenlerini biraz açabilir misiniz?
Temel neden, hedefimizin -Başbakan Gordon Brown’ın ifadesiyle- “küresel Avrupa” olmasıdır. Bu açıdan bakıldığında bölge ülkeleriyle ilişkileri olan ve İslam âlemi ile bir köprü sağlayan Türkiye, dış politikası açısından Avrupa’ya yeni bir boyut katacaktır. Özetle, Türkiye “bizim yükselen gücümüz” olacaktır. Üstelik Avrupa’nın ekonomik performansını sürdürmesini sağlayacak potansiyele sahip bir güç olarak.

TÜRKİYE’DEKİ BASININ RUHU GÜÇLÜ, TEHDİT EDİLEMEZ
İngiltere basın özgürlüğünün beşiğidir. AB Komisyonu ilerleme Raporu’nda Türkiye’de basın özgürlüğüne saygıyı tümüyle güvence altına alan bir atmosferin tesis edilmesi ihtiyacından söz ediliyor. Bunu Komisyon’un genişlemeden sorumlu üyesi Ollie Rehn de söyledi...
Bu alanda görülenler bence Türkiye’de genelde yaşananları da temsil ediyor.
Türbülanslı fakat altta yatan güçlü demokratik eğilimler nedeniyle esnek olan bir durum söz konusu. Burada yaşadığım üç yıl boyunca, baskılar olmasına ve bazı şeylerin söylenmiş olmasına rağmen, basının bundan korkup caydığını görmedim.
Ben burasını basın açısından çok canlı, kararlı ve açık bir ortam olarak görüyorum. Buradaki politikacıların saklayabilecekleri çok az şey var. Basın çok aktif bir şekilde insanlardan hesap soruyor. Gerekli olduğunu düşündüğü zaman eleştiride bulunmaya çok hazır.
AB olarak bu konuda yaşananları izlemeye devam etmemizin de önemli olduğunu düşünüyorum. Fakat samimi inancım şudur: Son üç yılda gördüğüm hiçbir şey, bu canlı ve güçlü basın ruhunun tehdit altında olduğuna inanmam için neden sağlamadı. Türkiye’nin demokrasi ve ekonomik refahı açısından geldiği nokta artık buna izin vermez. İşler o noktayı aştı.

HÜKÜMETİ YASADIŞI YOLLARDAN DEVİRMEK İSTEYENLER CEZALANDIRILIR
Ergenekon davasına nasıl bakıyorsunuz?
Bireylerin hükümeti yasadışı yollardan devirmek için girişimlerde bulundukları herhangi bir toplumda, bunun ciddi bir şekilde cezalandırılması gerekir.
Onun için kanıtların bulunduğu ve yasal sürecin doğru işlediği hallerde bunun yapılması gerekiyor.
AB’nin rolü, aday olan bir ülkede uluslararası düzeyde kabul gören kuralların işleyip işlemediğini denetlemektir. AB bu davayı yakından izleyecek ve gelişmelere göre yıllık raporunda kanaatlerini ifade edecektir.

Haberin Devamı

Türkiye, Avrupa’nın yükselen gücü olacak

Büyükelçi Nick Baird, yazarımız Semih İdiz’in sorularını yanıtlarken bazı konularda genel mutabakat gerektiğini söyledi.

Hükümetin ‘açılımı’nı destekliyoruz
Hükümetin “Kürt açılımı” konusuna ne diyorsunuz? Sizden de IRA konusunda görüş alındığı belirtiliyor. Önerileriniz ne oldu?
Bu konuya çok olumlu bakıyoruz çünkü bu sorun çok sayıda Türkün yaşamını yitirmesine neden oldu. Onun için hükümetin bu çabalarını güçlü bir şekilde destekliyoruz. Tabii paketin ayrıntılarını henüz bilmiyoruz. Ama hükümetin yöntemini, yani toplumda mümkün olan herkese danışmaya çalışmasını destekliyoruz. Yapılacak işin açıklanmasından önce bu yöntemin uygulanması en doğru yoldur.
Bu arada, hükümete, Kuzey İrlanda’da yaşanan süreç hakkındaki deneyimlerimizi paylaşmaya hazır olduğumuzu söyledik. Olumlu yanıt aldık ama burada ayrıntılara giremeyeceğim.

ULUS DEVLET İÇİNDE ÇEŞİTLİLİK TÜRKİYE’Yİ GÜÇLENDİRİR
Bu süreç sizce Türkiye’yi gerip istikrarsızlığa sürükleyebilir mi?
Siyasi düzeyde bu konuda çok gürültü koparılıyor. Fakat güçlü inancım o ki, Türklerin önemli çoğunluğu bu sorunun artık çözülmesini istiyor. Daha huzurlu bir toplum istiyorlar. Daha istikrarlı bir ortam istiyorlar. Askere alınan ve birçoğu Güneydoğu’ya gönderilen çocuklarının riske atılmalarını istemiyorlar.
Onun için bu süreçten dolayı endişeli değilim. Kaldı ki, Türk devletinin, içindeki çeşitliliği kabul edecek güce sahip olduğuna inanıyorum. Bizim deneyimimize bakacak olursak çeşitlilik güç getiriyor. Bu çeşitliliğin kendisini ulus devlet çatısı altında ifade etmesine izin vermek Türkiye’yi sadece güçlendirecektir.

BİZ TÜM TARAFLARI SÜRECE ANGAJE ETTİK
İngiliz hükümeti sonunda IRA ile konuştu. IRA teröründen mağdur olanlar bunu nasıl kabul etti?
Bu uzun ve inişli çıkışlı bir süreçti. Fakat sürecin en başarılı aşamaları (IRA’nın siyasi kanadı sayılan S.I.) Sinn Fein partisi aracılığıyla yürütülen müzakerelerdi. IRA’nın kendisiyle de o sırada açıklanmayan temaslar söz konusuydu. Fakat esas olarak bu iş Sinn Fein aracılığıyla oldu. Sonunda başarıya ulaşılmasının nedeni ise, İngiliz hükümetinin ilgili tüm tarafları sürece angaje kalmalarını sağlamasıydı.
Yakınlarını kaybedenlerin bu süreci kabul etmelerinin temelinde ise iki neden vardı.
İlki, Kuzey İrlandalılar daha fazla istikrarla daha fazla refahın geleceğini gördüler.
İkincisi ise, insanlar sonunda öldürmelerden yorgun düşüp “yeter artık” dediler. Tabii herkes varılan mutabakatı kabul etmedi. Ama ağırlıklı çoğunluk öldürmelerin sona ermesi için iki tarafın da kabul edeceği bir düzenlemeye gidilmesinin gerekli olduğunu anladı.

BAZI KONULAR GENEL MUTABAKAT GEREKTİRİR
Birleşik Kraliyet içinde yer alan İskoçya, Kuzey İrlanda ve Galler’de görülen türden bölgesel özerklik bu hallerde yardımcı oluyor mu?
Bizim durumumuzda kesinlikle yaradı. Birleşik Kraliyet böylece daha da güçlendi. Bunlar zor kararlardır. Her ülke için aynı şey de geçerli değil. Bu ayrıca sadece genel bir mutabakat ile gerçekleşebilecek bir konudur. Hükümetinizin herkese danışıyor olması bu nedenle doğrudur. Güneydoğu için belli bir özerlik düşünülüyorsa, bunu ülke çapında genel bir mutabakat olmadan yapmanın anlamı yok.
Fakat kendi modelimizden söz edecek olursam, “devolution” yani bölgesel özerklik, bizi güçlendirdi, zayıf düşürmedi. İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’nın elde ettikleri haklar yüzünden Birleşik Kraliyet’in dağılacağına kesinlikle inanmıyorum. Tam aksine birliğimizin daha da güçlendiğine inanıyorum.