Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Fener, Cim-Bom, Kartal el ele

Geçenlerde sevgili meslektaşım İbrahim Yüksel’den bir elektronik posta geldi.
Şöyle diyordu Yüksel; “Turgut Özakman’ın Cumhuriyet- Türk mucizesi adlı kitabını okuyorum. Bir bölümünde tüylerim diken diken oldu, alıntılar yaparak sana iletiyorum.”
Özakman kitabında, Lozan’da Türk delegasyonunun İngiltere, Fransa ve İtalya gibi emperyalistlere karşı çetin bir mücadele verdiği günlerden söz ediyor.
Ve devam ediyor;
“İstanbul’daki İngiliz birliklerinin Komutanı General Harrington, birlikleri arasından oluşturulacak karma ile bir Türk takımı arasında futbol maçı yapmak istediklerini açıklar.
Harrington’un gönlünde yatan takım Fenerbahçe’dir. Çünkü Fenerbahçe iki-üç yıldır İngiliz takımlarıyla çok maç yapmış, çoğunda galip gelmiştir.
Söylentiye göre General bu acar takımı yenip, giderayak Türklere haddini bildirmek istemektedir.
İngiliz karması, Fenerbahçe’nin yenebileceği bir takımdır.
Bu yüzden Harrington, Mısır ve Malta’da askerliği yapan İngiliz 1. Ligi’nde oynayan Chelsea’li 4 profesyonel futbolcuyu gizlice İstanbul’a getirtmiştir.
Fenerbahçe Kulübü teklifi kabul eder.
Bu sırada Galatasaray Kulübü yöneticileri Fenerbahçe yöneticilerini ziyaret eder ve İngilizlerin karşısına karma bir takım çıkarmayı, ya da Aslan-Nihat gibi bir iki oyuncuyu takviye olarak vermeyi önerirler.
Fenerbahçeli yöneticiler Galatasaraylıları kucaklayıp öperler:
“Çok teşekkür ederiz. Merak etmeyin İngilizleri yenecek güçteyiz. Bu dostluğunuzu asla unutmayacağız.”
Maç 29 Haziran 1923 günü saat 15’de Taksim Stadı’nda oynanacaktır.
Fenerli gençler vapurdan inmiş, ellerinde Türk ve Fener bayrakları ile Karaköy-Tepebaşı yoluyla, bugünkü İstiklal Caddesi’ne çıkmışlardır.
Burada Fenerlilere Galatasaray Lisesi’nin bahçesinde toplanan Galatasaraylı gençler katılır. Onlarda Türk ve Galatasaray bayrakları taşır.
Kucaklaşarak, selamlaşarak Taksim’e doğru yürürler.
Taksim meydanına çıkınca, Gümüşsuyu yoluyla gelen Beşiktaşlı gençlerle karşılaşıp karışırlar. Bunların ellerinde de Türk ve Beşiktaş bayrakları vardır.
Milli Mücadele marşlarını söyleyerek Taksim Stadı’na ilerlerler.
Halk bu dayanışmayı görünce gençleri alkışlamaya başlar.
Maç Zeki Rıza’nın attığı gollerle 2-1 Fenerbahçe lehine sonuçlanır.
Türkler sevinçten çıldırmış, İşgalci İngilizleri destekleyenler ise sessizce kaybolmuştur.”
Cumhuriyet (Turgut Özakman- Bilgi Yayınevi, Ankara 2009, sayfa: 301-307.)
İbrahim’in dediği gibi; bugün ezeli rekabeti düşmanlığa çeviren insanlar, acaba o günlerin yönetici ve taraftarlarının torunları olabilir mi?
Ya da şu satırları okuduktan sonra ne yaptıklarını sorgulayabilir mi?
....!
Herkese iyi bayramlar.
Kavgasız, barış dolu, aydınlık yarınlar!

Haberin Devamı

Spor Gazetecileri: 34 All Star (!) Takımı: 46
Freni patlamış bir araba gibi uçuruma doğru sürüklenirken, kendimizle yüzleşmek adına bundan iyi fırsat olamaz diye düşündüm.
Beşiktaş-Fenerbahçe maçının ardından kimler nerede, ne yazmış merak ettim.
Spor medyasında köşelerin her geçen gün gazetecilik nosyonu olmayan ellere teslim edildiği bilinen bir gerçekti.
Ancak terazinin ağır basan kefesinde hâlâ var olduğumuzu sanıyordum.
Fena yanılmışım!
Tıpkı otuz yıl önce önce, sayfalarını eski futbolculara açan meslek büyüklerimiz gibi.
Kar topunun çığ olup, ekmeğini sadece bu meslekten kazanan insanları yok edeceğini hesaplayamayacak kadar iyimser davranan duayenlerimiz gibi.
Oysa biz kalemimizi kaybettiğimiz vakit, kulüpte yöneticilik, menajerlik, futbolculuk, hakemlik, doktorluk, teknik adamlık yapamaz, ya da tanrı vergisi yeteneğimiz yoksa şarkı söyleyemezdik ki!
Aldığımız eğitim belliydi.
Bize haberin nasıl yazılacağı, haber kaynaklarıyla güvene dayalı ilişkinin nasıl kurulacağı, röportajın hangi kalıplarda yapılacağı, gazetecilik mesleğinin ahlakı, kutsallığı ve önemi öğretilmişti.
Ankara’daki bir lig maçını yorumlayabilmek için en az on sene sabretmemiz gerektiği anlatılmıştı.
Ulusal nüshalarda yazabilmek için yirmi yıl pişmemiz(!) beklenmişti.
Şimdilerde jübile yapan futbolcunun, işsiz kalan teknik direktörün kaygısı yok.
Çünkü onlar “Nasıl olsa bir köşe kapar, yürür giderim” diyebiliyor.
Bir hakem, televizyon yorumcusu olarak geleceğini garanti altına alabileceğini, popülaritesini sürdürebileceğini düşünebiliyor.
Bir kulüp başkanı engin futbol bilgisini medya üzerinden insanlara aktarabiliyor!
Basketbol coachu derbi maçı yazabiliyor.
Menajerler, müzisyenler sayfaları parselleyebiliyor.
Damdan düşer gibi aramıza giren bu insanların çoğu, bir günde “spor yazarı” olduklarını sanıp, gerçek emekçileri küçümsemeye, yok saymaya kalkabiliyor.
Daha acısı; utanmadan, sıkılmadan, küstahça, mesleğin duayenleri ve üstadlarımızdan rahatsız olduklarını dile getirebiliyor.
Ya yıllarca işin cefasını çekmiş, toprak sahalarda amatör maç izlemiş, karda kışta görev edindikleri takımların peşini bırakmamış, basamakları teker teker çıkmış spor gazetecileri ne yapıyor?
Şansları (!) varsa lütfen bir köşe veriliyor bu karmaşanın arasında.
Yozlaşan, değerlerini yitiren spor medyası içinde, sayıları giderek azalsa da kuyruğu dik tutma savaşı veriyor bu insanlar.
Hâl böyle iken söyleyin lütfen.
Nasıl tükenmeyelim, nasıl isyan etmeyelim?
Uzun lafın kısası, belki merak eden çıkar diye tuttum bu istatistiği.
Beşiktaş- Fenerbahçe derbisi kaç kaç sona erdi biliyor musunuz?
Spor gazetecileri: 34
All Star Takımı: 46
Hadi bir adım daha ileri gidelim;
TSYD üyeleri: 27
All Star Takımı: 53
Hepimize geçmiş olsun!

Haberin Devamı

İlahi İlhan abi!
Tanrı İlhan Cavcav’a uzun ömür versin.
Malumunuz kendisi, Türkiye’de 33 yıl başkanlık yapan tek kişi.
Bunca yılda ne şike teklifleri görmüş, ne badireler atlatmış diye düşünüyordum düne kadar.
Ama o ne?
İlhan ağabeyin bilmem kaçıncı kez anlattığı Gençlerbirliği- Bursaspor maçından başka bir şey yok ortada!
Dönüp dolaşıyor o maç!
Demek ki buradan şu sonucu çıkarabiliriz;
“Bugüne kadar oynanan binlerce maç içinde İlhan ağabeyin hatırlayabildiği tek örnek varsa, futbolumuz tertemiz, şike ve şaibeden uzak kalmış demektir”
Cavcav söylüyorsa öyledir!