Başlarken...Kartal Endüstri Meslek Lisesi’nde geçen hafta patlayan tabancanın sesi bütün Türkiye’de yankılandı.
Ardından yine liselerde peşpeşe yaşanan şiddet eylemleri "ne oluyoruz" sorusunu akıllara getirdi.
İşte bu dizi, büyüdüklerini kabul etmeye pek yanaşmadığımız, hala çocuk gözüyle baktığımız liselilerin dünyasına ayna tutmak için hazırlandı. İlk gençliğin fırtınalı günlerini yaşayan çocuklarımızın sorunlarını onların ağzından dinleyerek tamamlandı.
Kolejlilerden imam hatiplilere, varoş gençlerinden uyuşturucu tutkunu liselilere kadar her gruptan öğrencinin sesine teybimizi uzattık. Politik akımların izlerini sürdük, kız - erkek ilişkilerindeki güçlükleri dinledik, grupların birbirlerine üstünlük sağlamak için şiddeti bir yöntem olarak nasıl kullandığını gözledik.
Liselerde hergün olay çıkmıyor. Liseliler hergün birbiriyle çatışmıyor. Ama şiddetin nefesini her gün enselerinde hissediyorlar. Genel olarak gelecekten umutsuz, bugünden endişeliler.
Bu dizide, gençlerin yaşamlarından kesitler sunarken anne ve babaları da sarsıp uyarmak istedik...
Bol jöle sürülüp özenle biçim verilmiş saçları, ayağındaki dar blucini, beyaz tişörtü ile karşımda duruyordu. O, ilk bakışta yolda, sinemada, konserde sık sık karşımıza çıkan yaşıtlarından hiç de farklı görünmüyordu.
Konuşurken, "r" harfine dikkatlice vurgu yapıp sözlerinin dudaklarından bir kabadayı edası ile çıkması için çaba gösteriyordu. Adını bile söylemek istemiyordu.
"Fotoğraf mı asla..."
Aslında çevresinde de adını bilenlerin sayısı parmakla sayılacak kadar azmış. Biz de onu herkesin tanıdığı "Kama" lakabıyla biliyoruz. Anlatıyor, dinliyoruz:
"Birgün pastanede oturuyordum. Baktım
ezan okunuyor ama müziğin sesini kısmadılar. Kalktım şekil yaptım. Birkaç kişiyi pataklayıp çıktım. O günden sonra arkadaşlarla aynı pastaneye gittiğimizde bana davranışları tabi ki değişik oluyor."
Kama, Kadıköy Kenan Evren Lisesi’nin beklemeli öğrencisi. Ancak derslerden, öğretmenlerden, gelecekten bahsetmekten hoşlanmıyor. Şifre sözcüğü "şekil yapmak". Yani bilerek olay çıkartmak. Bağdat Caddesi’nde arkadaşları "Badi", "Çekiç", "Zangoç", "Horoz" ve diğerleriyle dolaşırken yaşıtları onları iyi tanıyor. Karşı karşıya geldiklerinde "mantarlanıyorlar". Yani olay çıktı mı korkup kaçıyorlar.
Kama, bir örnek. Büyük kentlerimizde yaşayan, daha lise öğrencisi iken "reis" olmaya özenen, varlığını çevresine kabul ettirebilmek için şiddeti yöntem olarak seçen yüzlerce gençten sadece biri.
Onlara en kolay ulaşmanın yolu,
okul çıkışlarında lise kapılarına gitmekten geçiyor. Okuldan atılmak ya da dışarıda kalmak itiraf etmeseler de gururlarını incitiyor. Eğer otomobilli bir arkadaşları varsa teybin sesini sonuna kadar açıp, okul dağılırken kapıda bekliyor, öğrenciler üzerinde otorite oluşturmak için her yolu sonuna kadar deniyorlar. Liseden bir kızla çıkmayı ise sanki okulda uğradıkları yenilginin bir rövanşı olarak görüyorlar...
Yeni kuşak mı?
Onlar gençlerimiz. Odalarında yüksek sesle müzik dinleyen, sofrada sohbet etmekten pek de hoşlanmayan çocuklarımız. Bizim yanıbaşımızda kimi zaman bizden çok uzak bir yaşam süren evlatlarımız...
Okulla, öğretmenleriyle, eğitim sistemiyle çatışmaları 70’ler, 80’ler gençliğinden farklı değil...
Ana babalarıyla yaşadıkları kuşak çatışması kendilerinden önceki jenerasyonların bir benzeri...
Ancak onların birbirleriyle alıp veremedikleri birşeyler var.
Umutsuzluklarını, kimlik sorunlarını aşmak için enerjilerini birbirlerine yöneltiyorlar. Varolabilmek için bir grup içinde yeralmayı seçiyor, o grubun değerlerini herşeyin üzerinde tutuyorlar. Kemal Naci Ekşi Lisesi 3. sınıf öğrencisi Ceylan herşeyi özetliyor:
"Bizim aramıza girmek isteyen bizim şartlarımıza uymak zorunda..."
Aileleri, onları canı sıkkın, suskun görünce pek üzerinde durmuyorlar. Oysa o suskun dünyalarda ne büyük fırtınalar kopuyor. Suskunluk, anne - babalarıyla aralarındaki mesafeleri nasıl da büyütüyor...
Gençlerin yaşadıklarını çoğu kez bir gazete haberi ile farkediyoruz. Kartal Endüstri Meslek Lisesi’nde geçtiğimiz hafta yaşanan olayların benzerleri olduğunda, kendi çocuğumuz için endişeleniyoruz.
Sonra...
Sonra unutup günlük yaşamın uğraşılarına dalıyoruz.
Ancak şiddet ve korku özellikle büyük kentlerdeki okullarda kol geziyor. Zengin, fakir arasındaki uçurum gençler arasında yaşanan çatışmaların zeminini oluşturuyor. Kimi pazardan, kimi işportadan kimi mağazadan da giyinse, üzerlerine geçirdikleri birbirine de benzese, onlar aralarındaki farklılığın farkında...
Olup bitenlerin farkında olmayan ise galiba anne ve babalar...
Ülkücülük "in"
Büyük kentlerin varoşlarındaki liselerde, yoksul semtlerin okullarında gençler arasında
yükselen değer "ülkücülük". Bağcılar Lisesi 3. sınıf öğrencisi Fatih anlatıyor:
"Birbirimize çok bağlıyız. Ben kavga edeceksem yardımcı olurlar. Biz ülkücüyüz, bu okulda sol olmaz. Olsa bile ayakları kırılır. Tarihimizde görülmüştür."
Bağcılar Lisesi’nde geçtiğimiz yıllarda iki ayrı olayda iki öğrenci sol görüşlü oldukları için öldürülmüştü. Ancak ülkücülüğün yükselişini şiddet değil, "dayanışma" ve "birbirini destekleme" hazırlıyor. Ülkücü gruplar içine giren genç kendisini güven içinde hissediyor. Akmerkez’de, Bağdat Caddesi’nde, Ataköy Marina’da gruplar halinde geziyor, gerekli gördükleri durumlarda yanlış yapanı "hizaya getiriyorlar."
Okullardaki grupların büyük çoğunluğu ise politikaya çok uzak duruyor. Karşıt görüşlülerle değil birbirleriyle çatışıyorlar. Ama temel prensip, "Bir işin varsa dışarıda halledeceksin..."
Özel okullarda okuyan, gelir düzeyi yüksek ailelerin çocuklarının tutkusu ise marka. Marka giyinmek gruplarına girmek isteyenler için "olmazsa olmaz" koşulların başında geliyor.
İmaj herşeyin önüne geçiyor. Aynı anlama gelse de "Köşem Kıraathanesi"ne değil "Corner Cafe"ye gitmeyi tercih ediyorlar. Otomobilleri, cep telefonları ile kendilerini ifade ediyorlar. Kendisi için otopark alan uç örneklere bile rastlanıyor.
Yıldız Koleji lise 2. sınıf öğrencisi Selin Önel boş zamanlarında tenis oynuyor, gitar çalıyor, Korukent’e bowling oynamaya gidiyor. Ama çevresindeki ilişkileri acımasızca eleştiriyor:
"Gidiyor Tımberland botunu giyiyor, üstüne Paul and Shark ceketini çekiyor. Sonra Bebek’e gidip boş boş geziyorlar. Konuşacak birşeyleri yok. Üstelik fazla benciller..."
İlle de aşk!
Liselilerin ortak derdi "aşk". Kız olsun erkek olsun hep aynı şeylerden yakınıyor, derinliği olan ilişki yaşayamamaktan şikayet ediyorlar. Özellikle varoş gençleri "aşk" ve "kız" ile "sahiplenmeyi" öylesine içiçe yaşıyor ki, terkedilmeyi gururlarına yediremiyor.
Büyük kentlerde kız - erkek ilişkisi tanıdıkların gözlerinden uzakta yaşanabildiği için gençler kolayca buluşup eğlenebiliyorlar. Ancak daha kendilerini tanıyamadıkları ve tanımlayamadıkları için hayata iki kişi yaklaşmaktan çabuk sıkılıyorlar. Kızların en çok yakındıkları ise erkek arkadaşlarının cinsel deneyim yaşama hevesleri. Bakırköy Ticaret Lisesi öğrencisi Menekşe’nin sözleri liseli kızların çoğunun bakış açısının bir özeti:
"Hayatımın insanıyla karşılaşıp evlenmek isterim. O da olmuyor. Her çıktığımda karşımdaki insanın doğru olduğunu düşünüyorum. Ama istediğim gibi gitmiyor ben de bırakıyorum. Ama ilk karşıma çıkan insanla evlenseydim daha çok sevinirdim. Cinsel ilişki için evlilik şart."
Kız erkek ilişkisi bir yana, zengin olsun fakir olsun gençlerin en belirgin özellikleri geleceğe umutsuz bakmaları. En çok duyulan sözcükler "Bir boşlukta yüzüyorum, annem babam beni anlamıyor", "Yaşam bence bomboş", "hiç bir şeye güvenmiyoruz..."
Adil Mermerci Anadolu Lisesi 2. sınıf öğrencisi Bahadır Cambel’in söylediklerini dikkatle dinliyoruz:
"Ben zamanımı boşa harcadığımı düşünüyorum. Şu an ne olmak istediğimi bilmiyorum. Ne yaptığımı ben de bilmiyorum. Belki üniversiteyi kazanamayacağım. Birşeye hazırlanırken daha önce bir plan çizmek gerekiyor. Ama ben henüz çizmedim."
Onlar suçlu değil!..
Almanya’da gençlerin ve çocukların eğitimleriyle ilgili sosyal çalışmaları nedeniyle Alman Cumhurbaşkanı’nın elinden "Liyakat Nişanı" alan araştırmacı pedagog Saime Anasal, bu ünvana hak kazanan ilk yabancı olmayı da başardı. Anasal, şimdi çalışmalarını Türkiye’de sürdürüyor. Saime Anasal’ın ailelere önerileri şöyle:
"Çocuklar yeterli sevgiden yoksun büyüyor. Anne ve babaların sevgi göstermeden ‘şunu yapma’, ‘bunu yapma’ demeleri çocukları aksi yöne itiyor. Üstelik 13 - 18 yaş arası çok risklidir. Bu yaşlar arasındaki gençlere çok ilgi ve sevgi gösterilmesi, tepkilerin ölçülü olması gerekir. Çocuğun üzerinde asla baskı kurulmamalı.
Gençler suçlu değil. Gençleri yetiştirenler suçlu. Gençlere daha suçun içine girmeden önce onlara yardımcı olmak gerekir. Boş vakitlerini değerlendirebilecekleri ortamlar yaratmak gerekir. Çünkü genç okuldan çıktıktan sonra yapacak hiçbir şeyi olmadığı için arkadaş gruplarına bağlanıyor. Burada kötü alışkanlıklar edinebiliyor. Ülkemizde gençlere devlet sahip çıkmıyor, okul sahip çıkmıyor, çocuk ortada kalıyor. Öğretmen - öğrenci ilişkileri de çok yetersiz.
Gençlere sevgi, ilgi ve destek verin. Baskı yapmayın fakat uzaktan onun görmediği gizli bir el gibi hayatlarını kontrol edin.