Nükhet İpekçi İzet, Abdi İpekçi'nin kızı... 6 Kasım 1998'de, İpekçi suikastına katılmaktan sanık Oral Çelik'in duruşmasında yargıça okuduğu dilekçede ifade ettiği gibi kendisini, "Babasının bedenindeki kurşun deliklerinden akan kanı 20 yıldan bu yana durduramamış bir evlat konumunda" hissediyor. 20 yıldır, "hukuksuzluğun", "bilinmezliğin" ve "düşman tarafın varlığının ağırlığını üzerinde hissederek" yaşıyor. Nükhet İpekçi İzet Milliyet'in sorularını cevaplandırdı:
- Abdi İpekçi cinayetinin bugüne dek açığa çıkarılmamış olması, politik düzeni, hukuk sistemini, toplumsal barışı, toplumsal ve bireysel güvenliğimizi sorgulamamız için başlı başına bir neden. Siz Abdi İpekçi'nin kızı olarak bu cinayetin aydınlanmamış olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İzet: Beni asıl kahreden bu cinayetin aydınlanmamış olması değil de, hep alacakaranlıkta kalması, öyle bıraktırılması.
Kapkaranlık değildi hiç. Belki en başlarda. Ama sonra hep bölük pörçük isimler, bilgiler akmaya başladı.
Sonra, tahliyeleri, kaçırılmaları ve kahramanlaştırılmaları izledik.
Benim asıl paramparça olmamın nedeni, hep bir yerlere, bazı isimlere ulaşılıp da sonra bir duvara çarpılması. Sanki gerçek bir duvara çarpmış gibi parça parça oldum ben, inançlarım, umutlarım, saygılarım parçalandı, kırıldı, ufalandı.
Gazeteciler de, hukukçular da bu duvar meselesinden söz ediyor. Bir yere, bir bilgiye ulaşılıyor ama asla bütüne, kararların çıktığı yere, emirlerin verildiği dile varılamıyor. Her seferinde, göz göre göre bunu yaşamak çok yıpratıcı. Hele bu sözleri resmi sıfatları olan, önemli görevlerdeki kişiler de söyleyince, daha da ürkütücü bir görüntü çıkıyor.
Güldal Mumcu'nun, 1997'de Mehmet Ağar'la yaptığı görüşmeyi anımsayalım. Mumcu ona hepimizin kuvvetle duyumsadığı bu duvardan söz ettiğinde Ağar, "altından bir tuğla çekerseniz yıkılır" cevabını vermişti. Mumcu'nun "Çekin öyleyse" sözüne karşılık Ağar'ın verdiği yanıt; "Yapamam" olmuştu.
Keşke hep birlikte resmi görevlerde bulunanlardan sürekli olarak o tuğlaların bir bir çekilmesini talep edebilsek. Çünkü galiba o duvar şimdiye dek sorgulayamadığımız siyaset ve hukuk düzenlerini simgeliyor. Toplumsal barış o duvarın ardına gizlenmiş duruyor. Bireysel ve toplumsal güvenliğimizi korumak savında olanlar, bu amaçla görev başına gelenler önce o duvarın yanına gelsinler. Etrafında bizleri görecekler. Tahminlerinden çok daha kalabalığız. Edeplice beklemekteyiz. Yirmi otuz yıl, beş altı yıl, iki yıl önce, bir yıl önce bizim yakınlarımız katledildi... Kimimiz çok uzaktan, kimimiz gazete okuyarak, televizyon izleyerek, kimimiz karanlığa ışıklar yakarak, karanfiller taşıyarak bu süreci yaşadık, kimileri de ürpererek söylüyorum ama eminim, bizlere baktıkça kıs kıs gülerek yaşadılar bu süreci. Işıklarımız, çiçeklerimiz, yıldönümü toplantılarımız onların kalelerine ulaşamadı. O duvar sapasağlam duruyor.
- Toplum ve birey olarak bize düşen görev ne? Ne yapabiliriz? Ne yapmalıyız?
İzet: Örgütlenmeyi, dayanışmayı, birlikte çalışmanın kurallarını hazmetmeyi öğrenmemiz gerekiyor galiba.
Yasalar, kurumlar, güvenlik güçleri, bu yeni cinayet türleri, bu yeni fail tipleri ve onları kollayanlar karşısında yetersiz. Bizler de bireyler olarak hep bir ağızdan nasıl bir talepte bulunacağımızı, bunun yasal yollarının neler olduğunu tam olarak bilmiyoruz galiba. Vatandaşlık hakkımızı soğukkanlı ve vakur bir biçimde, dirençle ve süreklilik içinde kullanmayı bilmiyoruz.
Keşke bu tür olayları inceleyen, sorgulayan, arşivleyen örgütlü, bilgili, barışçı, yasal bir topluluk olsa. Kendini sorumlu sayan, bu olanlardan benim gibi utanç duyan her birey buraya başvurabilse. Herkes, tek tek yaşanan bu süreçle ilgili tanıklığını getirebilse. Yasalar yetmediğinden, yeni yasaların oluşması için birey olarak yurttaş olarak nasıl bir katkıda bulunacağımızı öğrenmeye çalışsak. Hukuk alanındaki boşlukların, zorlukların, yetersizliklerin giderilmesi için hep birlikte çalışabilsek. Öncelikle de hukuk ve iletişim alanında çalışanlar bu dayanışmayı gösterebilse, bize önder olabilse.
- En çok yanıt almak istediğiniz sorular hangileri?
İzet: Kimbilir ne kadar çok soru çıkar. Aslında, biz bu soruları hepimiz tek tek sorduk. Hepimiz sorularımızla, üstelik bir biçimde kimilerinin yanıtları bile belli olan sorularımızla öylece kalakaldık. Bu bana çok dokunaklı, çok acıklı geliyor. Yazılar, sesler ve görüntüler olarak uçuşup gidiyor bu sorular, boşluklarda kayboluyor. İşte o yüzden tek tek değil de hep birlikte sormamız gerekiyor. Kimler, neden bu kadar çok cana kıyma hakkını kendinde gördü? Kimler kimleri kullandı?
Onlara görev, silah, bomba verenler, onların adına sahte belgeler düzenleyenler, vatanseverliklerini vatan dışında da sürdürebilsinler diye onları yabancı ülkelere yollayanlar kimler, şu an hangi görevlerin başındalar? Onların aranma, yakalanma, yargılanma zamanı ne zaman gelecek?
- Basında olsun, televizyonda olsun Ağca'yla ve diğerleriyle ilgili
haber ya da röportajları izledikçe, konunun ele alınış biçimini gördükçe, isyanımı, öfkemi ve mide bulantımı denetleyemiyorum. Ya siz?
İzet: Ah, elbette öyle, birçoğunda öyle oldu.
Elim böğrümde kalakaldığım zamanlar çok oldu. Bu konuları film gibi izlemeye karşı durmalıyız. Olaylarda yer alanların, "Ben vatanıma, dinime çok çok bağlıyım" diye diye insanları katledenlerin kendilerini ifade ediş biçimlerini duydukça, onların "mağdur edilmekten dolayı" bizlerde yarattıkları öfkeyi gördükçe, bizler her şeyimizi kaybedip, eski olanaklarımızın çoğundan mahrum biçimde yaşamımızı sürdürürken, onların nasıl ödüllendirildiklerini, yaşam düzeylerinin bizden ne kadar da üstün bir hale geldiğini fark ettikçe bütün bu yüzsüzlüklerle, bu rezilliklerle karşı karşıya kaldıkça bileylendim, fazla edepli dururken değiştim. Kendimi bizi daha çok ifade etme gereğini hissetmeye başladım. Bu "kahraman katiller" çetesi karşısında öteki kurban yakınlarıyla özdeşleştim, onlarla bütünleştim.
ABDİ İpekçi, bundan 20 yıl önce 1 Şubat akşamı gazeteden çıkıp, evine giderken, öldürüldü, katledildi. Cinayet, Nişantaşı'nda, bugün onun adını taşıyan sokağın başında, evine birkaç metre kala işlendi. Birileri, Türkiye üzerinde planlı programlı
oyunlar tasarlayan birileri, böyle karar vermişti. Karar uygulandı.
O günden başlayarak, Susurluk olayına uzanan çizgide kimi isimler yeniden yeniden gündeme geldi. Bu isimler arasında tutuklanıp serbest bırakılanlar, hapisten kaçırılanlar, maşa olarak kullanılanlar ya da kimilerinin "Türkiye onlarla gurur duyuyor" dedikleri de var... "Kahraman katiller" aramızda...
O günden başlayarak, cinayetin aydınlanmadığı her gün Abdi Bey, bence yeniden öldürülüyor.
Katliamın ardından Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın yazdığı dizeler, "İpekçi'nin Düşündürdüğü" başlıklı şiir, kanımca, bugün de çarpıcı bir tokat niteliğinde:
"Ölüm istenmezdi ya / Günler değişti pek / Mutluluk oldu / Yatağında ölmek / İşte Abdi İpekçi'nin de göğsünde kurşunlar /
Son soluğa kandan çiçek / Biri var, yok edilmezse yok edecek hepimizi / Tek tek."
O gün Abdi Bey'in kızı Nükhet çocuktu, bugün yetişkin bir kadın. Ona aşağıdaki soruları yöneltirken, zaman zaman içimde müthiş bir utanç duyuyordum. Abdi İpekçi'nin öldürüldüğü bir ülkede yaşamanın utancı, hak, hukuk, adalet gibi kavramları yok saymanın utancı, ona bu soruları soruyor olmanın utancı ve her birimizin içinde saklı olan yanıtların utancı... Bu soru ve yanıtları tam da Haluk Kırcı'nın "susma hakkını" kullandığı günlerde konuşuyor olmamız da ayrı bir ironi...
İSTİHBARAT örgütleri, gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı Abdi İpekçi'nin öldürülmesinden önce "Mehmet Ali" adlı bir militanın ses getirecek bir eyleme hazırlandığını öğrenmiş; ancak suikastın dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı'ya yönelik olacağı sanıldığı için, İpekçi'nin korunması doğrultusunda gerekli önlemler alınmamıştı.
İstihbarat örgütlerinin büyük yanılgısı, 27 Aralık 1982 tarihinde, dönemin Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı Korgeneral Nevzat Bölügiray'ın, Genelkurmay Başkanlığı'nın "Terörist Mehmet Ali Ağca olayının aydınlatılması konulu emri" üzerine hazırladığı raporda yeralmıştı.
"Gizli" kayıtlı, 7130.43 -82 sayılı rapora göre, istihbarat örgütlerinin kullandığı ve "kaynak" olarak geçen bir ajan, ülkücülerin 1979 yılının Ocak ayında büyük sansasyon yaratacak bir eyleme hazırlandığını bildirdi. Aynı ajan, eylemin dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı'ya yönelik olabileceğini söyleyerek, eylemciyi şöyle tarif etti:
"Alparslan Türkeş ile irtibat halinde olan, aldığı talimatı anında tatbik eden, eylemsel olayları Türkiye çapında uygulayan, aslen Malatyalı olup uzun zamandan beri Malatya dışında bulunan, muhtemelen Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisinde öğrenci, uzun boylu, kısa kesilmiş saçlı, önden iki dişi eksik Mehmet Ali adlı şahıs."
İstihbarat Örgütleri bu bilgiyi gereğince araştırmayınca, Özaydınlı'ya suikast beklerken 1 Şubat 1979'da gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı Abdi İpekçi vuruldu. Katil, "Malatya doğumlu, uzun süredir Malatya dışında yaşayan, uzun boylu, kısa kesilmiş saçlı" Mehmet Ali Ağca idi.
Ağca, 25 Haziran 1979 yılında İstanbul'da polis tarafından yakalandı. Aynı raporda, Ağca'nın yakalanışından sonraki gelişmeler de şöyle yeraldı:
"Katil zanlısı olarak 25 Haziran 1979'da İstanbul'da yakalanışından sonra televizyonda gösterilişi sırasında, daha önce sansasyonel eylem koymak üzere adı geçen Mehmet Ali isimli şahsın, Mehmet Ali Ağca olduğu bizzat kaynak tarafından teşhis edilmiştir. Mehmet Ali Ağca'nın önden eksik iki dişini, 1979 yılı Ocak ayında yaptırdığı araştırma sonucu öğrenilmiştir."
Her şeyiyle gazeteci
ABDİ İpekçi, 9 Ağustos 1929'da İstanbul'da doğdu. 1948'de Galatasaray Lisesi'ni bitirdi. Bir süre İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne devam etti. Yeni Sabah ve Yeni İstanbul gazetelerinde muhabir ve yazı işleri sekreteri olarak çalıştı. İstanbul Ekspres gazetesinde yazı işleri müdürlüğü yaptı. 1954'de genel yayın müdürü olarak göreve başladığı Milliyet gazetesinin yirmi yıl başyazarlığını, yirmi beş yıl da genel yayın müdürlüğünü yaptı. İpekçi Milliyet'teki görevinin yanı sıra 1959'da Türkiye Gazeteciler Sendikası başkanlığı, 1960'da Basın Şeref Divanı sekreterliği yaptı. 1972'de Türkiye Basın Enstitüsü başkanlığına getirildi.
MİLLİYET Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı Abdi İpekçi, ölümünün 20. yılında mezarı başında ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nde (TGC) bugün düzenlenecek törenlerle anılacak.
1 Şubat 1979'da katledilen Abdi İpekçi için ilk tören, Zincirlikuyu'daki mezarı başında saat 11.00'de yapılacak. İpekçi için ikinci anma ise TGC'de düzenlenecek. Burhan Felek Salonu'nda saat 14.30'da başlayacak toplantıda, İpekçi'nin yakın arkadaşı, yazar Çetin Altan, "Abdi İpekçi Suikastı ve faili meçhullerin siyasal kökenleri" konusunda bir konuşma yapacak. Toplantıda Abdi İpekçi'nin kızı Nükhet İpekçi İzet de, suikast sonrasındaki 20 yılın tanıklığını aktaracak.
KANAL D, bugün saat 23.30'da Abdi İpekçi Belgeseli'ni yayınlayacak. Tuncay Özkan'ın hazırlayıp sunduğu belgesel, İpekçi cinayetinin yirminci yılında, suikastin karanlıkta kalan yönlerini gündeme getirecek.
İpekçi davasındaki son gelişmelerin anlatılacağı belgeselde ayrıca Susurluk çetesinin suikastla ilişkili olup olmadığı, Mehmet Ali Ağca'nın yurtdışına nasıl ve kimler tarafından kaçırıldığı ve Abdullah Çatlı'nın cinayetteki rolü üzerinde durulacak.
Programda, tetikçi Mehmet Ali Ağca, suç ortağı Yavuz Çaylan, Ağca'nın avukatı Doğan Yıldırım, dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş, dönemin askeri savcısı Refik Kara ve İpekçi'nin yakın dostları gazeteci Hasan Pulur, Sami Kohen, Tufan Türenç ve İpekçi'nin kızı Nükhet İpekçi İzet de, cinayeti ve sonrasını anlatacak.