The Others 'Hüzün ve komedi iç içe'

'Hüzün ve komedi iç içe'

11.02.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

'Hüzün ve komedi iç içe'

Hüzün ve komedi iç içe

"Siti Ana" Demet Akbağ, Vizontele'de yaşadıklarını Milliyet'e anlattı...
'Hüzün ve komedi iç içe'

Nilgün CERRAHOĞLU

Sıcak bir yaz gecesinde sulu, şeker gibi bir karpuz yemenin keyfi... Ya da damda yatarken yıldızları saymanın neşesi... Bu kadar basit, hayatın bu kadar içinden, bu kadar bire bir anlatılabilir...
Canlı, taze, genç bir film Vizontele. Zeki, kıvrak ve farklı. İnce bir mizah örtüsü altında derin bir "hüzünbazlığı" var. Yılmaz Erdoğan'la Demet Akbağ gibi.
Belediye başkanından bitirim delikanlı Cem Yılmaz'a, sinemacı Latif'ten yaşamı yavaş yavaş keşfeden çocuklara ve o çok tanıdık, bildik Anadolu karizmasıyla göz kamaştıran Siti Ana'ya dek her oyuncu, her rol - istinasız - baştan çıkarıcı bir defa. Yüreğe değen, yürekten geçen bir öyküsü var üstelik.
Meyve, sebze, balık tezgahlarının yanıbaşında; halkla kültürün "ender buluştuğu" bir yerde, Beşiktaş Pazarı'na açılan "BKM"de konuştuk Demet Akbağ'la. 250. performansını arkada bırakan "Sen Hiç Ateşböceği Gördün mü?" temsilindeki rolü için sahneye çıkmaya hazırlanıyordu. "Vizontele"yi konuşurken Van'ın Gevaş ilçesine geri döndü birden. Ve yeni doğmuş oğlu Ali'ye - ondan ayrı kaldığı her an - duyduğu hasretle, "Siti Ana"yı bir kez daha yaşadı, yaşattı...

- "Ben med - cezir gibiyim" demişti bana Yılmaz Erdoğan: "Mizahla trajedi bende birbirine çok yakın. Kahkaha atarken birden hüzünlenebilirim. Hüzünle neşeyi bir arada yaşayan, hüzünbaz biriyim..." Vizontele böyle. Baştan sona "hüzünbaz bir med - cezir" filmde...
- Bizim aramızdaki uyumun temelinde de bu var. Benim de oyunculuğumda, hatta kişiliğimde olan bir şey bu. Çok uç noktalarda yaşayabilirim. Duygularım bir anda yükselir ve heyecanlanırım. Çabuk ağlarım. Ama sinirim çabuk geçer. Oyunculuğumdaki bu asabi ve gergin karakteri çok sever Yılmaz. Birdenbire hüzünlenişimi, hüznün içinden mizahı çıkarışımı çok sever. O yüzden malzeme olarak çok iyi tanır beni.
- Film için izleyiciden aldığınız birebir tepkiler nasıl?
- Çok çok teşekkür alıyoruz. Meslektaşlardan, arkadaşlarımdan, hatta telefon numaramı bilmediğini düşündüğüm çok insandan mesaj ya da tebrik telefonu alıyorum ya da bir şekilde haber ulaştırıyorlar bana. Tiyatroya binlerce faks geliyor. Daha önce olmamış bir şeydi bu.
- İnsanların yüreğine değen bir yanı mı oldu Vizonteli'nin?
- Buna inanıyorum. Emek verildiğini, filme özendiğimizi görüyorlar. Ekip olarak müthiş bir komedi filmi de çekebilirdik. Mizah ve diyalog konusunda Yılmaz'ın inanılmaz bir kalemi var. Bunu yapabilirdik. Ama tercih etmedik. Hüzün ve komedi iç içe bu filmde.

Nefesleri dinlerim...
- Adına dek bu filmi çok önceden kurgulamış Yılmaz Erdoğan. Hikaye nasıl start almış kafasında?
- 4.5 yıl önce "İlerde bir film yaparsam" demişti bana: "Yaşadığım coğrafyanın filmi olacak. O coğrafyanın derdini anlatacağım ve böyle bir şey anlatacağım..." Türkiye'nin herhangi bir yerinde geçebilecek bir hikaye bu. Ama orada geçiyor. Yılmaz orayı çok iyi tanıdığı ve bunda kendine çok güvendiği; oranın detaylarını, renklerini iyi aktarabileceğini düşündüğü için. Mesela dikkat ettiyseniz; kamyonunda "berfin" satan bir adam var. "Berfin" kar tanesi demek. Buz satıyor. Şöyle bir de diyalog var orada: "Nasılsa eriyecek, buna niye para veriyorsun?" Sinema böyle bir detay işi. Neyi anlattığınız önemli değil. Neyi nasıl anlattığınız ve nasıl oynandığı önemli. Dediğiniz gibi seyircinin yüreğine değip değmemesi önemli...
- Bu sizin üçüncü filminiz. Kamera tiyatro kadar heyecan verici mi?
- Çok heyecan verici ama farklı. Tiyatroda her gece yeni bir dünya kuruyorum ben. İlk kez oynuyormuş gibi hevesle oynuyorum. Seyirci belki bunu anlamıyor ama her gece orada farklı bir şey hissediyorum.
- Farklı seyirciyle her defasında farklı elektrik kurduğunuz için mi?
- Evet. Bir mimiğimi biraz abarattığımda ne reaksiyon geldiğini hissediyorum. Farklı bir tonlamada reaksiyon farkını duyuyorum. Ben seyirciyi dinlemeyi çok severim. Oynarken onlardan gelen nefesi dinlerim. Sinemada bu yok. Başka bir heyecan, kameranın heyecanı var. Kamerayı ben seyirci yerine koyuyorum.
- Kamerayla o elektriği kurabiliyor musunuz?
- Evet. Çekim esnasında sahneyi orada seyreden teknik kadroyu da seyirci gibi görüyorum. Onların reaksiyonları ve duygularını hissedebiliyorum. Seyirci varmış gibi oynuyorum her sahneyi ben. TV çekimlerinde de böyle.

Açgözlü bir oyuncuyum
- Çok severek kabul etmişsiniz "Siti Ana" rolünü. Hangi yanı sizi fethetti?
- Hüzünlü yanı. Seyirci bu yanımı da görsün istedim. Artık zamanı geldi. Ben kadın komedyen olarak biliniyorum. Oysa oyunculuğumun mizah dışında böyle bir rengi de var. Fiziğim ve yaşıma uygun her şeyi oynamak istiyorum. Açgözlüyüm bu konuda. Aktörlük çok kısa ömürlü. Her yıl bir oyun oynasanız, on yılda on oyun ediyor. Hiçbir şey değil insanın kariyerinde. Oysa bir tiyatrocu olarak ben kendimi daha çok genç hissediyorum.
- Başka yönetmen, başka ekiple bu film önünüze gelseydi aynı inançla yola çıkar mıydınız?
- Kimin çekeceği çok önemli ama oyuncuyu çok tavlayan bir senaryo bu. Çok baştan çıkarıcı. Tüm roller öyle. En küçük bir rol bile... Bu rol ve bu senaryo mutlaka beni çok düşündürürdü.

Ali'nin uğuru
- 2000'lere şanslı girdiniz. Bebeğiniz oldu. "Vizontele" ile müthiş başarı kazandınız. Hayattan başka ne istersiniz?
- Nazar değmesin. Dizinin başarısı, arkasından "Ateşböceği" film ve Ali. Ali bana uğurlu geldi. Bizim tiyatromuzda yeni doğan bebekler tesadüfen hep bir işin başında doğdular. Ve çok uğurlu geldiler. "Bir Demet Tiyatro"nun da başlangıcı, Yılmaz'ın kızı Berfin'in doğduğu senedir.
- Vizontele'nin çekimlerine başladığınızda bebeğiniz üç aylıktı. Yeni annelik ne kattı "Siti Ana"ya?
- Çok şey. İnanılmaz. Çok hassas olduğum bir dönemdi. Çok farklı şeyler hissettim.
- Oğlunuzu askere gönderirken öyle bir ağlamanız vardı ki... Ali'yi mi düşündünüz sahneyi çekerken?
- Çok düşündüm. Onu çekimlere götürememiştim. Bir kere ona hasret vardı. O sahneleri oyunculuk tekniğiyle de halledebilirdim. Bu bir profesyonellik işi. Ama ne yaşadığımı ben biliyorum. Her şeyin ilkiydi Vizontele. Oradaki insanların heyecanı. Sinema filmimizin heyecanı. Ali'ye duyduğum hasret... Bir araya geldi. Böyle bir süzgeçten geçti o rol. Ve konsantre olmamı kolaylaştırdı.
- Demet Akbağ gözüyle Yılmaz Erdoğan nasıl biri?
- Zekası tartışılmaz. Çabuk ve pratik. Farklı dünyaları olan müthiş bir gözlemci. Geniş bir gözlükle bakıyor dünyaya. Yazar olarak bu çok işine yarıyor. Şeffaf bir adam sonra. Olduğu gibi. Samimi. Hepsinin başına bunu koymak lazım aslında. Adını koymasa bile seyirci hemen bunu seziyor.

"Bizde yas yok"
- Dormen: "Meşrutiyet'ten beri İstanbul ilk kez tiyatrosuz kalacak!" diyor. Ustalar isyan ediyor. Hakikaten ölüyor mu tiyatro?
- Bizim tiyatromuz böyle bir yas tutmuyor. Onu söyleyebilirim. Bayağı neşeli bizim tiyatrodaki durum... Ama sıkıntı çeken tiyatrolar var. Bunu biliyoruz ve çok üzülüyoruz. Kapılardan dönen, önünde kuyruklar oluşturan seyircisi yok tiyatronun.
- Sorunlar yalnız maddi mi? Türk tiyatrosunun kendisini tekrarlaması da krizin nedenlerinden biri değil mi?
- Ustalarımız bu işi büyük zevkle, bir şövalye ruhuyla yapıyor. Ben Haldun Dormen'in okulundan geçmiş bir oyuncuyum. İki yıl o tiyatroda oynadım ve çok şey öğrendim. Ama tiyatronun biraz kendisini tekrarlamasının da sorun olduğuna inanıyorum ben de.

Başarılı evlilik: TV + tiyatro
- Işık, dekor, sunum, sahne teknolojisi açısından 2000'in tiyatrosuna uzak kalmadı mı Türk tiyatrosu?
- Ben de böyle düşünüyorum. Ayrıca da kendi insanımızı anlatmaktan yanayım. Çok iyi komedi, vodvil yazarları var tabii dünyada. Ama ne olursa olsun seyircinin yüreğine hitap eden şeyin bizim coğrafyamızda yattığını düşünüyorum. "Otogargara" ve "Ateşböceği" bu tarz oyunlar. Ve biz hiç seyirci sıkıntısı çekmedik.
- Sizin sırrınız ne?
- TV'nin bize büyük desteği var. Bu gerçek. Canlımızı görmeye de geliyorlar buraya. Sonra "TV'dekinin aynısı değil. Gidin görün!" diyerek ve mutlu ayrılıyorlar. İlk başlarda "Otogargara"ya geldiklerinde bunu çok hissediyordum. "Ha bak bu dizide oynayan" falan diye ön sıralardan gösteriyorlardı. Hayatında ilk kez tiyatroya gelenler oluyor burada. "İlk kez geldim Demet Abla. Çok sevdim. Tiyatro çok güzel bir şeymiş..." diyor çocuk. TV'deki Lütfiye o çocuğu buraya çekiyorsa bundan mutluyum. Gişede ilk kez insanlara bilet alma keyfi yaşatabiliyorsak bu bile tiyatro adına başarı.



ENTELLEKTÜEL BAKIŞ