Köklü demokrasilerden biri olan kuzey ülkesinde din özgürlüğü 1951'de tanındı
İsveç'te devlet ve kilise yine de tam anlamıyla ayrılmadı. Kiliseye vergi hala devlet aracılığıyla toplanıyor. Üstelik anayasada "İsveç Kilisesi üyesi olmayan İsveç'e kral olamaz" maddesi duruyor.İsveç'te 1951 yılına kadar din özgürlüğü yoktu, herkes devlet kilisesine üye olmak zorundaydı. Bu yıla kadar İsveç Kilisesi devlet denetimi altında kaldı. Din (kilise) - devlet ayrılığı, yani laiklik ise 1 Ocak 2000 tarihinde gerçekleşti. Arkadaşımız Osman İkiz, Stockholm Üniversitesi'nde din tarihi dersleri veren Prof. Christer Hedin ile İsveç'te devlet - din ilişkilerini konuştu.
* İsveç'te kilise niçin ve nasıl devletleştirildi?
Onaltıncı yüzyıla kadar Avrupa'nın büyük kısmı Katolikti. Martin Luther'in reform hareketiyle İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya ve İzlanda, Protestan oldu. İsveç Kralı Gustav Wasa, kiliseyi zaten Vatikan'dan bağımsız kılmak istiyordu. Luther mezhebi Kral'a aradığı fırsatı yarattı. Çünkü devlet çok fakir, kilise ise çok zengindi. Luther'in manastırların kapatılmasını istemesi kralın işini kolaylaştırdı. Kiliseyi devletleştirerek mallarına, mülklerine el koydu. O zamandan beri İsveç Devlet Kilisesi ayakta kaldı. Ancak, bütün 20. yüzyıl boyunca kilise ile devletin ayrılması tartışması gündemden hiç inmedi.
* Tartışan taraflar kimlerdi ?
Liberaller ve sosyalistler devletin dini olmaması görüşündeydiler. Kilise içinde de devletten ayrılmak isteyenler vardı. Çünkü kilise devlet tarafından yönlendirilmekteydi. Kilise Meclisi piskopos adayı gösterebiliyordu ama tayin yetkisi parlamentonundu.
Tartışmaya katılan üçüncü taraf da uygulamadaki adaletsizliği eleştirenlerdi. Bunlar devlet kilisesine tanınan vergi toplama ayrıcalığına karşı çıkıyorlardı. Çünkü diğer kiliselerin böyle bir hakkı yoktu.
* Kilise, dini görevler dışında işlevler üslensin diye mi devletleştirildi?
Devlet vatandaşları kilise vasıtasıyla kontrol ediyordu. Kiliseler nüfus kayıtlarını tutuyordu. Onun için dünyanın en eski nüfus kütükleri İsveç'tedir. Kiliseye üye olma zorunluğu 1951'e kadar sürdü. Bu tarihten önce devlet kilisesinden ayrılmak isteyene ancak devletin onayladığı başka bir kiliseye geçmek şartıyla izin veriliyordu. Yani kimse kilisesiz olma hakkına sahip değildi. Hele "ateistim" deyip kiliseden ayrılmak mümkün değildi. 1951'de kiliseye mensup olma zorunluluğu kalktı ama büyük çoğunluk bunu sürdürdü. Örneğin, 1980'lerde halkın
yüzde 90'ı hala kilise üyesiydi.
* Halkın kiliseye bağlılığını nasıl açıklıyorsunuz?
Otuz yıl öncesine kadar okullarda İncil'den ayetler okunurdu. Daha eskiye gidecek olursak kilisenin halk üzerinde en etkili kurum olduğunu görürüz. Papazlar gece evleri dolaşıp halkı Luther'in kaleme almış olduğu "Hristiyanlığın Kuralları" kitabından imtihan ederlerdi.
Kilisenin yerine getirdiği sosyal işlevler de çok önemliydi. Örneğin, vaftiz, evlilik, cenaze törenleri... Bugün elbette vaftiz gibi geleneklerden vazgeçenler var, ama hala halkın yüzde 50'sinden fazlası bunları yerine getirmekte.
* Devletin halkı denetlemek için kiliseyi kullanmasının özel bir anlamı var mı?
Elbette var. Kral yönetimin bu şekilde daha kolay olduğunu düşündü. Sosyal Demokratlar da farklı düşünmedi. İlk parti programında kiliseyi devletten ayıracaklarını yazdılar, ama birçoğu "kilise devlete karşı olursa ne yaparız" diye düşünmeye başladı. 1940'larda parti programına "Kilise - devlet ilişkileri dinsel özgürlük ilkesine göre ayarlanacaktır" diye yazıldı. Konu bir süre gündemden düştü; ama kilise ile devletin ayrılmasını isteyenlerin bastırmasıyla nihayet 1990'larda buna karar verilebildi.
* 1951'de başlayan reform politikası nasıl bir seyir izledi?
1951'den sonra isteyen kiliseden ayrılabildi. Ancak anne ya da baba devlet kilisesi üyesiyse yeni doğan çocuk da kilise üyesi kabul edildi. Ama çocuk 18 yaşından sonra kiliseden ayrılma hakkına sahip oldu. 1962'ye kadar okullarda Hristiyanlık dersi veriliyor, Hristiyan inancı aşılanıyordu. Daha sonra bunun yerine bütün dinleri kapsayan bir "din bilgisi" dersi kondu. Hatta lisedeki din derslerine din eleştirisi de dahil edildi. 1963'te din dersinin tümüyle kaldırılması gündeme gelince halk buna karşı çıktı. Din bilgisi dersi bugün liselerde de okutuluyor.
Kiliseler partilerin kontrolünde
* 2000 yılı başında kiliseye bağımsızlık verilmesiyle, devlet - kilise boşanması tam anlamıyla sağlanabildi mi?
Tam anlamıyla ayrıldılar denemez. Kilisenin adı "İsveç Halk Kilisesi" oldu, ama kiliseye vergi hala devlet aracılığıyla toplanıyor. Üstelik anayasadaki "İsveç Halk Kilisesi üyesi olmayan İsveç'e kral olamaz" maddesi aradaki bağlantıyı açıkça göstermekte.
* Yani İsveç'e tam anlamıyla laik bir devlet diyemeyiz...
Kilise üyelerinin ödediği vergileri devletin toplaması önemli bir aykırılık. Ayrıca kilise yönetimi de siyasi parti temsilcilerinden oluşmakta.
Seçim yapılıyor ama gene de partilerin gösterdikleri adaylar arasından ve parlamentodaki temsil oranlarına göre. İsveç buna dünyada tek örnektir.
* Buna niçin gerek duyuluyor ?
Partiler her alanda yönetimi ellerinde tutmak, toplumu denetim altına almak istiyor. Ayrıca partilerin tüm toplumu temsil ettiği düşünülüyor. Partilerin içindeki Hristiyan gruplar da kilise içinde aktif olmak istiyor. Kilisenin partilerin kontrolunda olması bir güven faktörü sayılıyor. Öte yandan kilisenin tamamen bağımsız kalması halinde, yönetim kavgaları yaşanacağından endişe duyuluyor.
* İlelebet böyle sürer mi?
Elli yılda bu noktaya geldik. Tam laik devlet için belki bir elli yıl daha bekleriz.
* Din özgürlüğü mücadelesinin öncülüğünü kim yaptı?
Liberal, sosyalist ve dinsizler başı çekti. Halk o kadar ilgilenmiyordu.
* Kilisenin nihayet özgürleşmesi ne gibi değişikliklere yol açtı?
Pek değişiklik yok. İnsanlar devam etmese bile kiliseye vergi ödüyor, inanmasa da kurumun devam etmesini istiyor. "Estonya" gemisiyle birlikte binin üzerinde kişi sulara gömülünce halk kiliseye koştu.