Ölümünden 13 gün önce Ahmet Özal'ı Köşk'e çağırdı ve "Ben ölürsem RP'nin yükselişi önlenemez. RP Türkiye'nin başına yumruk gibi iner. Türkiye'nin kan gölüne dönmesinden korkuyorum. Benim tuttuğum dengelerin kıymetini ise ölümümden beş yıl sonra anlayacaklar" dedi.
Özal ara rejim hükümetinde görev için askerlere Demirel'den izin almayı şart koştu. Hamzakoy'la telefon bağlantısı kuruldu ve Demirel, "Görevi kabul etmen bizim programımızın doğruluğunu gösterir" dedi. Bu uzlaşma havası 83'de de olsaydı, Demirel BTP'yi kurdurmayıp ANAP'a destek verseydi Özal'ın kafasında Demirel'e Cumhurbaşkanlığı yolunu açmak vardı.
Orta Asya gezisinde Ahmet Yesevi'nin Türbesini ziyaretinde yanındaki gazetecilere türbeden toprak alınmasını istedi. "Hacı annem için mi" diye soranlara "hem hacı annene hem bana" dedi. Alınan toprak birkaç gün sonra Türkiye'nin gözyaşları ile sulayacağı Anıtmezar'ın üzerine serpildi.
GÜNLERDEN 11 Eylül 1980'di. İşaretleri bir bir gelen darbe artık kapıdaydı. Ankara'ya hakim semtlerde oturanların çoğunluğu gibi Özal da 11 Eylül'ü 12 Eylül'e bağlayan gece ayaktaydı. Önsezisi güçlüydü. Sabaha karşı 04.30 sularında eşi Semra Özal'ı uyandırıp, Türkiye için kötü ancak belki de kendisini cumhurbaşkanlığına taşıyacak olan gelişmelerin başlangıcı olan darbe haberini verdi. Ve ekledi:
"Semra Hanım hazır ol. Nasılsa şimdi gelip beni alırlar."
O gecenin sonrasını Ahmet Özal şöyle anlatıyor:
"Paşalar babamdan Başbakan Yardımcısı olmasını istediler. Babam da `Başbakanımdan izin almadan böyle bir görevi kabul etmem mümkün değil' diyor. Hamzakoy'daki Demirel ile telefon bağlantısı kuruluyor ve Demirel'in yanıtı `Senin bu görevi kabul etmen bizim programımızın başarısını gösterir' oluyor.
Eğer Süleyman Bey, `böyle bir görev alma' deseydi, babam bu görevi kabul etmezdi."
Ahmet Özal, merhum Özal'ın siyaseti sevmediğini söylediği vurgularken de giriş nedenini kendisine "Hissediyorum ki, bu bilgi ve birikimle birşeyler yapmakla görevliyim. Yapmazsam Cenab - ı Hak bana bunun hesabını sorar. Sana bu kadar olanak verdim niye kullanmadın derse ben bunun cevabını veremem" anlattığını açıklıyor.
ANAP'ın kuruluş dönemine ilişkin bir anı da o zamanlar ABD'de Dünya Bankası'nda çalışan küçük kardeş Yusuf Özal'dan geldi. Partinin kuruluşu için kollarını sıvadığı günlerde ABD'ye gittiğinde kendisini çağırdı. Projelerini anlatan ağabeyine Yusuf Özal "Cumhurbaşkanı Türkiye'nin idaresi için Başbakan'a yeterli yetkiyi verecek mi" diyerek endişesini aktardı. Çünkü "askerler partiyi kapatacak. Partinin başına Bülent Ulusu'yu getirsin, Özal geride kalsın" baskıları kendisine kadar gelmişti.
Bu endişeler Özal'ı etkilemedi. "Çok şey yapabiliriz" dedi. Gariptir, siyasetin başında küçük kardeşinden görüş alan Özal, aradan yıllar geçince kardeşiyle de kavga edecek ve "cahiliye dönemi insanları" olarak nitelendirecekti.
Yusuf Özal anılarından bir küçük kesiti daha çıkardı kimsenin bilmediği. Hep Erdal İnönü'nün fizik problemleri çözdüğü bilinir ama Turgut Özal da ender bulduğu boş zamanlarında matematik problemleri çözermiş.
Köprüyü sattırırım, sattırmam tartışmaları Özal'ın yıldızını parlattı. Şimdi kimsenin karşı çıkmadığı özelleştirmenin nüvesi yeniden demokrasinin ilk genel başkanlarının TRT - 1'deki açık oturumunda atıldı.
Özal artık Başbakan'dı. Dönüşümlerle dolu parlak bir dört yıl yaşandı. Siyasetin devleri ise devre dışıydı. Her ne kadar emanetçileri kanalı ile partiler kuruluyorsa da siyasi ortam dikensiz gül bahçesine benziyordu. ANAP'ın kamuoyuna yansıyan pırıltısına hayali ihracat gibi skandallar kara delikler açıyordu.
Gazetelerin ilk sayfalarını Özal ailesi ile ilgili skandallar süslerken Demirel de vurdukça vuruyordu. Tarih 1987'ye yaklaştığında siyasi yasakların kaldırılması için referandum gündeme geldi.
Ahmet Özal, merhum Cumhurbaşkanının geçmişi değerlendirirken referandum kararından "keşke yasakların kaldırılması kararını biz Meclis'ten çıkarsaydık" diyerek pişmanlık duyduğunu anlattıyor. Ahmet Özal, babasının bir sırrını daha açıklarken, "Eğer Süleyman Demirel o dönem Büyük Türkiye Partisini kurmayıp babama destek verseydi herşey farklı olurdu. O zaman babam hükümete gelir gelmez yasaklarını kaldırıp Süleyman Bey'i genel başkan yapacaktı ve Köşk'e giden yol o tarihte açılacaktı" sözlerine kaynak olarak babasını gösteriyor.
Referandumdan dönüş kararı çıktı. Sandık açılmadan hemen önce de erken genel
seçim kararı. Özal yeniden iktidardaydı ancak ANAP eski ANAP değildi. Yolsuzluk ve usulsüzlük söylentileri ayyuka çıkmış, ANAP inişe geçmişti. Özal'ın önünde ise yeni bir yol açılmıştı. Cumhurbaşkanlığı.
ANAP'ın başına Yıldırım Akbulut'u atadı. Çankaya'da hiçbir şeye karışmadan oturmak ona göre değildi. İlk günler de halinden memnundu. ANAP Kongresi ise yaklaşmıştı. Ortaya atılan hanedan benzetmesine hak verir biçimde Semra Özal'ın siyasete atılması da bu günlere rastladı. Kavgalı, tartışmalı İstanbul İl Kongresinde Semra Hanım İstanbul İl Başkanı oldu. Ahmet Özal bunun yanlış bir karar olduğunu belirtirken "belki annem yerine ben olsaydım daha iyi olurdu" diyor.
Semra Hanım'ın İl Başkanlığı kısa sürdü ancak bu arada Mesut Yılmaz da ANAP Genel Başkanı olmuştu. Bir zamanlar Semra Özal kanalıyla destek verdiği ancak daha sonra kendisini "Çankaya'ya hapsetmek" isteyen Mesut Yılmaz. Kavga cephesi artmıştı. Şimdi karşında kendi partisi de vardı. Hem Çankaya'daki 864 rakımlı tepede oturup hem mücadelede başarılı olmak mümkün değildi. İnmeyi düşündü. Ahmet Özal'ın bize anlattıklarına göre Özal yaşasaydı 19 Mayıs 1993'de Cumhurbaşkanlığından ayrılıp Yeni Parti'nin başına geçecekti.
Tüm bunlar yaşanırken sağlık durumu da giderek bozuluyordu by-passlı kalbi yoruluyordu.
Tarih 1993 yılı Nisan ayının başlarıydı ve önünde 10 günü aşkın Orta Asya gezisi vardı. Türkiye'nin Türk Cumhuriyetlerinin hamisi olması onun hayaliydi. Orta asya gezisine çıkmadan birkaç gece önce Ahmet'i Köşk'e çağırıp sabah 5'e kadar dertleşti. "Ben ölürsem" diye başlayan konuşmada Özal, "RP'nin yükselişi önlenemez. RP Türkiye'nin başına yumruk gibi iner. Bunun altından kimse kalkamaz çünkü siyasetçiler siyaseti bilmiyorlar. Türkiye'nin kan gölüne dönmesinden korkuyorum."dedi. Ahmet'e siyasete girmesini tavsiye etti. Konuşmanın devamında ölümünden yıllar sonra Başbakanlık sistemi gibi ortaya attığı fikirlerin yeniden tartışılacağını bilircesine "tuttuğum dengelerin değerini ölümümden beş yıl sonra anlayacaklar" diyordu. Yorgun başladığı gezi onu daha da yordu.
Orta Asya gezisinde Ahmet Yesevi'nin Türbesini ziyaretinde yanındaki gazeteci Servet Kabaklı'dan türbeden toprak almasını istedi. Kabaklı, Özal'ın ricasıyla Bakanlar Kurulundan çıkan karar gereğince Tarikat Şeyhi Mehmed Zahid Kotku'nun türbesinin bahçesine gömülen Hafize Hanım için sandı. "Hacı annem için mi" diye sordu. Özal, "hem hacı annene hem bana" dedi. Alınan toprak birkaç gün sonra Türkiye'nin gözyaşları ile sulayacağı Anıtmezar'ın üzerine serpildi.
HANIMLAR geniş salonun bir köşesinde uzun beyaz ve yumuşak kanepelere oturmuş çaylarını yudumluyorlardı. Panoramik pencerelerden, önce yeşillikler, ardından boğazın enfes maviliği görünüyordu. Tabii, Semra Hanım'ın kahkahaları hakimdi çevresine. Pek hatırlayamıyorum ama herhalde günlük yaşantıyla ilgili konulardı konuştukları.
Turgut Bey ile ben, yanmayan şöminenin önünde oturmuş geçmişi anımsıyorduk. DP'nin çöküntü yılları, 27 Mayıs ihtilali ve AP'nin kuruluş günleri, Demirel ve diğerleri.
Davet sahibi rahmetli Avni Meserretçioğlu, Houston'da tanıdığı ve pek sevdiği Özal'ı dinliyordu.
- Turgut Bey dedim, şu yurt dışına çıkış özgürlüğü bir türlü halledilemedi... Bir insanın dilediği zaman dilediği ülkeye gitmesi niçin engelleniyor?
Turgut Bey acı acı güldü;
- Biliyorsunuz yakın zamana kadar üç yılda bir yurt dışına çıkılabiliyordu. Ben, ancak yılda biri kabul ettirebildim. Elimde olsaydı açardım kapıları.
24 Ocak 1980 kararlarının alındığı günlerdi ki; tabii bu kararların yürürlüğe konulması Süleyman Demirel ile Turgut Özal'ın işbirliğiyle gerçekleşmiştir. Yokluklar ülkesiydi Türkiye.
Döviz rezervi, 20 milyar değil, 20 milyon dolardı. Uçaklar, vapurlar, trenler, otobüsler işlemiyor, yağ, şeker, çok şeyi almak için kuyruklara giriliyordu. Hayat felce uğramıştı.
* * *
Her türlü polisiye önlemlere rağmen piyasa kaçak sigara, viski ve her türlü yoklarla dolu. İçenler ağır ceza mahkemelerine veriliyor, satanlar ise bir yolunu bulup yakayı kurtarıyor. Turgut Bey, bunu önlemenin çaresinin serbest ekonomi olduğunu söylüyor, kaçak musluğunun Hazine'ye akmasını nasıl sağlayacağını dile getiriyordu.
* * *
Turgut Bey kah küstü, kah sustu... Ama, 1980 - 83 arasında Türkiye bir hayli mesafe almış, yoklar varolmuştu.
Seçimler geldi çattı. Turgut Bey, müstafi başbakan yardımcısı olarak İstanbul'da, Ankara'da eş dost toplantılarında konuşuyor, parti kurma hayalleri var.
Askerler iktidarı sivillere teslim edecekler mi, etmeyecekler mi? Teslim edecekleri belli ki, seçim yaptırıyorlar ama herkes endişede. Yalnız bir husus var, o da siyasete gireceklerin veto edilme tehlikesi.
İşte böyle bir siyasi havada... bir ev sohbeti sırasında yine erkekler ayrı, hanımlar ayrı harem - selamlık otururken, kendimi tutamayıp:
- Turgut Bey dedim, Bülend Paşa'yı (Ulusu) siyasete girmesi, parti kurması için zorluyorlar. Paşa'yla beraber çalıştınız iyi işler yaptınız. Şu dönemde, Bülend Paşa ile tıpkı Almanların Adenauer ile Erhard'ı gibi beraber olsanız böylece iktidarın sivillere verilmeyeceği şüpheleri ortadan kalksa...
Hanımlar köşesinden Semra Hanım'ın konuşmayı kesip bize yöneldiğini gördüm, öfkesiz ama dargınımsı bir sesle:
- Aaa Yılmaz Bey dedi neden öyle söylüyorsunuz? Turgut Bey sivildir diye başbakan olmayacak mı?
Turgut Bey sesini çıkarmadı, konuyu değiştirdi, ben de baltayı taşa vurduğumu anladım...
* * *
Aynı baltayı bir süre sonra, kendimi tutamayıp bir defa daha taşa vurmaz mıyım?..
Bu kez, zaten partisini kurmuş olan Turgut Bey konuştu;
- Bak kardeşim dedi... Seninle Avni Bey'in yanında bir sohbetimiz var ya?.. Kaçak viski, kaçak sigara ve yokluklar ve yurt dışına çıkış özgürlüğü?.. Hepsi serbest ekonomi sistemine bağlı. Benim bunları sağlayabilmem, başarabilmem için bir siyasi partinin ikinci, üçüncü adamı değil, birinci adamı olmam lazım. Programı kuralları ben koyarım. Kurduğum parti kazanırsa iktidarı bana verirler. Hiç şüphem yok.
* * *
Turgut Bey kazandı ve iktidarı ihtilalin lideri Evren Paşa'nın omuzunu tutup ona sarılarak aldı. Yurtdışına çıkış 100
dolar fon ödeyene serbest bırakıldı.
Uzun yıllar sonra çok sevdiği bir alaturka ziyafetinin akşamında;
- Beyefendi, bu 100 dolar da fazla değil mi? deyiverdim.
Turgut Bey güldü;
- Bak dedi, yurt dışına gidebilenler var gidemeyenler var. Ama bir gün gelir 100 dolar da kalkar.
Ve dedikleri oldu...