The OthersSüleyman mehdiydi!

Süleyman mehdiydi!

28.07.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Süleyman mehdiydi!

Süleyman mehdiydi

Prof. Cornell Fleischer'in Kanuni dönemiyle ilgili müthiş iddiası

Amerikalı Osmanlı tarihçisi ve 1. Süleyman (Kanuni) döneminin önde gelen uzmanlarından Prof. Cornell Fleischer'i dinledikçe, iki şeyi daha iyi anladım: birincisi, bugün içinde bocaladığımız keyfi yönetim ve hukuk devleti çelişkisini, Osmanlılardan miras aldığımız; ikincisi de 2000 yılına yaklaştığımız şu günlerde adeta "binyılcı" ve kıyametçi söylemlerle "adil düzen" vaadedenlerin, Kanuni tarzı bir devletçilik yaptığı! Ama Prof. Fleischer'a göre, Kanuni reformları dinle devleti ayırmanın ilk adımlarıyken, bana göre bugün Refah Partisi tarihi çarpıtarak, din - devlet dinamiğini tam tersine kullanıyor. İşte Osmanlı tarihini çok iyi bilmemiz için bir neden daha!
Fleischer'in Tarih Vakfı Yayınları'ndan Ayla Ortaç çevirisiyle çıkan Tarihçi Mustafa Ali/Bir Osmanlı Aydın ve Bürokratı adlı kitabı da, hem Cumhuriyet düzeninde bile süren çelişkili aydın - devlet ilişkisine hem de tarihçilik geleneğimize ışık tutan bir çalışma. Kanuni dönemiyle ilgili Master of The Age (Sahipzaman) adlı kitabı yakında yayınlanacak olan Fleischer halen Chciago Üniversitesi'nde İslam ve Osmanlı tarihi profesörü ve Ortadoğu Araştırmaları Merkezi'nin yöneticisi.

*Osmanlı tarihçisi Mustafa Ali'nin reformcu bakışını gerektirecek bir kriz var mıydı 16. yüzyılda?
Muazzam bir politik ve kültürel değişim vardı, o anlamda kriz olduğu söylenebilir. Yeni bir sistem kuruluyordu ve Ali gibiler o sistemin hem ilk yaratıcıları hem de ilk ürünleriydi bir bakıma.
*Nasıl bir sistemleşme bu?
Kanuni Sultan Süleyman her şeyi kurumlara bağlamaya çalışıyor. Bir bakıma politikayı kişilerden bağımsız, kişilerüstü bir hale getirmeye başlıyor. Ondan hemen önceki döneme, mesela İkinci Bayezit veya Yavuz Selim'in politikalarına bakarsak, siyasi ilişkilerin tamamen kişiliklere dayandığını görüyoruz. Mesela Yavuz Selim herkesi korkutarak, zorla istediğini yaptırıyor. Halbuki Süleyman bürokrasiyi genişletiyor. Vilayetlere gönderilmiş hükümleri toplayıp bunları kanun şeklinde rasyonalize etmeye çalışıyor. Herkes ne yapması gerektiğini benden değil, kanundan bilecek tarzında bir yaklaşımı var. Yani yasallık kavramı padişah fermanlarından yahut padişah adına gönderilen hükümlerden biraz daha geniş bir şey olarak algılanmaya başlıyor.
*Peki, bu kadar müthiş yeniliklerin olduğu bir dönemde Ali gibi tarihçilerin söyleminde bir "çöküş" ve gerileme edebiyatının çıkması çelişki değil mi?
Değişimin kendisi belirsiz nitelikte; iyi de olabilir, kötü de olabilir. İnsanlar değişim çağını, tıpkı bugünkü gibi, nasıl yargılayacaklarını tam bilemiyorlar. Mesela Osmanlılar kendi tarihlerinin henüz belirsiz olduğunun çok bilincindeydiler. İstilacı Moğol geleneğinin mirasçısı bir devletten dünya imparatorluğuna geçişin bütün belirsizliklerinin farkındaydılar. Mustafa Ali bu geçiş sürecine tanıklık eden ve onu anlamaya çalışan bir aydın. Çünkü unutmayın, 16. yüzyıl insanı için bu geçiş hala anılarda yaşayan bir gerçeklikti.
*Yani kurdukları devlet çok yeni ve hala biraz korkuyorlar?
Tabii ki böyle bir endişe var. Kanuni'nin başlattığı sistemleşme bu açıdan çok önemli. Ali'nin üyesi olduğu okumuş egemen yönetici sınıf ve entellektüeller de, bu sistem fikrine onun için böyle önemli ölçüde bel bağlıyorlar. 16. ve 17. yüzyılda Osmanlı tarih yazımı da bu nedenle gelişiyor ve kurumsallaşıyor.
*Yani bir bakıma kabileciliğin son demleri yaşanıyor, ama aynı anda da sistemik endişeler başlıyor?
Tam aynı zamanda değil. Ama bir kuşakta diyebiliriz. Kanuni'nin burada eskatalojik kimliği yani kıyamete ilişkin nihai bilgileri haiz bir kimliği benimsemesi ve yansıtması çok önemli. Bu kadar değişimi gerçekleştirecek otoriteyi nasıl sağladı mesela? Değişim sisteme doğru, ama kendisi sistemli bir süreç değil, deneme ve yanılma var, mücadele var. Mesela kanunların kodlaştırılması çok önemli. Çünkü dünyevi insan yasasını, dini yasayla yani şeriatla eşit düzeye çıkartıyor. Ulema sınıfının gücünü kırıyor. Bunu nasıl başarıyor?
*Nasıl başarıyor gerçekten?
Benim şimdi yayınlanmak üzere olan yeni kitabım için yaptığım araştırmalarda bir şey buldum; Süleyman'ın mehdilik iddiasında bulunduğunu keşfettim.
*Ne demek bu? Peygamberlik iddiası mı?
Hayır. Mehdi ya da mehdinin gelişine gereken hazırlıkları yapacak insan olarak biliniyordu.
*Sünnilikte böyle bir inanç var mı?
Var. Günümüzde sadece Şiilik alemine özgü gibi tanıtılıyor ama o dönemde Sünnilerde de benzeri fikirler çok yaygındı, hatta egemendi.
*Mehdi'nin misyonu neydi? Kıyamet habercisi mi?
Kıyamet habercisi fakat kıyamet kopmadan evvel İngilizcede "millenial" denilen yani binyıl düzenini kuracak kişi. Bütün batıl inançlar, sahte dinler yok olacak, bütün dünyaya tek bir din hakim olacak. Hristiyanlık ve Musevilikte de benzer fikirler o dönemde yaygın.
*Kanuni bunu açıkça mı ilan ediyor?
Kendisi doğrudan söylemiyor. Fakat buna dair somut deliller var. Mesela Mevlana İsa adlı tarihçi Cami-ül Meknunat adlı manzumesinde Süleyman için ya mehdi ya da mehdinin serdar'ı olmalı diye yazıyor ve kanıtlar getirmeye çalışıyor. Müceddid olduğunu söylüyor, yani her yüzyılın başında İslamiyeti yenileyecek şahıs. Ayrıca Kanuni'nin yakınlarından astrolog Remmal Haydar'ın Kanuni'ye yazdığı gizli raporlar var Topkapı arşivinde; ona kıyamet kopmadan evvelki son padişah olduğunu ve dünyayı kontrol edeceğini söylüyor.
*Ciddi bir inanç mı bu binyılcılık o dönemde? Politik amaçla mı kullanılmış?
Apokaliptik /kıyametçi yahut millenial/binyılcı yaklaşımlara çok hassas bir dönem gerçekten. Politik boyutları da çok önemli tabii. Süleyman'ın bu açıdan çok işine gelmiş. Çünkü doğuda kurulmuş yeni Safevi devleti var. O tam milenarist/ binyılcı bir devlet. Şah İsmail kendini mehdi ilan ediyor; hem şah, hem şeyh. Böyle bir rekabet var. Batı'da da Şarlkent için son dünya imparatoru deniliyor. Tunus'u, İstanbul'u ve Kudüs'ü fethetmeye hazırlanıyor. Kanuni de cülus eder etmez kendi devletinin en adil, dünyanın gördüğü en adaletli düzen olduğunu ilan ediyor.
*Öyle mi gerçekten?
Hayır ama önemli olan bunu ilan etmiş olması. Ve o esasa dayanarak devlet sistemi kurmaya çalışması. Adaletin uygulandığı, daha derinlemesine uygar bir sisteme geçildiğinin ilan edilmesi, Süleyman'a bir meşruluk aracı ve devleti kontrol etme gücü kazandırıyor.
*Bu sayede mi şeriata eşit bir dünyevi kanun sistemi kurabiliyor?
Evet. Tıpkı Avrupa'da Reformasyonu ateşleyen fikirlere paralel bir gelişme var, dini kurumları dönüştürmek yahut arındırmak hamlesi var. Mesela müceddid yani dini yenileyecek kişinin bizzat din adamı olması gerektiği fikri terk ediliyor. Hem Osmanlılarda, hem Avrupa'da. Müceddidin yani yenilikçinin ille din alimi olması gerekmiyor, bir hükümdar da olabilir. Ve dinin yenilenmesi sosyal ve politik alanda da gerçekleşebilir. Ruhani ve dünyevi egemenlikler birbirini pekiştiriyor. Bence bu dünya tarihinde muazzam bir kavşak. Sekülerleşmenin başlangıcını görüyoruz.
*Ali gibi ilim adamlarına da tarihi bu bağlamda resmileştirmek, adeta mitoslaştırmak düşüyordu herhalde?
Tarihi herkes mitoslaştırıyor. Erken modern çağda tarih yazmayı zaten mümkün kılan şey, daha önce sözünü ettiğimiz yükseliş ve çöküş kalıbının kullanılmasıydı. Tarihin henüz bilim olmadığı bir zamanda, insanları tarih yazmaya yönelten dürtü buydu. Klasikleşmiş bir altın çağ yaratıp onu kıstas haline getirmek, buna göre bir değerlendirme ve eleştiri yapmak, bir çerçeve çizerek nereye gidileceğini tartışmak. Bu nedenle çöküş ve reform boyutu Osmanlı tarihçiliğinin ana temalarından biri oluyor bu dönemde. Ali'nin ölümünden yüzyıl sonra bile, Sultan'a nasihatlar ve toplumun eleştirisi geleneği sürüyor. Osmanlılar için tarih adeta bir saplantı olmuş. Ama Ali gibi tarihçilerin tam olarak "resmi" tarih yazdıkları da söylenemez. Egemen seçkin sınıfın üyesi oldukları ölçüde resmi tarihçiydiler tabii ama açıkça eleştiri de yapabiliyorlardı.
*Nasıl cesaret ediyorlardı buna? Bir tür ilkel "hukuk devleti" mi oluştuğunu söylüyorsunuz? Sultanın gücü mutlak ve despotik değil mi?
İdealize edilmiş haliyle mutlak tabii. Ama pratikte, Sultan'ın gücünün de sosyal ve politik sınırları vardı. Kanunlar Sultan'ın hükmü olabilir ama Sultan keyfi olarak kanun uygulamalarını değiştiremez. Sizin ilkel hukuk devleti dediğiniz yasal sistem fikri de zaten bence Süleyman devrinin hem psikolojik hem maddi olarak en önemli ürünüydü. Padişahlık ve hanedan bile kişilikler - üstü bir kurum haline getirilmeye çalışılıyordu


*Türkiye'de Refah Partisi ve bazı İslamcı ideologların Osmanlı tarihine, özellikle din - devlet boyutuna bakışı sizi şaşırtıyor mu?
Şaşırmak belki yanlış kelime, ama bu bağlamda beni sarsan şey, kısmen mitolojik bir Osmanlı geçmişinin nasıl ısrarla ve etkili şekilde yaratılıp yayıldığını görmekti. Mesela tek tek bazı Osmanlı sultanlarının idealleştirilmesi, en yüce ve iyi İslami ilkeleri kişiliklerinde barındırdıkları tarzı görüşler, sultanlar içki içiyor muydu, özel hayatları nasıldı gibi tartışmalar, sultanları sadece hükümdar olarak değil de yüksek ahlak temsilcileri olarak görme arzusu tarihi tamamen ıskalamak bence.
*Şeriatçı talepler sizi şaşırttı mı?
Hem evet hem hayır. Tarihçi olarak şaşırtmadı çünkü 1970'lerde Türkiye'ye ilk geldiğimde en çarpıcı gözlemim, tarihçi olarak, Osmanlı geçmişinin bir çok boyutunun, ve tabii İslami boyutunun da, reddedilişi ve dışlanışıydı. İnsanlara tarihi reddettirmek ve devrimci tarzda tarihin başlangıcını yeniden koymak, kolay bir şey değil.
*Sizi şaşırtan neydi o zaman?
Türkiye'de bir dönem yaşayınca kendim de Cumhuriyetçi kültüre ve yaşam tarzına alıştım. Ama bana en ilginç gelen olay, Osmanlı'dan alınan hukuk mirasıyla ilgili tartışma. Evrenselci, milli sınırları aşan İslami gelenek yani şeriat mı ilk başta gelir, yoksa Osmanlı'daki hukuk evrimi bugünkü sekülerleşme ve laikleşmeye bir öncel miydi? Bana kalırsa kanun ve şeriat ilişkisindeki belirsizlik, Osmanlı sisteminin özüydü. Bu ikilik bilerek yaratılmıştı ve Osmanlılar bu ikiliği dengelemekte çok başarılıydılar. İslam tarihinde bu kadar başarılı başka örnek yok. İran'ın tarihine bakarsanız bu din - devlet çatışmasını açıkça görebiliyorsunuz, Safevi'lerden beri. Halbuki benim incelediğim Kanuni döneminden başlayarak Osmanlılarda kutsallığın bir tür dinden devlete devir edilişi sözkonusu. Bugünkü Cumhuriyetçi Türk toplumunu saran devlet fetişizmine bakarsanız, ister karşı olun ister destekleyin, kökenleri burada olabilir. Devletle ve politik güçle çok belirsiz, çelişkili bir ilişki hala sürüyor; aydınların sosyal kimliği bile kurumsal yapıların varlığıyla içiçe. Bazı İslamcıların bile Osmanlı geçmişini sahiplenişinde böyle bir devletçi bakış var.
*Osmanlı tarihi artık avrupa tarihinin bir parçası olarak rüştünü ispat etti mi?
Bu noktaya varmanın eşiğinde bence. Osmanlı tarihinin talihsizliği bugüne kadar bir yandan Avrupa'nın oryantalist önyargılarının diğer yandan da milliyetçi tarihlerin kurbanı olmasıydı. Bu durum son on yılda değişmeye başladı. Mesela benim üniversitem Chicago'da Osmanlı tarihi sadece İslam değil Avrupa tarihinin de bir parçası.
*Ama Avrupalılar açısından bu hala avangard bir tutum?
Erken modern tarihçiler arasında isteksizce de olsa avrupa ve Akdeniz tarihinin osmanlılar olmadan anlaşılamayacağı artık kabul ediliyor. Ama politik ve sosyal tarih çok ağırlıkta. Kültürel tarih ve din çalışmaları üzerine de daha ciddi çalışmaların başlayacağını umuyorum.
KEŞFETYENİ
Fotoğraflar olay olmuştu! Tren yolculuğunun maliyeti dudak uçuklattı
Fotoğraflar olay olmuştu! Tren yolculuğunun maliyeti dudak uçuklattı

Cadde | 30.05.2025 - 07:57

Hande Erçel ve Hakan Sabancı aşkı doludizgin devam ediyor. Sık sık tatile giden ikili Roma-Paris hattında yolculuk yapmıştı. Yolculuğun maliyeti ortaya çıktı.

Yazarlar