17.01.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:
Ömer Laçiner
Ömer Laçiner
"Bugün sol kimlik gösteren parti yok..."
DSP’nin sol bir parti olduğu söylenemez. Kendisi zaten şu anda ANAP’ın müttefiki. Bir merkez parti o. Merkez sol ya da merkez sağ parti olmak merkez bir parti olmaktan farklı bir şey değil aslında. Dolayısıyla Rauf Tamer’in böyle bir şey söylemesi kendi açısından ciddiye alınabilir. Şurası açık; son 20 senedir dünyada genel olarak solun kendi tanımında bir buhran var, ciddi bir eksiklik var. İki türlü bu tarif yapılabilir. Birincisi bir düzen içinde sol politika vardır. Yani belirli ön kabuller üzerine kurulu bir sistem ve davranışlar dünyasında yaşıyoruz. Politik kurumlar, amaçlar dünyasında yaşıyoruz. Şimdi bu solun ve sağın birtakım varsayımlar üzerine kurulduğunu görüyorsunuz. Örneğin herhangi bir rejimin başarısı büyük ölçüde o rejimin iktisadi başarısına endeksli. Bunu sol politikalarla yaparsın, sağ politikalarla yaparsın. Burada da ayrım şöyle kuruluyordu: Eğer siz bu iktisadi büyümeyi aynı zamanda sosyal adaletle yapabiliyorsanız, bir sosyal devlet politikasıyla yapıyorsanız, insanlara iş güvencesi, alt düzeydekilere bir gelir artışı sağlayabiliyorsanız sol politikalarla yapıyorsunuz demekti. Bunu uygulayanlara da sol parti denirdi. Legal solun programı böyledir. Bir de solun devrimci tanımı vardır. O ise düzeni değiştirmeyi düşünürdü. Bu varsayımlar üzerine kurulu düzenin bundan tamamen farklı, daha üstün değerler ve varsayımlar üzerine kurulabilirliğini savunan bir sol vardı. Türkiye gibi ülkeleri tabii ayırmak lazım. Çünkü Türkiye’de gerçekten düzenin varsayımlarını benimsemiş bir sol ile bu varsayımlara karşı çıkan radikal, devrimci sol aslında aynı kefeye konuluyordu. Diğer ülkelerde bu böyle değildi. Kalkıp da sosyal demokratım dediğiniz anda bile düzen dışına atılabilirdiniz. Türkiye solu dediğiniz şey iktidara gelmek için tırnak içinde radikal şeyler söyleyebilen ama aslında geldiği takdirde kapitalist toplumun ana varsayımlarını kabullenen ama bunu ülke tarzında değişiklikle gerçekleştirmeye çalışan bir sol idi bu. Bence bu bir düzen soluydu. Düzen dışı sol dediğimiz yani gerçek devrimci sol dediğimiz şey kapitalist dünya düzeninin varsayımlarının tamamen dışına çıkan, onun devletçi mantığını aşabilen bir soldu. Dünyayı, toplumu, insanı yeniden tanımlayabilen bir sol. Bu tarifi yapmakla sol 1960’lardan beri uğraşıyor ama bunu yapamadı. Bugün bu açıdan baktığınızda ÖDP de sol bir kimlik göstermiyor. Gösteren yok. Dünyada zaten bunun boşluğu yaşanıyor. Bugün bir anti sağ, anti kapitalizm var. Anti sağ olmak demek sol olmak demek değil. Yani isyan etmekle devrim yapmak ayrı şeylerdir. Bunlar bir niyeti ifade eder. Bizdeki kelime çok yanlış; devrim devirmek sözünden geliyor. Revolüsyon aslı. Ya da Arapçasıyla ihtilal. Yeni bir şey çıkarmak. Yeni bir toplum, yeni bir dünya çıkarmak. Bu başlı başına çok büyük, derin ve kompleks bir iddiadır. Bir şeyi yıktığınız zaman otomatikman yerine yeni bir şey kurmuş olmuyorsunuz. Belki öbürünün çok kötü bir tekrarı, kopyasını kurmuş olmak da mümkün. Yani bugünün toplumunu alıp siz yeni baştan bir şey yapamazsınız. Devrimcilerin her şeyi yeni baştan düşünmesi gerekir. Bu da bugünün toplumuna varıncaya kadar çok derin değerlendirilmesini gerektiriyor. Tıpkı bilimdeki devrimler gibi. Bugün Türkiye’de kendine sol diyen partilerin tümü topluma sağ partilerin verdiği hedefleri verebiliyor. Biz de iktisadi büyüme istiyoruz ama bunun sağ partiler gibi değil de şöyle yapılması gerekiyor, diyor. Biz de işsizliği önlemek istiyoruz diyor. Hiçbir parti de kalkıp işsizliği çoğaltacağız, azdıracağız falan demez. Yani DSP’nin iktidara gelmiş olması sol bir partinin iktidara gelmiş olması demek asla değil. Rauf Tamer bir meddahtır.
Ertuğrul Kürkçü
"Parlamentoda sol bir iktidar ya da muhalefetten söz etmek olanaksız..."
DSP adındaki "sol" sıfatının bugün yalnızca "milliyetçilik" bağlamında bir karşılığı var. Milliyetçiliğin sağ ucunda MHP ve BBP’nin yer aldığını kabul edersek, DSP’nin bu alanın "sol"unda bulunduğunu söylemek mümkün. Ama hepsi o kadar. Türkiye siyasetinde egemen partilerin politikalarıyla adları arasında hep bir örtüşmezlik olageldi. Ancak DSP bu bakımdan en uç örneği oluşturuyor. Demokratik değil, kişi hakimiyetine dayanıyor; sol değil, sermayenin ve devletin çıkarlarıyla bağlı; parti değil, bir toplumsal örgütlenmeyi ifade etmiyor.
Bu bakımdan, DSP’nin hükümetini 1977’deki Ecevit hükümeti kadar olsun "sol"un iktidarı gibi anlamak olanaksız. Modern siyasette "sol"un içeriğini oluşturan temel kavram, özgürlük, temel güç emek. Bugün parlamentoda yer alan ve kendilerine "sol" denilen partiler,Áçerçevesini 12 Eylül diktatörlüğünün çizdiği otoriter rejime meydan okuyan bir özgürlük talebini dillendirmiyorlar, küreselleşmenin çizdiği sermayenin uluslararası yeniden yapılanma süreciyle bir karşıtlığa dayanmıyorlar. Bu nedenle parlamentoda bir "sol" iktidardan da "sol" muhalefetten de söz etmek olanaksız.
Parlamento dışında, ÖDP emeğin egemenliğinde bir demokrasi seçeneğini aşağıdan yukarıya doğru oluşturma çabası içinde, "sol"un ve "sosyalizm"in yeniden yapılanmasına katkıda bulunmayı amaçlıyor. I. Olağan Kongresi’nde benimsediği 28 kararla ÖDP, esas olarak siyasetin toplumsallaşması ve toplumsal mücadelenin siyasallaşmasını hedefleyen bir faaliyet yürütüyor. Emeğin mücadelesini diğer toplumsal muhalefet hareketleriyle bağdaştırmayı amaçlıyor. Kadın özgürlük hareketinin, çok kimlikli bir toplumun gerçekleştirilmesi çabalarının, ekolojist muhalefetin taleplerini emeğin talepleriyle birarada ele alıyor.
Türkiye "sol" tarihi içinde ilk kez gerçek zeminlere dayanan "çoğulcu" bir sol parti olmayı başarıyor. Kendisini emeğin biricik sözcüsü ilan etmeksizin, sol birliğin sınırlarını genişletmeye çaba gösteriyor. Yeni fikirlere kapısını daima açık tutarken, sol geleneğin kazanımlarını yeniden üretme çabası gösteriyor. Bu özellikleri dolayısıyla ÖDP parlamento dışı solda dikkat çekici bir seçenek haline gelecek. Ancak devlet olanaklarıyla beslenen geleneksel partilerin gücü ve seçmen alışkanlıklarının bir seferde kurulmasını ummak aşırı iyimserlik olabilir. Gene de ÖDP ve parlamento dışı sol partiler, Türkiye’nin son otuz yılına damgasını vuran, yolsuzluk, sömürü ve zorbalıktan bütünüyle bağışıklar. O nedenle doğası gereği parlamento dışı sol temiz ve açık siyaset talebinin somut ifadesi olarak ortaya çıkma hakkına herkesten çok sahip.
Nur Vergin
"Sol daima sağın fütursuzluklarını terbiye etti..."
Sağcı olmayan partiler ille de sol mudur diye sormamız gerekir. Bence DSP’nin ya da CHP’nin sol partiler olup olmadığını anlamamız için solun tüm dünyada vadolan her türlü "liberal sol", "yeni sol", "demokratik sol" gibi kategorilerin dışında ortak ve kalıcı göstergeleri vardır. Bunlar solun birtakım toplumsal duyarlılıklara sahip olmasıdır. Eşitsizliğe itiraz etmektir. Sosyal adaletin birinci planda gelen bir önem taşımasıdır. Günümüzde solun adeta ideolojisi olarak benimsediği insan hakları kaygısı vardır. Kadınları ve gençleri siyasi sürece katmak vardır.
Sol partiler için bu göstergeler bir retorikten de ibaret değildir.Bu çerçevede kuru ve kof bir söylemle yetinmezler. Verili koşulları değiştirmek ve düzeltmek için somut projelere de sahiptirler. Bu projelerdir zaten toplumun hoşnutsuzlarına cazip gelen ve sol partilere hayatiyet kazandıran.
DSP’nin ve CHP’nin ne denli sol partiler olduklarını anlamak için bu ayırt edici hususların hangi ölçüde bu partilerde belirleyici olduklarına bakmak lazım. Bu partilerin Türkiye’de gayri ahlaki boyutlara ulaşan gelir dağılımındaki adaletsizliğe karşı geliştirdiği ve halkın haberdar olduğu herhangi bir çözüm önerisi var mıdır? İnsan hakları konusunda taviz vermeden sahiplendiği herhangi bir programı var mıdır? Eğitim ve sağlık konusunda belirgin bir programı yoksa da Türkiye’de artık haya sınırlarını aşan durumu protesto etmede herhangi bir etkin faaliyeti olmuş mudur?Türkiye’de ve başka ülkelerde de, iktidarda olmasa da sağın fütursuzluğunu ve aşırılıklarını dizginleyen ve "terbiye" eden hep sol olmuştur. Ama bizde 1980’lerden bu yana bu terbiye işlevini de yitirmiş gibi gözükmektedir. Bu nedenledir ki solun geleneksel taleplerini dile getiren eski RP ve yeni FP güçsüzlerin ve yoksulların cazibe merkezi haline gelmiştir. Bunu telafi edeceği yerde bizim sol mezhep gruplarının, cemaatlerin ya da etnik kimliklerin peşinde koşmakta, seçmen tabanını bu şekilde genişletmeye çalışmaktadır.
Söylemi ve politikası laiklik ilkesini savunmaktan, "devlet kuran parti" olmakla övünmekten ibaret olan ya da anakronik bir üçüncü dünya felsefesine saplanan partiler solcu vasıflarını kaybetmişlerdir. Çağdaş olamamış ve kimliksizleşmişlerdir.
Taha Akyol
"Bizi sağ da sol da yönetmiyor..."
CHP ve DSP’yi sağ partilerden ayıran bazı özellikleri var fakat Türkiye’de darbelerin yarattığı siyasi parçalanma sebebiyle sağ ve sol partileri biraraya getiren koalisyonlar hem sol partilerin hem de sağ partilerin karakterlerini aşındırmıştır. Dolayısıyla hem sol hem de sağ partiler kendilerinde olması gereken özelliklere tam sahip değiller. O yüzden Türkiye’de hem sağ hem de sol reformlar yapılamıyor. 12 Eylül’den sonra sağ da sol da parçalanarak çapraz koalisyonlarla renksiz hale gelmiştir.
HADEP’i şovenist bir parti olarak görüyorum. ÖDP sosyal demokrasinin solunda gerçek bir sol partidir. Ama sosyal demokrasinin solundadır. İP demokratik sol yahut sosyal demokrat nitelikte sol bir parti değildir. Devletçi bir partidir. Bugün Türkiye’de sol deyince hala akla CHP ile DSP gelmektedir. Sağ deyince ANAP ve DYP’nin gelmesi gibi ama ikisinin de ideolojik renklerinin solmuş olması söz konusu.
Solu sol yapan söylemler bugün yok. Hatta dikkatinizi çekerim Ecevit hükümetinin programında demokratikleşme kavramı dahi geçmiyor. Gerçi denilebilir ki üç, üç buçuk aylık bir hükümet ne yapabilir? Ama en azından bu konud bir niyet beyanı yahut toplumda bir demokratikleşme ihtiyacı olduğunu belirtmek şeklinde bir şeyler olabilirdi. Türkiye 28 Şubat’ın devamı sayılabilecek bir dönem yaşadığı halde. Ama bunu sağ da koymadı. 28 Şubat asıl sağın üzerine yürüdüğü halde. Bu da Türkiye’de sağın da solun da çağdaş demokrasilerde olması gereken özelliklerin ne kadar uzağında olduğunu gösteriyor. Bizi sağ da sol da yönetmiyor. Merkez denen tuhaf, acayip belirsiz bir kavram yönetiyor. Derin devlet diyelim.
Oral Çalışlar
"Ecevit hükümeti her şeye rağmen iyi şeyler yapabilir..."
Bir kurum kendisini nasıl tanımlıyorsa prensip olarak onu öyle kabul etmek gerekiyor. DSP’nin açık ifadesi "Demokratik Sol Parti" olduğuna göre onları demokratik solcu saymamız lazım. Ancak Türkiye’deki sosyal demokrat hareket Batı’dakilerden oldukça farklı bir geleneğe dayanıyor. Batı’daki sosyal demokrat hareketin tarihinde marksizm var, güçlü bir işçi hareketi ve sendikal hareket var.
Türkiye’deki sosyal demokrat hareket Cumhuriyet’in kuruluşuna dayanıyor. Daha çok cumhuriyetçi özellikleriyle tanınıyor. Bu yüzden milliyetçi ve devletçi söylemleri ağır basıyor. Özgürlükçülükleri ise sınırlı. Sosyalist hareketten uzak durmaya özen gösteriyorlar. Klasik sosyal demokrat hareketin gerisinde bir yerde duruyorlar.
Her iki sosyal demokrat parti (DSP - CHP) de köklü değişim ve dönüşüm çizgisinden süreç içinde epeyce geri bir noktaya savruldular. 1970’lerdeki sosyal demokrat hareketle bugünkü sosyal demokrat hareketi karşılaştırdığımızda köprülerin altından çok sular aktığını görebiliriz. "Düzen değişmelidir", "Toprak işleyenin su kullananın" türü radikal sloganlar artık gerilerde kaldı.
Türkiye’deki sosyalist hareket ise sosyalizmin dünya çapındaki sıkıntılarını yaşıyor. Bir kısım sosyalist grup Stalin dönemi sosyalizminin tutuculuğundan kopamadılar. Despotik, devletçi, milliyetçi ögeler sosyalist hareketin bir kısmında da tıpkı sosyal demokrat hareket gibi eşitlikçi ve özgürlükçü tutumdan uzaklaşmasına neden oldu. Özellikle Kürt sorunu konusundaki geri tutum yüzünden sosyalistlerin bir kesimi milliyetçi bir çizgide devletle işbirliğine yöneldi.Ancak sosyalistlerin önemli bir çoğunluğu geçmişten daha esnek bir çizgi izliyorlar. Türkiye’nin acil sorununun demokrasi ve gelir dağılımındaki adaletsizlik olduğunu savunuyorlar. Milliyetçi rüzgarın bugün olumsuz bir etki yaptığını ve MHP’yi güçlendirdiğini görüyorlar. Sosyalistlerin geçmiş birikiminin önemli bir kısmını çevresinde toplayan ÖDP yeni ve etkili bir güç olarak ortaya çıkıyor.
Her şeye rağmen Ecevit hükümetinin Türkiye’nin bu koşullarda olumlu işler yapması mümkün. İnsan hakları, çeteler, gelir dağılımındaki adaletsizlik, devletin soyulması gibi konularda DSP azınlık hükümetinin süre kısa da olsa iyi şeyler yapmasını umuyoruz. Bu da yeni bir deneme olanağı...
Çağlar Keyder "Sol olmadıkları gibi ilericilik de yapamıyorlar..."
1980 sonrası dünya çok farklı bir dünya. Globalleşme diye özetlediğimiz yeni koşullar içinde yaşıyoruz. Bu koşullar içinde de sol diye adlandırılacak hareketin kendine çok yeni koşullar bulması gerekiyor. Artık 1960’ların, 70’lerin o emperyalizm karşısında az gelişmiş ülkeler olan ve de nispeten reçetenin ne olduğunu bildiğini zannettiği dönem aşılmış durumda. Dolayısıyla yeni koşullarla kendisini yeniden tanımlaması gerekiyor. Türkiye’de sözünü ettiğimiz partilere baktığımız zaman böyle bir diskur gelişmesini görmüyoruz. Gerek DSP’de gerek CHP’de sanıyorum ki böyle bir yeni vizyon geliştirmek için yeterli kapasite yok. Dolayısıyla yorgun birtakım sloganların arkasında aslında şu an varolmayan bir kitleyi (eskiden belki böyle sloganlara yatkın bir grup vardı fakat şimdi yok) motive etmeye çalışıyorlar ve tabii ki başarılı olamıyorlar. Yani genel olarak Türkiye’deki solun problemi yeni vizyon üretememiş olması ve kendisini hala eski koşullar içinde tanımlamaya çalışıyor olması. İkinci ve daha spesifik bir nokta var. Türkiye şu an hiç olmadığı kadar hukuk devleti yoksunu ve temel hak ve özgürlüklerin sürekli gündemi işgal etmesi sorunları çerçevesinde yaşıyor. Bunlar aslında eski deyimleri kullanırsak solun gerçek işleri değil, burjuva demokrasisinin ortaya çıkarması gereken şeyler fakat Türkiye’de bunları gündeme getirecek bir burjuva hareket yok. Dolayısıyla iş yine sola kalmış durumda. Bu perspektiften baktığımızda da ne DSP’de ne CHP’de gerçekten bu iki platformun arkasında güçlü bir hareket oluştuğunu görmüyoruz. Yani bu iki parti yalnızca sol anlamında sol yapmamakla kalmıyorlar, aynı zamanda ilericilik de yapamıyorlar. Bu nedenle de bu iki partinin arkasında büyük bir kitle desteği olmasına ben ihtimal vermiyorum. ÖDP hiç olmazsa başladığında çok umut vericiyde ama son zamanlarda pek duyamadım ne yaptıklarını.
Korkut Boratav
"Değişim söylemi: Tasfiye tuzağı"
Ecevit’in iktidar olmasına değil, Yalım Erez’in hükümet kuramamasına sevindim. 1991’den beri İnönü, Karayalçın, Baykal ve Ecevit’in katıldıkları koalisyon hükümetleri, iktisadi ve sosyal politikalarda ve dış dünyayla ilişkilerinde genelde sağ bir çizgiyi ısrarla ve tutarlılıkla izlediler. "Sol"un ortak (olmazsa olmaz) ögeleri bence emekten yana, bağımsızlıkçı ve aydınlanmacı olmaktır ve bunların tümünü birden içermeyen bir "sol"dan söz edilemez. SHP, CHP ve DSP’nin sicilleri bu bakımdan açıktır: Emek - sermaye çatışmasında sermayeye teslim oldular: Özelleştirme konularında veya 1994 krizinin yönetiminde olduğu gibi... Türkiye’nin dünya ekonomisiyle ilişkilerinde küreselleşme ideolojisine teslim oldular: Bayraktarlığını yaptıkları Gümrük Birliği, kaldırılmasını önermeye bile cesaret edemedikleri 32 sayılı karar ve IMF / Dünya Bankası politikalarına karşı çaresiz tavırlarında olduğu gibi... Şeriatçı akımlara karşı tutumları ise çoğu kez "başkalarının" kuyruğuna (ve ayak sürüyerek) takılmak ve "siyasi İslam"ın yumuşak biçimleriyle uzlaşma aramak biçiminde oluşmuştur... Bu alanlardaki teslimiyetlerini milliyetçi ve ultra - Atatürkçü bir retorikle örtbas etme girişimleri de ibret uyandırıcıdır. Elbette sol, parlamento dışında vardır ve yaşamaktadır. Bugünün koşullarında "savunmacı"dır; yani sağcı söyleme ve politikalara ilke olarak karşı çıkmakla varlığını sürdürmektedir. Ancak bu karşı çıkma sayesindedir ki, ideolojik "safiyeti"ni belli ölçülerde koruyabilir. Öbür yüzyılda iktidar seçeneği olduğu zaman, sosyalizmin geleneksel değerlerini canlı tutabildiği ölçüde "dünyayı değiştirme" misyonunu gerçekleştirme şansına sahip olacaktır.
Ahmet İnsel
"DSP ve CHP muhafazakar partilerden farklı bir politika önermiyor..."
Sol parti kavramı her yer ve her zaman için geçerli bir içeriğe sahip değildir. Böyle olmaması gerekir. Bu nedenle 1900 başlarındaki bir sol partinin programı 1900 sonlarında artık sol dünya içinde yer almakta sıkıntı çekebilir. İngiltere’de sol olabilen Rusya’da sol almayabilir. DSP’yi de bu çerçevede değerlendirmek gerekir. DSP sol parti midir değil midir tartışması ikincildir. Türkiye’de yaşayan insanların özgürlüklerinin alanını genişletmek ve güçlendirmek konusunda somut bir hedefi olup olmadığı, DSP dahil sol etiketli tüm partilerin değerlendirildiği temel kıstastır. Bunun yanında ülke içinde ve o ülkenin içinde bulunduğu bölgede barışçı bir politika izleyip izlemediği, iktisadi cangıl içinde altta kalanların haklarını daha iyi savunabilecekleri düzenlemeler, yurttaşlar arasında siyasal eşitlik ve iktisadi dayanışmayı güçlendirecek somut araçlar önerip önermediği, devleti arkasına almış bazı kurumların toplum üzerindeki kahredici siyasal tahakkümüne karşı aldığı somut tavır, dengeli bir yerinde yönetim ilkesini benimseyip benimsemediği siyasal katılım gibi konular, bir partinin gerçekten sol siyasal - toplumsal ufuk içinde yer alıp almadığını değerlendirmek için gerekli olan konulardır.
Türkiye’de siyasal özgürlükler iktisadi dayanışma ve toplumsal barış konularında DSP’nin ve CHP’nin, bugünün Türkiye’sinde siyasal olarak muhafazakar diğer partilerden farklı bir politika önerdiklerini söyleyemeyiz.Türkiye’de ÖDP’nin önerdiği politikalar en fazla sol perti kavramına uygundur. Ama safkan sol parti olmak kendi başına bir amaç olmaya başlayınca bu kez sol gelenek muhafazakarlığına düşmek tehlikesi de bir o kadar artıyor. Örneğin Türkiye’de somut olarak iktisadi devletçiliğin siyasal devletçiliğin can damarlarını oluşturduğu olgusunu görmek veya açıkça kabul etmek böyle bir gelenekçi solculuk açısından oldukça zorlaşıyor. Safkan sol olmak belki bir erdemdir ama bu insanların bireysel erdemi olabilir. Sol partinin erdemi safkanlığında geleneğe en yakın olmasında değil, altta bırakılanların siyasal, iktisadi ve kültürel imkanlarını genişletmek mücadelesinde somut ve etkili önerileri olması ve ısrarla bunların mücadelesini sürdürmesinde yatar.
Türkiye’nin somut koşullarında devlet politikalarına teslim olan bir partinin sol olduğunu söylemek mümkün değildir. Ama devlet politikalarına karşı çıkan her partiyi de, örneğin HADEP’i, sadece bu niteliğinden ötürü sol içinde değerlendirmek büyük bir yanılgı olur.
Bütün bunların ötesinde Türkiye’de MGK güdümlü yasaklı siyaset ortamında parti kapattırmadan etkili ve tutarlı bir sol siyaset sürdürmenin de zor olduğunu kabul etmek gerekiyor. Ama bu zorluk solun gerçekçilik adına muhafazakar partilere teslim olması ya da içine kapanıp bir red söylemine ("istemezük" politikasına) çekilmesinin bahanesi olmamalıdır. Sol ufuklu bir siyaset ideal bir ortamda yapılmaz, ortamın o ideale mümkün olduğu kadar yakınlaşmasını sağlamak için sol mücadele verir.
Devam ediyor...