Birkaç gün önce AB’nin başkenti Brüksel’deydik. Zaman çok, yapacak iş de fazla olmayınca bol bol sokakları arşınladık. Civar kentlere, civar ülkelere gittik.
Hiç tartışmasız, en sıradanı Brüksel’di. 50 yıldır girmeye çalıştığımız, bize kriter üstüne kriter dayatan Brüksel meğerse buymuş demekten kendimizi alamadık.
İşte size Brüksel’den kare kare görüntüler:
- Her sokağın başında dilenci var. Hem de şehrin her tarafında. Başkent Ankara’dan çok daha fazla olduğu kesin.
- Pislik diz boyu. Böylesine kirli bir Avrupa kenti bugüne kadar görmemiştim. Anlaşılan o ki bize ille de hijyen diyen Avrupalı parlamenterler Brüksel sokaklarına hiç çıkıp dolaşmıyorlar.
- Her tarafta inşaat var. Binalar yıkık dökük, bakımsız ve mimari bir bütünlük yok.
- Tren garları ve metro istasyonları, hem çok kirli hem çok bakımsız hem de güvensiz.
- Kent merkezindeki caddeler hafta sonu da, hafta içi de tıklım tıklım. Yarısı turist ise yarısı da işsiz.
- Diğer Avrupa kentlerindeki yeşil ve çiçeğin envai çeşidini ara ki bulasın. Ya susuz kalıp kurumuş ya da yenisi dikilmemiş.
- İşportacılar, sokak satıcıları ve pazarlar. Bazı görüntüler gösterip, peki burası neresi diye sorsak, dünyanın her ülkesi sayılır ama kesin burası AB’nin başkenti Brüksel diyen çıkmaz.
Belçika farklı bir ülke. Fransız, Hollanda, biraz da Alman kökenlilerin kurduğu birleşik devletlerden birisi. Ulus devlet değil. Sokağa çıktığınız da ya da ülkeyi gezdiğinizde bunu fazlasıyla görüyorsunuz. Kralları da var. Ama birbirlerini sevdikleri pek söylenemez.
Bölge ülkelerdeki sömürgecilik geleneği, ırk ve renk çeşitliliğine fazlasıyla katkıda bulunmuş. Buna bir de AB Parlamentosu için 27 ülkeden gelen parlamenter ve delegasyon ile turistleri eklediğinizde, sokakta her an için 77 milletten kişi görmek mümkün oluyor.
Çizgi filmin cennetiymiş. Tenten ve Şirinler başta olmak üzere tanıdık birçok ismin anavatanı. Banka ve şirketlerinden, Türkiye’de de faaliyet gösteren fazlasıyla kurumları var.
Avrupa Parlamentosu tatildeydi. Yeni seçilen parlamenterlerin kayıt süreci vardı. Yarısı yenilenmiş. Onlar da bizim gibi boş salonları gezdiler.
Peki Brüksel de hiç mi güzel bir şey yoktu?
Hadi ben göremedim, başkalarına sordum. Hatta yıllardır bu ülkede yaşayanlara.
Önce bu soruya çok şaşırdılar. Sonra aramaya başladılar. Ama ille de şu, şu var diyebilecekleri çok fazla bir şey çıkmadı.
En fazla altı çizilen, serbestlik oldu.
Kimse kimseye karışmıyormuş...
Bu da sanki onlara yetiyor.
Görünen o ki herkesin kendine göre yaşam alanları var. Kimse kimsenin bölgesine gitmiyor, karışmıyor, fikir yürütmüyor. Demek ki böyleler deyip öyle kabul ediyorlar.
Peki bu böyle, ne zamana kadar gider? Uzun sürmez.
Sokaklar yakında karışırsa hiç şaşırmayın.
Eee biz de onlara kapkaç, sokak dilencileri, cam siliciler ve sokak çeteleriyle nasıl mücadele edeceklerini öğretiriz.
Peki, bu haliyle Belçika’yı ve Brüksel’i sevenler yok mu? Bayılanları bile var. Alsalar bugün vatandaşlığına geçip, bu ülkede yaşarım diyenleri de gördük.
Artıları yok mu? Fazlasıyla var. En önemlisi de A’dan Z’ye sistemleri. Hakka ve hukuka riayet. Temel insan haklarına saygı. Geriye ne kaldı ki diyenlere, bir Brüksel ziyareti öneririm. Ama İstanbul’da Bağdat Caddesi ve Nişantaşı’nı gezer gibi değil.
En çok hoşuma gideni ise neredeyse bütün öğrencilerin, başlarında öğretmenleri tarihi turistik yerleri geziyor olmalarıydı. Son haftayı böyle değerlendiriyorlarmış. Okulların yaz tatili de sadece 6 haftaymış.
Özetin özeti: AB’nin başkenti, başkalarını bilmem ama bende derin hayal kırıklığı yarattı. Bir Paris, Roma, Berlin ya Londra değildi. Bonn ya da Bern de. Ama Belçika’nın diğer bazı kentleri çok güzeldi...