Her kentte üniversite, pek çok ilçemizde de fakülte ve yüksekokullar var.
Kent ileri gelenleri bu konuda yoğun çaba gösterdiler. İstedikleri de oldu.
Peki, on binlerce öğrencinin akın ettiği bu kentlerimiz üniversite öğrencilerine yeterince kucak açtı mı?
Barınma, yeme içme, yaşam kültürü ve en önemlisi de staj ve istihdam konusunda onlara yardımcı oldu mu?
Onları ev sahibi, öğrenciler de misafir olarak kabul edersek, misafirlere gerekli konukseverlik gösterildi mi?
Bu yönde çok farklı tespit ve değerlendirmeler söz konusu.
Öğrenciyi baş tacı eden kentlerimiz var, onları bir kambur olarak gören de.
Devletin ve kamusal kurumların yaklaşımı genelde pozitif olsa da öğrenciye sağlanan olanaklar aynı değil. İmkânlar doğrultusunda kesenin ağzını sonuna kadar açan da var, sıkı sıkıya kapatan da…
12 Eylül ürünü kurumların çoğu yok oldu ama YÖK güçlenerek yoluna devam ediyor.
40 yıl öncesi tartışmaları bugün gibi hatırlıyorum.
Başta İTÜ Rektörü Prof. Dr. Kemal Kafalı olmak üzere muhalif akademisyenler YÖK’ü zehir zemberek eleştiriyor, 12 Eylül yönetimini arkasına alan Doğramacı ise sanki hiçbir şey yokmuşçasına yoluna devam ediyordu.
Zaman zaman dünyadan örnekler veriyor, zaman zaman da rakamlar ve tablolarla adeta göz boyuyordu.
Ankara ondan memnundu ama üniversiteler kaynamaya devam ediyordu.
Kendinden sonraki YÖK başkanlarını, arada büyük pişmanlıklar yaşasa da uzun süre o önerdi, cumhurbaşkanları atadı.
Evren’den sonra gelen cumhurbaşkanlarının çoğuyla arası çok iyiydi, bir dediği iki olmuyordu.
Onu en çok üzen de kendi elinden tutup o makamlara oturttuğu isimler oldu.
Milyonlarca aday ve yakınları için dün zor bir gündü ama geçen yıllarla kıyaslandığında en azından “moral bozucu” değildi.
Sorular sanki öğrencilerin motivasyonunu bozmamak için düzenlenmiş.
Seçici ve zorlayıcı soru yok gibiydi. Bu da aynı puanla yığılmalar getirirse hiç şaşırtıcı olmaz!
Bugün, muhtemelen, dünden biraz zor olabilir ama öğleden sonra, yılların yorgunluğu bir anda sona erecek. Tüm adaylara ve özellikle ailelerine geçmiş olsun diyoruz. Bundan sonrası daha kolay ve daha az stresli olacaktır.
Barajların kalkmasıyla üniversiteye girmek bu yıl çok daha kolay olacak.
Puanların hesaplanması için ilgili puan türlerinde yarım net yetecek. Puan hesaplandığında ise üniversite kapısı aralandı demektir.
YKS ve benzeri sınavlar, bir başarı sınavı değil, sıralama sınavı. Yani kontenjan açığı olduğu sürece puanı hesaplanan her adayın üniversiteli olma şansı var.
Önceki yıllarda yüz binlerce kontenjanın boş kaldığını da özellikle hatırlatmak isteriz.
Pandemi dönemi ve sonrasında çok zor günler geçirildi ama işte bir öğretim yıl daha sona eriyor.
Nasıl geçeceği, nasıl altından kalkılacağı çok tartışıldı. Bu öğretim yılı zor biter diyen de oldu, güçlenerek çıkacağız diyen de.
Geriye dönüp baktığımızda, artılarıyla eksileriyle önceki yıllardan bir farkı yoktu.
Eğitimin zirvesinde köklü değişiklikler oldu. Hem MEB’de hem de YÖK’te değişen sadece Bakan ve Başkan değil alt kadrolar da adeta yenilendi. Bu değişimin etkileri ise ancak gelecek öğretim yılında kendini göstermeye başlar.
Peki, gelecek öğretim yılına yönelik beklentiler neler?
Benim birinci önceliğim, sınav odaklı eğitimden üretim odaklı bir eğitime yönelmek.
Türk Eğitim-Sen’in bu yöndeki talepleri ise oldukça kapsamlı. Genel Başkan Talip Geylan’ın 2021-2022 eğitim-öğretim yılı değerlendirmesi bir anlamda tüm eğitim camiasın duygularına tercüman oluyor. İşte önemli satır başları:
Neler bekleniyor?
Napolyon “Para, para, para” demiş. Günümüzün söylemi ise üretim, üretim, üretim…
Ama katma değeri yüksek üretim. Üretimin olmadığı yerde sıkıntı vardır. Panzehri de üretimdir. Günümüz dünyasının yaşadığı tüm sıkıntıların kökeninde üretimin azalması, tüketimin artması yatmaktadır.
Dizilerle lükse, şatafata, tüketime öylesine alıştırıldık ki, “Ayağını yorganına göre uzat” atasözünü hatırlayanımız kalmadı. Bankalar önüne gelene peynir ekmek gibi kredi kartı dağıttı. Gelirlerine göre limit koymak akıllarına gelen en son şey oldu.
Bırakın bizi, dünya genelinde borçlu olmayan yok gibi. Nedeni de çok açık: Az üretiyor, çok tüketiyoruz.
Köyler bile ekmeğini, yumurtasını, yoğurdunu, sebzesini dışarıdan gelen seyyar manavlardan alıyorsa, kasaba pazarlarında yöre köylerden gelen tek ürün yoksa, başkalarına kızmadan önce kendimizi sorgulamalıyız. “Ülke üretimine katkımız ne?” sorusuna herkesten önce kendimiz cevap vermeli, ondan sonra başkalarını eleştirmeliyiz.
Ülkemizde ve dünyada kaç kişi üretiyor, kaç kişi tüketiyor? Kaç kişi vergi veriyor, kaç kişi hiç vergi vermeden o başkalarından alınan vergileri afiyetle yiyor? İthalat, ihracat dengesi ne? Aradaki makas giderek açılıyor mu, kapanıyor mu? Kapanan ve açılan iş yerleri arasındaki denge ve nedenleri neler?
Miadını doldurduğu için yok olan mesleklerin ve kapanan iş yerlerinin yerini, çağın ve geleceğin meslekleri ve iş yerleri alıyor mu?
Gençlerin büyük hayalleri var hem de çok büyük.
Çocukluk ve gençlik yıllarını yaşamadan gece gündüz demeden sınavların peşinde koşturmaları bu yüzden.
İstekleri bireysel mi?
Kesinlikle hayır.
Ülkeleri için, aileleri için, dünya için, insanlık için, başta doğa ve hayvanlar olmak üzere tüm canlılar için mücadele vermek istiyorlar.
Ömürle birlikte gençlik yelpazesi de bir hayli genişledi.
Ortalama yaşam süresi 78-80’e, gençlik yaşı da 30’lu yaşları da içine alacak şekilde uzadı.
Bu yüzden 30’lu yaşların başında doğru bir gelecek arayışı içinde olan gençleri çok fazla yadırgamamak ve “biz senin yaşındayken” diye başlayan nasihatlerde bulunurken çok dikkatli olmak gerekir...
Sanat sanat için mi, bilim bilim için mi, siyaset siyaset için mi tartışmaları çok geride kaldı.
Her şey artık çok pahalı ve kamu kaynaklarını harcayanlar, her kuruşun, her saniyenin hesabını vermek zorundalar.
80’li yıllardan sonra YÖK’le birlikte bilim adeta rafa kalktı.
Bilim artık ne bilim için ne toplum için ne de araştırma için yapılır oldu.
Tek hedef kondu o da akademik kariyer için bilimdi.
Akademik paye peşinde olanlar, bu yüzdendir ki tüm zaman ve kaynaklarını, toplumun refahı ya da bilim için değil hayatta neredeyse hiçbir karşılığı olmayan tezler için heba etmeye başladılar.
Üniversite ve doktor, doçent, profesör sayımız olağanüstü arttı.
Peki, dünya bilimine katkı sıralamamız, ilk 500’e giren üniversite sayımız ya da en önemlisi yapılan araştırmalar ve üretilen bilimle refah seviyemiz aynı oranda yükseldi mi?
Liselere Geçiş Sistemi (LGS) kapsamında düzenlenen merkezi sınav sona erdi, milyonlarca veli ve öğrenci derin bir oh çekti. Darısı üniversite adaylarına diyoruz.
Zor günler artık geride kalsın. Yıllardır geceli gündüzlü çalışan öğrenciler emeklerinin karşılığını alsın...
LGS Sınav Maratonu’nun ilk aşaması, önceki yıllara göre daha az sancılıydı.
En azından öğrenciler sınavdan ağlayarak çıkmadılar.
Sorular kolay mıydı? Hayır ama geçen yılki kadar zor değildi. Ya da pandemi nedeniyle ve yeterince örnek soru olmadığı için çok zorlanmışlardı.
Peki, bu yıl ne olur?
Ortalamaların yükseleceği kesin gibi.
Bu ne anlama geliyor?