Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Öyle maç hastası değilim. Ama milli maçları ve Galatasarayın Avrupa kupası maçlarını keyifle izlerim. Dün de yine büyük bir coşkuyla ekran karşısına geçtim. Pek çok yerde olduğu gibi bizde de dev ekran vardı ama ben kendi odamda izledim. Bu arada internet ve telefon trafiğine de hâkim olabiliyordum.Vızır vızır çalan telefonlar adeta susmuştu. İki saat boyunca sadece iki telefon geldi. Biri eşimdendi, maçın skorunu merak ediyordu. O da diğer para pul işleriyle uğraşanlar gibi piyasaları izlemekten maçı izleyemiyordu. Diğeri ise yanlış numaraydı.İnternetten gelen mail trafiği de sanki bıçakla kesilir gibi susmuştu. Yurtdışından gelenler bile yok denecek kadar azdı. Anlaşılan o ki Türkiye gibi yurtdışındaki Türklerin de aklı fikri dünkü maçtaydı.Maçın teknik ayrıntılarıyla ilgili yorumları spor sayfalarında fazlasıyla bulacaksınız. Benim dikkatimi çeken asıl nokta profesyonellikten ne kadar uzak oluşumuzdu.Güney Koreli hakemin aldığı pek çok karar tartışılabilir. Hatta birçoğu yanlış karardı da denilebilir. Ama asıl sorun bizdeki laubalilikti. Bazı futbolcular sanki Dünya Kupasında değil mahalle maçında futbol oynuyor gibiydi. İşte yenilgiyi getiren bazı tespitler: Hakemin aldığı her karara itiraz etme alışkanlığından hâlâ kurtulabilmiş değiliz.Topu rakibin suratına tükürür gibi tekmelemenin sadece çirkinlik değil bir kültür meselesi olduğunu da anlayabilmiş değiliz. Hakan Ünsal belki iyi bir futbolcu olabilir ama hâlâ profesyonellikten çok uzak.Ekip ruhu hâlâ yok. Takımı bir - iki kişiden yoksun bırakmanın ne anlama geldiğini hâlâ kavrayabilmiş değiller.Alpay gibi Avrupada top koşturan futbolcular bile hangi durumda ne yapılması gerektiği konusunda kafası yerine duygularıyla hareket ediyor. Ceza sahası dışında başlayan bir pozisyonu, hem kırmızı kart hem de penaltıyla sonuçlandırmayı herkes beceremez! Ama Avrupalı Alpay bunu başardı. Demek ki bazı alışkanlıkları Avrupa da değiştiremiyor. Madem ki kırmızı kartı göze aldı bunu ceza sahasına girmeden yapabilirdi, yapmalıydı da...Şenol Güneşin bazen bu noktaya nasıl geldiğini anlamak çok güç oluyor. Varlığıyla yokluğu belli olmayan Hakan Şükürü değil de sahanın en iyilerinden Yıldırayı neden oyundan aldı? Anlamak mümkün değildi. İşte bu noktada da profesyonellikten çok duygusallığın ağır bastığı dikkat çeken göstergelerden bir diğeriydi...Futbolun her ne kadar fizik ve mantık oyunu olduğu su götürmez bir gerçekse de şansın da bir o kadar önemli olduğunu dün gördük. Brezilyanın en az beş golü şans eseri fileleri bulmadı. İlk yarıyı berabere bitirebilir miyiz diye hayaller kurarken sahadan galip ayrıldık. İkinci yarıda da yine galibiyet gibi bir beraberliğe razıyken son dakika golüyle yıkıldık.Hâlâ her takımı yenebileceğimize kendimizi inandıramadık. İlk golü de atsak, üç sıfır da önde olsak kendimize güvenimiz yok. Galiba en büyük eksiklerimizden biri de bu!.. Türkiye genelinde olduğu gibi biz de dün öğle saatlerini zor getirdik. Önce çocuklar okula gitmeyiz diye tutturdular. Sonra öğrendik ki maç okulda dev ekranda izlenecekmiş. Razı oldular. Gittiler. Gazeteye geldiğimizde konuşulan tek konu yine maçtı. Her şey ona endekslenmişti. Galibiyet ya da beraberlik halinde yıldırım baskı için hazırlıklar bile yapılmıştı... aguclu@milliyet.com.tr Özetin özeti: Millilerimizle elbette gurur duyduk. Elbette onurlandık. O son dakikalardaki abartılı penaltı gole dönüşmeseydi sadece biz değil dünya da onları konuşuyor olacaktı. Ah bir de her işte olduğu gibi şu maçları da başladığımız gibi umutla bitirebilsek. İşte o zaman her şey çok daha farklı olacak!