Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Liyakat sahibi kalifiye elemanlar aradığımızı her fırsatta dile getiriyoruz.

Peki, onları yetiştiren öğretim kurumlarında yani okullar, üniversiteler ve diğer eğitim merkezlerinde, kalite ve liyakate yeterince önem veriyor muyuz?

Yönetenler ve öğretenler, bu özelliklere sahip mi?

Hayır demek haksızlık olur.

Öğretim kadrolarımızın da müdür ve rektörlerimizin de pek çoğu oturdukları makamı fazlasıyla hak ediyor. Arada gözden kaçanlar yok mu? Elbette var ama bu bütün bir camiayı sorgulamanın gerekçesi olmamalı.

Haberin Devamı

Öğretim kurumları artık devasa yapılara dönüştü. Sadece akademik anlamda değil, ekonomik anlamda da profesyonelce yönetilmeleri çok fazla birikim ve deneyim gerektiriyor.

Örneğin, öğrenci sayısı 100 binleri, bütçeleri 100 milyonları aşan üniversitelerimiz var.

Çoğu bir kasabanın ya da küçük bir şehrin çok ötesinde büyüklüğe sahipler.

Üstelik 24 saat yaşayan yerler.

İşte bu yüzden öğretim kurumlarının yöneticilerinin nitelikleri ve profesyonellikleri çok önemli.

Bu nedenledir ki ilk 100’de üniversitesi bulunan ülkelerin hemen hepsinde, rektör, dekan hatta bölüm başkanlığına aday olma ya da seçilme kriterleri, ince elenip, sık dokunur.

Bölüm başkanlığı deneyimi olmadan dekan, dekanlık deneyimi olmadan da rektörlük makamına oturma, çok sık rastlanan bir durum değil.

Sadece akademik anlamda değil, idari ve mali konularda da çok sıkı kurallar getirilir ki ileride sorunlar yaşanmasın.

Yine çok sık rastlanan ve ısrarla aranan niteliklerden biri de kaynak yaratma ve kontenjanların doluluk oranları.

Her şey gibi, eğitim ve öğretim de artık çok pahalı hale geldi. Bu nedenle, gelen yöneticilerden hem ellerindeki kaynakları en verimli şekilde kullanmaları istenir hem de

yeni kaynakları yaratması beklenir ve sorgulanır.

Yılda ne kadar bağış toplayacağı, patent ve üretim gelirleri, Ar-Ge’ye ayrılan kaynaklardan ne kadarının geri döndüğü didik didik incelenir.

Hatta bazı ülkelerde gelir ve gider dengelerinin, tıpkı özel şirketlerde olduğu gibi pozitif yönde olması ısrarla istenir. Gerekçesi de çok açıktır: Sürdürülebilirlik.

Haberin Devamı

Üniversitelerde mali kaynaklar üçlü bir sacayağına oturur. Bütçenin üçte biri devlet ya da vakıflar tarafından karşılanır, üçte biri öğrenci ve burslardan, üçte biri de öz kaynaklardan yani üretimden karşılanır.

“Üretemeyen üniversite, üreten insanlar yetiştiremez” görüşü hakimdir. Bu yüzdendir ki başta bilim olmak üzere iyi kaynak üreten üniversiteler hem öğrenciler hem de işverenler tarafından öncelikle tercih edilir.

Son yıllarda öz kaynak üreten lise ve üniversitelerimizin sayısı hızla artıyor. Bu çok sevindirici bir gelişme ve umarız artarak devam eder.

Birçok sektörde profesyonel yönetici yetiştirmeye yönelik kurumlarımız var. Üniversite sonrasında ilgili mesleklere yönelik birikim ve deneyimler orada kazandırılır.

İlk ve orta dereceli okullar için yönetici yetiştirmeye yönelik Öğretmen Akademisi projesi de bu amaçla düşünülen ama arkası bir türlü gelmeyen önemli adımlarımızdan biri.

Öğretim kurumlarımızın güçlenmesi ve ileriye emin adımlarla yürümesi için dünden bugüne eğitime hep en iyi bütçeler ayrıldı. Devletin bu konudaki katkısı takdire şayan.

Haberin Devamı

Bu noktada asıl sorgulanması gereken ayrılan bu bütçenin ne kadar iyi kullanıldığı?..

Elbette yağan yağmur da çok önemli ama asıl önemli olan, yağan o yağmurun ne kadarını toplayabildiğimiz ve hangi amaçlar için kullandığımız!..

Okullarımızda günde 500 test çözen öğrenciler yetiştirerek, öğrencilerimize hiçbir yetkinlik kazandırmayan sınav sektörüne milyarlar akıtarak yola devam edemeyiz!..

Özetin özeti: Okyanusu geçip derede boğulmayalım...