İlköğretime başlayan her 100 öğrenciden kaçı ilköğretimi bitiriyor? Kaçı liseye devam ediyor? Kaçı üniversiteye girebiliyor? Ve kaçı üniversiteden mezun olabiliyor?..
Daha da önemlisi her yıl kaç öğrenci sınıfta kalıyor?..
Milli Eğitim Bakanlığı her ne kadar sınıfta kalmayı çok zor hale getirse de hâlâ yarım milyondan fazla öğrenci sınıf tekrarı yapıyor. Ama en çarpıcı olanı bazı üniversiteler var ki 4 yıllık fakülteyi 4 yılda bitiren yok. 100 öğrenci ile başlayıp, ancak 20’sini mezun edenler bile var...
İlkokula başlayan her 100 öğrenciden ancak 15 kadarı üniversiteyi bitirebiliyor!..
Bu konuda öylesine çarpıcı rakamlar var ki, canınızı daha fazla sıkmak istemiyoruz. Çünkü söz konusu olan çocuklarımız ve onların geleceği...
Heba olan yıllar
Çağdaş eğitim sistemlerinde, “Her çocuğun başarılı olabileceği bir alan mutlaka vardır“ diye temel bir kural bulunur. Bu kurala göre çocuğun ille de fen, matematik, sosyal bilimler, güzel sanatlar, spor ya da farklı bir alanda ya da tümünde ille de başarılı olması istenmez. 10 dersten 9’u zayıf, biri iyi ise o alanda geliştirilmeye çalışılır.
Peki, biz ne yapıyoruz?
13 dersin 10’unu verip, ikisi ya da üçünden kaldığında canına okuyoruz. Başardıklarına değil, başaramadıklarına bakıyoruz.
Üniversitelerde ise durum daha da vahim, tek ders yüzünden mezun olamayan, binlerce öğrenci var...
Burada sözünü ettiğimiz, kalite çıtasının aşağıya çekilmesi değil, öğrencilere ilgi duymadıkları dersleri dayatma yerine, iyi oldukları konuda açılım getirmektir.
Eğer sadece müziği seviyorsa ve bu konuda yeteneği varsa, ona ille de matematik, tarih, coğrafya fizik öğretelim diye bir zorlama içerisine girmeyelim. O ilgi duyduğu alanda gelişmesine olanak sağlayalım...
Herkes şikâyetçi ama...
Dayatmacı eğitim anlayışı, önümüzdeki hafta gerçekleşecek olan KPSS’de de var. Beden Eğitim ve Müzik öğretmenlerine de Matematik sorusu soruluyor. Böyle saçmalık olur mu demeyin bal gibi oluyor. Hem de yıllardır hem de herkes şikâyetçiyken. Ama bir türlü değiştirilmiyor. Bu yüzden de öğretmenler ya da diğer fakülte mezunları, birikimlerini kendi alanlarında geliştireceklerine, sınavı kazanmanın ötesinde hiçbir işe yaramayacak derslerin peşinde koşuyorlar...
Kaç bakan bu konuda söz verdi ama hepsi de lafta kaldı.
Harcanan emeğe, kaynaklara ve en önemlisi de zamana yazık!..
Yeni Bakan’dan beklentiler
Eğitim camiası köklü reformlar için şimdi dört gözle yeni Milli Eğitim Bakanı’nı bekliyor. “Mademki, Ak Parti’nin ustalık dönemi, o zaman ustalık dönemine yakışır icraatlar ve köklü reformlar bekliyoruz“ diyorlar.
Daha önceki bakanlar bu konulara el atmadı mı? Elbette attılar. Ama zamanları yetmedi. Ya da arkalarında güçlü bir destek buladılar. Ama artık, kamuoyu özellikle sınavlar ve ölçme değerlendirme konusunda, yeni bakana her türlü desteği verecek konumda. Yeter ki, ne istediğini öğrenci, öğretmen ve velilere en iyi şekilde anlatabilsin.
Hemen her konuda fire verilebilir. Ve telafisi de bir şekilde mümkün olabilir. Ama eğitimde kaybedilen yılların telafisi mümkün değil.
Aynı yaşı, bir kez daha yaşayabilir misiniz? Kaybolan yılları geri getirebilir misiniz?..
Bütün bunlar olmayacağına göre, işte o zaman, işi o noktalara getirmemek gerekiyor
Türkiye’de sorun, ne öğrencide, ne öğretmende, ne de siyasilerde... Tek suçlu var o da sistem.
Bürokrasi nasıl yenilir?
Diğer sektörler için de bürokratik oligarşi önemli bir baş ağrısı ama eğitim için onun da ötesinde bir durum söz konusu. Yılların alışkanlığı, kolay kolay yıkılamıyor. Yanlış yanlış üstüne yapılıyor. Düzeltmeye kalkanların ise eli yanıyor. Bu yüzden de her kim gelirse gelsin köklü reformlar yerine kısmi düzeltmelerle zaman öldürüyor.
Eğitim bürokrasisinin saygı duyacağı isimler kontrolü ele almadan, yeni reformlar gerçekleştirmek mümkün değil. Bu yüzden öğretmeninden bakanına kadar hemen herkes oturduğu koltuğun hakkını verdiğinde, gerisi gelecektir.
Özetin özeti: Gençlerimizin geleceği söz konusu olduğunda gerisi teferruattır. Hiçbir şey onların geleceğinden daha önemli değildir. Birinin bile “fire” verilmesine kimse razı olmamalıdır...