Nasıl ki eski doma- teslerin, eski İstanbul’un tadı yoksa, bayramların da tadı tuzu kalmadı.
Büyüdük de o yüzden mi böyle oldu?
Ya da çocukluğumuza mı özlem duyuyoruz? Hiçbiri değil. Modernleşme adı altında giderek artan bir şekilde ortak değerlerimizi kaybediyoruz. Oysa bizi biz yapan, farklı kılan o kaybettiğimiz, yozlaştırdığımız değerlerimizdi...
Bozulan ekonomi düzelir, iktidarlar gelir gider, eğitim sistemi revize edilir, işsizlik sona erer, yılan hikâyesine dönen koalisyon hükümeti bile kurulur ama parçalanan değerleri yeniden toparlamak hiç de kolay değil.
İşte bu yüzden, bir an önce, bayramları eski coşkusuna kavuşturmamız gerekiyor. Yoksa bugünleri de mumla arar noktasına geliriz... Bayram eşittir tatil oldu ama tatiller de eski havasında değil..
Bayram armağanı
Tolunay Fındık, köye ilgi duyan, deneme yazıları yazan ve o yazılardan en azından birinin, bir bölümü de olsa, ulusal medyada yayımlanmasını hayal eden ve aklı bizim gibi çok gerilerde kalan bir okurumuz.
Eskiden bayramlarda küçük büyük demeden hepimiz sevindirilirdik. İşte bu bayram, hepiniz adına, Tolunay Hanım’ın yazısından bir bölümünü yayımlayarak, bayramınızı kutlamak istiyoruz.
Biz mi değiştik yoksa?..
O insanların saflığını, doğallığını herkesten farklı olarak yaşadıkları merhamet duygusunu, bir nebze olsun anlatabilmek istiyorum.
Evimizden yola çıkıp sitenin güvenlik kapısından geçerek otoparkı terk ettiğimiz an yolculuğumuz başlıyor.
Mesafe ilerledikçe, çevredeki her şey, birer birer değişmeye başlıyor.
Şehirden uzaklaştığınız zaman serinlemek için araladığınız camdan içeriye dolan o hava size bambaşka bir haz veriyor, yolun her iki yanındaki ağaçlar yeşilin her tonunu sizlere armağan ediyor.
O dümdüz asfalt yoldan artık çıktık ve yerini toprak bir yol aldı. Arabanın aynasından arkaya bakmaya çalıştığınız zaman aynada sadece bir toz bulutu görüyorsunuz.
İşte bu her şeyi arkanızda bırakıp kafanızı tamamen boşaltabileceğiniz, arkanızda kalanları göremeyeceğiniz anlamına gelen bir toz bulutu.
Toprak yola girmek hiç de fena değilmiş.
Ve varış noktasına geldiğimizde:
Çoğumuzun büyüdüğü, hayatının en masumane yıllarını geçirdiği o sokaklardan geçiyoruz, anılarınız birer birer canlanıyor.
Arabanın radyosundan, o sokaklarda çocukken haykırdığınız nağmeler çalınıyor kulağınıza.
İşte burası sizin köyünüz.
İhmal ettiğinizi kabullenmek istemeyip hatırlamasanız bile burası sizin köyünüz.
Üstelik içeriye girerken kimse size kimlik sormadı ya da kapıdan geçmeniz için site kartınızı görmek isteyen de olmadı.
Sizi gören herkes el sallayarak “Hoş geldin evlat” dedi.
Sadece “Hoş geldin evlat”.
Her biri sizi teker teker sofrasına davet etti. Her birinin evladı oluverdiniz bir anda.
Yaptığınız hatayı anladınız ve bırakıp gittiğiniz, bırakmak zorunda kaldığınız halde unutmak istediğiniz insanların saf ve temiz duyguları size aslınızı hatırlattı...
Özetin özeti: Bir gün geriye baktığınızda unuttuğunuz, ihmal ettiğiniz, kırdığınız, kırıldığınız hiçbir şey kalmasın. En önemlisi de en güzel anılar hiç unutulmasın. Bayramlar sanki hafızalarımız hep taze kalsın diye vardı ama onu bile unuttuk...