Her ile bir üniversite açıldı.
Fena mı oldu?
Hayır.
Her ne kadar karşı çıkanlar olsa da Türkiye’nin daha çok sayıda üniversiteye ihtiyacı var.
Üniversite sayımız şu anda 200’e yaklaştı. En az 250 olmalı.
Yani daha 50-60 yeni üniversite açılabilir.
Çünkü, genç bir nüfusa sahibiz ve günümüzde en değerli sermaye, yetişmiş insan gücü...
Yeni üniversitelere evet ama bugünkü haliyle yapılanmaya ve ayağa düşmelerine hayır.
Üniversite şart mı?
Üniversitelerimizin kat edecekleri daha çok yol var. Bunun için de para gerekli.
Tüm üniversitelerimizin bütçesi, birkaç ABD üniversitesi bütçesinden daha az.
Öğrenci başına yapılan harcama da Batı ülkelerinin neredeyse onda biri.
Ar-Ge’miz ise yok gibi.
Hocalara verilen maaş da bırakın beyinlerini, karınlarını doyurmaya yetmiyor.
Peki, bu koşullarda üniversite açmanın ne yararı var diyenleriniz mutlaka çıkacaktır.
Şu anda göz bebeğimiz durumundaki üniversiteler açıldığında da örneğin ODTÜ, Hacettepe açıldığında da aynı eleştiriler yapılmıştı.
Arada geri kalanlar olmuyor mu?
Elbette oluyor ama onlara değil, yola devam edenlere bakmamız gerekiyor.
Madem ki bu kadar üniversite açıldı, desteklenmeleri gerekiyor.
Ama nasıl?
İşte bu sorunun cevabını hep birlikte aramalıyız.
Siyasetin görevi yeni üniversiteler açmak. Ama o kadarla bitmiyor. Kamuoyu olarak bizler de taşın altına elimizi koymalıyız.
Kimilerine göre, mevcut üniversitelerin gelişmesi mümkün değil.
Hele ki önümüzü net olarak göremediğimiz şu günlerde.
İşte bu noktada görev, ısrarla biz de kentimize üniversite istiyoruz diyen kişi, kurum ve kuruluşlara düşüyor.
Ne yapıp edip bir vakıf oluşturulmalı ve yerel bir kampanya başlatarak, her yerden, herkesten, gücü oranında bağış alarak, üniversitelere destek çıkmalılar.
Eğer bunu başarabilirsek, üniversitelerimizden pek çoğu çok kısa bir sürede, çok büyük mesafe kaydedebilir.
Yoksa kendimizi kandırmaya ve gençlerimizi heba etmeye devam ederiz.
Bilim toplumu?
Bilim toplumu olmadan çağı yakalamamız ve refah toplumu olmamız mümkün değil.
İşte bu yüzden, ille de bir seferberlik yapılacaksa, bu konuda yapılmalıdır.
Koalisyon görüşmelerinde ille de bir kırmızı çizgi aranıyorsa bu konuda olmalıdır.
Yoksa diğer dayatmalarla bir yere varılmaz.
Bilim toplumu olmadan da diğer sorunların hiçbiri çözülmez...
Başbakanlar, cumhurbaşkanları, liderler nasıl ki sandık için kampanya üzerine kampanya düzenliyorlarsa, üniversite ve bilim için de aynı gayreti göstermeliler. Çünkü Türkiye’nin geleceği, genç nüfusun en iyi şekilde eğitilmesinde. Ülkeyi krizden çıkaracak olanlar da onlar, uçuracak olanlar da.
Niteliksiz kadrolar ve niteliksiz işgücüyle bir yere varılamaz.
Türkiye, 8 yıllık kesintisiz eğitimde bunu başardı. 12 yıla da öyle ya da böyle geçti. Farklı konularda da elini cebine attı.
Üniversitelere yönelik olarak da bireysel ve kurumsal müthiş bağış örnekleri var.
Eğer üniversitenin ve bilimin önemi en iyi şekilde anlatılırsa, en zengininden en fakirine, halkımızdan büyük destek gelecektir.
Yeter ki Ankara’da böylesi bir irade oluşsun.
Bu konuda üniversitelere de büyük görevler düşüyor.
Onlar da artık en azından kaynaklarının bir bölümünü kendileri üretir hale gelmeliler.
Destek şart ama!
Dünyanın gelişmiş üniversiteleri, ekonomik açıdan bir sacayağı üzerinde duruyor. Bütçenin üçte biri devletten, üçte biri öğrenciden, üçte biri de kendi üretimlerinden kaynaklanıyor.
Türkiye’de ise tam tersi.
Devlet üniversitelerinde kaynakların neredeyse yüzde 95’ini Maliye, vakıf üniversitelerinde ise çok azı dışında öğrenci veriyor.
Bu tablo değişmeli, idari ve mali yapıda da ciddi reformlar yapılmalıdır.
Bugünkü sistemin hiçbir işe yaramadığı ve kaynakların çok kötü kullanıldığı aşikârken neden hâlâ ısrar edilir, anlamak mümkün değil.
Yine aynı şekilde idari personel sayısı azaltılmalı ve ölü yatırımlardan hemen vazgeçilmelidir. Dünyanın en iyi üniversitelerinde idari personel sayısı yüzde 5’i bulmuyor!
İşe, ilk önce YÖK revizyonuyla başlanabilir...
Özetin özeti: Seçim ve olası koalisyon hükümetleri ancak bugünü kurtarır ama üniversiteler geleceğimizi garanti altına alır. Onlar olmadan asla!.