Milli Eğitim Bakanlığı’nın inadı yüzünden anadolu liselerinde 8 bin kontenjan boş kaldı. Hem de her birine girmek için can atan on binlerce öğrenci varken... Allah’tan YÖK o kadar gaddar değil. En azından ikinci bir şans veriyor. Şimdi MEB de “Biz de 4, 5 kayıt hakkı verdik, değişen ne oldu ki!” diyebilir.
Zaten bugün bizim dikkat çekmek istediğimiz konu tam da bu!
İsterseniz bir değil, 10 kayıt dönemi açın, bu hiç önemli değil. Önemli olan, uyguladığınız sistemin, öğrenciyi de, öğretim kurumlarını da mutlu etmesi.
Öğrenci, en çok istediği yerlerden birine girmeli, öğretim kurumları da boş kalmamalı. Formül bu kadar basit.
Eğer bunu yapabiliyorsanız başarılı, yapamıyorsanız da, hiç kimse kusura bakmasın, bunun adı beceriksizliktir...
Ve bu konuda, MEB, YÖK ve ÖSYM, kesinlikle sınıfta kaldı... Milli Eğitim Bakanı Dinçer, tıpkı kendinden önceki bakanlar gibi, boş kontenjanları dolduracağına, sorunun çözümünü gelecek yıla erteledi. Ama üniversitelerdeki ek yerleştirme sürecinde YÖK’ün böyle bir lüksü yok!..
100 bine yakın boş kontenjan var ve onların boş kalmasına seyirci kalamaz.
Mevcut sisteme göre bu kontenjanların dolması çok zor. Yeni bazı tedbirlerin alınması gerek. Ama YÖK başkanı Özcan, bu konuya kafa yoracağına, çok başka konulara takmış durumda.
Hemen her fırsatta eğitimde özgürlükten, demokrasiden, eşitlikten bahsediyor ama öğrencilerin önündeki engelleri kaldırmaya gelince hiç de oralı olmuyor!..
YÖK çözüm üretmek zorunda!
İşte yıllardır uygulanan ve öğrenciyi mağdur etmenin ötesinde hangi amaca hizmet ettiği belli olmayan bir madde!
Üniversite adayı, birinci yerleştirmede, ÖSYM tarafından öyle ya da böyle herhangi bir yükseköğretim programına yerleştirildiyse, gidip kaydını yaptırmasa dahi, hem ikinci yerleştirmeden yani ek yerleştirmeden yararlanamıyor hem de ertesi yıl sınava girdiğinde Orta Öğretim Başarı Puanı (OÖBP) yarı yarıya düşüyor. Yani en az 30 puanı gasp ediliyor ve yarışa, üst puan dilimlerde on binlerce, alt puan dilimlerinde ise yüz binlerce adayın gerisinden başlıyor. Neden? Ufacık bir tercih hatası yüzünden. Oysa bu hataların yüz katını onlar da yapıyor ve kendilerine hiçbir fatura çıkmıyor. Kaldı ki, öğrencinin yaptığı yanlış tercihin, kendisinden başka hiç kimseye bir zararı olmuyor! Örneğin öğrenci İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazanıp da gitmediğinde, o kontenjan boş kalmıyor! Ek yerleştirmede, onun boş bıraktığı o kontenjana, başka bir öğrenci alınıyor. Dolayısıyla bu çifte cezayı hak etmiyorlar. İşte bu yüzden, kazanıp da kaydını yaptırmayan öğrencilere uygulanan, ek yerleştirmeden yararlanmama ve OÖBP’nin yarı yarıya indirilmesi “zulüm”ünün hemen kaldırılması gerekir!..
Öğretmenlerin bitmeyen çilesi
Öğretmenlerin, bin tane çilesi var. Ama en önemlisi parçalanmış aileler. Aşağıdaki mektubu hiç yorumsuz sizlerle paylaşmak istiyorum:
“MEB, yeni teşkilat kanununda, araya öğretmenleri mağdur edecek yeni bir madde sıkıştırmış, özür grubu tayinleri yaz aylarında yapılır diye. Peki, bu ne demek:
1 Haziran 2010 ve 9 Temmuz 2010’da atanan ve eylülde göreve başlatılan 30 bin öğretmene, senelerdir yapılan şubat atamasının yapılmayacağı, artık yaz tatillerinde özür grubu ataması yapılacağı söyleniyor. Düşünün, 2010’da atanıp, Şubat 2012’yi bekliyordu tüm bu insanlar.
Bir de sözleşmeden kadroya geçenler var ki, iş daha da karışık, neredeyse 2 yıldır eşinden çocuğundan ayrı yaşamak zorunda olan ve ha bitti ha bitecek diye gün sayan öğretmenlere, hadi bir yıl daha bekleyin demek, bu öğretmenleri öğretmenlikten hatta yaşamaktan soğutmaktan başka ne işe yarar?
Özür grubunun içinde yalnızca eşinden ayrı yaşamak zorunda kalan öğretmenler yok, öğrenim özrü ve sağlık özrü olanlar da var. Bunların içinde en dramatik olanı, hasta annesine veya babasına bakmak zorunda kalan ya da kendisinin vahim bir hastalığı olmasına karşın, çalıştığı yerde o hastalığını tedavi ettiremeyen öğretmenlerdir. Bu öğretmenler de şubat yerine ağustosu beklemek zorunda kalacak. Bizler hep sabrederek sınıfımıza girerken kendi dertlerimizi kapının önünde bırakmayı biliyoruz ama maalesef taşıdığımız yük, kaldıracağımızdan fazla olmaya başlayınca, kimden nasıl destek alacağımız bilmiyoruz.”
Özetin özeti: Eğitimde çözüm odaklı bir yönetim anlayışının zamanı geldi de geçiyor...