Ali Değermenci

Ali Değermenci

ali.degermenci@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Osmanlı eliti son 200 yılda, cumhuriyet seçkini de 100 yıldır bu soruyu soruyor: Hata nerede, biz neden Batı’dan geriye düştük?, diye...  Geriye düşme, özellikle Türk toplumunda ciddi bir psikolojik sorun olarak görülmektedir. Çünkü 15’inci yüzyıl, Avrupa’da “Türk yüzyılı” idi ve Osmanlı Türk’ü Avrupa’nın ciddi anlamda önündeydi. Hatanın nedeni 300 yıldır bir yerde kilitli duruyor; devlet-toplum ilişkisi ve üretim şekliydi.

Osmanlı’nın modernleşme hareketi de II. Abdülhamid’in istibdat dönemi de, İttihatçılar’ın milliyetçilik uygulamaları da, hatta Cumhuriyet’in sert modernleşme hareketleri de hatanın telafisi için yapılmıştı. Batı’dan geri kalmışlığı düzeltmek ve Batı ile göz hizasında olma amacı güdüyordu.

Haberin Devamı

Türklerin Batı’dan geriye düşmesi üzerine yığınla kitaplar, araştırmalar, makaleler yayınlanmıştır. Bu soruna Osmanlı eliti, hatanın nedenini kimisi dinsel inançta ararken, dindarlar da dinden uzaklaşmaya, Batılı tarzı benimsemiş olanlar da modernleşemeyen devlette bulmuştu. Bu tartışmalar ile Osmanlı yıkılmış, yerine bu soruya cevap için Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu. Mustafa Kemal ve Batılı tarzda düşünen elit, yukarıdan aşağıya sert modernleşme hareketlerini yaparak, Batı’da ne varsa kurumsal olarak bu ülkede de aynısını inşa ederek çözüm bulmaya çalıştılar. Fakat Cumhuriyet’in 100 ’üncü  yılına girdiğimiz bugünlerde bu soru hâlâ soruluyor; hata nerede deniliyor, arayış devam ediyor. Şunu baştan açık söylemek gerekirse Cumhuriyetin modernleşme hareketi Osmanlı’nın son 150 yılının devamı idi. Bu istikamet doğru idi ama sonuç yine çıkmamıştı.

Bernard Lewis ’in sorusu

İngiliz asıllı Amerikalı tarihçi, İslâm tarihi ve İslâm-Batı ilişkisi hakkında en yetkin ismi olarak değerlendirilen Bernard Lewis (1916  - 2018 ) bu konuda “Hata Neredeydi?” adlı kitabında konuya açıklık getirmek isteyen bir tarihçidir. Lewis, bütün tartışmaları, kesimlerin bakışını sıraladıktan sonra, Osmanlı’nın ve daha sonra Cumhuriyet Türkiye’sinin geri kalmışlığını, biraz kültürel olarak değerlendirse de üretim şeklinden kaynaklandığını, devlet-toplum ilişkilerini sorun olarak belirtmişti: Halkına sıklıkla söylediği üzere, ‘Bizim en öncelikli görevimiz modern dünyayı yakalamaktır. Eğer halkımızın yarısını modernleştirirsek modern dünyayı yakalayamayız.’ 1920’lerde bu ifadeler çok şaşırtıcıydı ve üstelik beklenmedik bir kaynaktan, hem Osmanlı paşası ve generali hem de modern Türkiye’nin kurucusu olan bir kişiden geliyordu.”

Haberin Devamı

Batı, Orta Çağ’dan çıkarken, ekonomik yapısını kapitalistleştirerek, bireysel kazancı hedefledi. Sanayi Devrimi ve keşiflerle çok büyük ilerlemeler kaydetti. Batı’nın bugünkü hale gelmesinde sömürgeciliği asla gözardı edemeyiz. Yağmalanan Doğu toplumlarından elde edilen büyük kazanç, Batı’yı büyük oranda zenginleştirdi. Ama sadece sömürgeye bu işi bağlamak doğru olmayacaktır. Batı kapitalistleşirken, devlet - toplum ilişkilerini ve üretim şeklini yeniledi. Toplum üretip (kapitalistleşerek) kazanacak ve devlete vergi verecekti. Devlet de topladığı vergilerle ülkeyi planlayıp büyütecek ve topluma her an hesap verecekti. Bu durum Sanayi Devrimi’nden bugün Dijital Devrim’e kadar hiç değişmedi.

Haberin Devamı

Hesap sorma hakkı

Bugün Batılı herhangi bir ülke ile Türkiye’yi kıyasladığınızda aranın kapanması neredeyse çok güç olduğunu görebilirsiniz. Türkiye’de kişi başına düşen gelir 8-9 bin dolarken, Avrupa’da ortalama 30-40 hatta 50-60 bin dolara kadar da çıktığını görebiliriz. Fark bazı yıllar azalsa da her 10 yılda bir artmaktadır.

Türkiye Cumhuriyet’i kurulurken Batı referans olarak alındı. Bütün kanun ve kurallar, giyim kuşam ve kurumlar Batılı tarzda   oluşturuldu. Fakat Batı’nın en önemli iki taşıyıcısı olan devlet-toplu ilişkisi (demokrasi) ve kapitalist üretim tarzı hep es geçildi. Tek parti döneminden sonra başlayan demokrasi uygulamaları çok melez, güdük kaldı. 1990’lardan sonra bu alanda yapılan hamleler yeterli olmadı. Üretim şeklinin kapitalistleşmesi ise gerçek anlamda yapılamadı.

Batı’nın kapitalistleşen toplumu, üretip zenginleşerek devlete vergi veriyor, buna karşılık devlet de topluma hesap veriyordu. Vergi verenin devletten hesap sorma hakkı vardı. Bu ilke Türkiye’de ne yazık ki hiçbir dönem uygulanmadı. Cumhuriyet’in ilk yıllarından bugüne kadar devlet ile toplum arasında yazılı olmayan ama zımni bir anlaşma vardı âdeta: Devlet halktan vergi alamayacak, buna karşılık da toplumda devleti yöneten elitten hesap soramayacaktı. Bu anlaşma bugün de yürürlüktedir. Batı’da bir vatandaş ben vergi veriyorum deyip yöneticiden hesap sorarken, bir kuruş vergi kaçırmak, toplumda suç olarak görülüyor. Yani toplum üretiyor, kazanıyor ve devlete vergi veriyor, toplum da hesap sorma hakkını alıyor. Bu anlayış belki de 250-300 yıldır Batı’da uygulanıyor.

Bugün Türkiye’de demokrasiden bahsetmek için kaç kişinin vergi verdiğine bakmak gerekiyor. Çok küçük bir iş dünyası haricinde vergi veren ne yazık ki yok! Bir de belirli aralıklarla vergi affı yapılıyor. Cumhuriyet tarihinin ta başından itibaren köylüden gerçek anlamda vergi alınmadı. Vergi vermek, devletten ve yönetimden hesap sormak, demokratik kuralların işlemesi anlamına gelmektedir. Her vergi affı, aslında devletten hesap sorma hakkının toplumdan alınması anlamına da gelir.

Türkiye, 85 milyonluk genç nüfusuyla çok dinamik ve dünyaya hızlıca ayak uydurabilme, yeniliklere adapte olabilme yeteneğine sahip bir ülke... Bir de coğrafi olarak çok stratejik bir bölgede. Bu iki ilkeyi başarabilse aradaki farkı çok hızlı şekilde kapatacaktır. Ama...