Topaz, Gümüşsuyu’ndan Dolmabahçe’ye inen yolun başında, 1950’lerde mimar Emin Onat’ın projesiyle inşa edilen Devres Han’daydı. Tepeden Dolmabahçe Camii ile Dolmabahçe Sarayı’na bakıyor, Topkapı Sarayı’ndan Üsküdar’a ve Fatih Köprüsü’ne kadar tüm Boğaz’ı görüyordu.
Topaz’ı 2007 yılında Kaya Demirel’in ortaklığıyla Yücel Özalp açmıştı.
ODTÜ mezunu Yücel Özalp uzun yıllar yurtdışında turizm işletmeciliği yapmış. Turizmde faaliyetine devam ederken, Gümüşsuyu’ndaki Topaz lokantasıyla yeme-içme sektörüne girmiş.
Topaz’dan sonra karısı Gülin Özalp’la birlikte, yeme-içme sektöründeki işletmelerini çoğalttılar. Reina’da Blue Topaz açıldı. Karaköy’de Colonie hizmete girdi. Derken Kanyon’da “brasserie” olarak hizmet veren Escale müşteri ağırlamaya başladı.
“Geçen yıl kapatacaktık”
Telefonla Yücel Özalp’a “Topaz sahiden kapanıyor mu?” diye sordum. “On yıllık müesseseyi kapatmak zorunda kaldık. Yabancı müşteri gelmez oldu. Yerli müşteri azaldı. Bu durumda mutfak ve servisi aynı çizgide korumak imkansız. Geçen yıl kapatacaktık. Biraz daha bekleyelim dedik. Olmadı” diyor. Topaz, İstanbul’daki “fine dining” sınıfı (lokanta gibi lokanta sınıfı) lokantalardan biriydi.
İstanbul’da eski yıllarda “fine dining” sınıfında Tokatlıyan, Park Otel, Abdullah, Süreyya lokantaları vardı. Daha sonra Ambassador, Zihni, Şamdan, S Restaurant açıldı. Şimdilerde bunlardan sadece Ambassador fine dining olarak müşteri ağırlıyor. Diğerleri kapandı.
Bir mevsim dayanabildi
Küreselleşmeyle birlikte, başka ülkelerde ünlenen bazı lokantalar Türkiye’de şube açmaya başladı veya Türk girişimcilere isim vererek faaliyet gösterme arayışına girdi. Başka ülkelerde kapılarının önünde kuyruklar oluşan Benihana, Hakkasan, Bice gibi lokantaların burada açılmalarıyla kapanmaları bir oldu. Ünlü lokantalardan İtalyan lokantası Cipriani’nin şubesi, Massimo Bottura’nın Ristorante İtalia’sı İstanbul’da yaşayamadı.
New York’un De Silvano’su bir mevsim dayanabildi. Barselona’ya gidenlerin kapısında kuyruk oldukları Cal Pep’in sahibi Joseph (Pep) Manubes ve oğlu Jordi, İstanbul’a geldiler. Ev tuttular. Nefis tapaslar yapıyorlardı. Lokantaları müşterisizlikten kapandı.
Yemek içmek bir “kültür” işi
Yabancıların açtığı lokantalar kapanıyor, peki Türklerin açtıkları kapanmıyor mu? Çok sayıda anlı şanlı lokanta faaliyetini tatil etmek zorunda kaldı. Farklı mutfaklarıyla İstanbul’a renk katan lokantalar vardı. Pandeli, Rejans, Changa, Karaf, Lips, Körfez, Zanzibar (Nişantaşı), Safran, Downtown, Sofa bunların en fazla ilgi görenleriydi. Le Select, La Brise, Bird, Niş, Mimolett, Flamm, Gilt, Konyalı (Kanyon ve Akaretler) gibi restoranlar artık yok.
Yemek içmek bir “kültür” işi. Dışarıda, “fine dining” denilen, doğru dürüst lokantalarda yemek yemek “alışkanlık” işi. Bütün bunlara ek olarak “para” işi. Ancak parası olsa bile herkes “fine dining” lokantada yemek yemek istemez. Sıkılır. “Ne var ki burada... Biz niye buraya geldik?” havasına girer.
İstanbul’da şimdilerde balık ve kebap lokantaları, et lokantaları iş yapabiliyor. Bunlar dışında iş yapanlar genellikle genç kesime hitap eden, kanlı canlı mekanlar.