Aslı Perker

Aslı Perker

asli.perker@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Byron Reeves ve Clifford Nass adlı iki iletişim uzmanı yaptıkları bazı psikolojik çalışmaların sonucunda insanların bilgisayarlarına, televizyonlarına ve bunun dışındaki sosyal medyaya erişim sağlayan araç gereçlerine gerçek insan ve mekan muamelesi yaptıkları sonucuna ulaşmışlar. Hatta insanlar bilgisayarlarına başka insanlara karşı olduklarından çok daha kibar davranıyorlarmış.
Hani bazı bilgisayarların sesi de var, konuşuyor. Bu ses kadın sesiyse iyice kibarlaşıyormuşuz, erkek sesiyse, eh, o kadar değil. Kendimi düşündüm, kesinlikle doğru. Etrafımda bilgisayarla geç tanışmışlara her zaman ilk tavsiyem sabırlı olmaları, bilgisayara açılması, kendine gelmesi ve sonrasında da kapanması için zaman tanımaları gerektiğini söylemek olmuştur.
Ve bir bakarsınız dünyanın en telaşlısı zannettiğiniz adam kuzu gibi olmuş. Ha, yeri geliyor elimizdekini parçalamak, ekranı klavyesinden ayırmak, yerlere çalmak istemiyor muyuz, istiyoruz, ama adeta karşımızda psikolojisi bozulabilecek bir çocuk varmışçasına bunu fark ettirmemeye çalışıyoruz.
Telefonumuz, yahut tabletlerimiz için de aynı şey geçerli. Belki kadın erkek ilişkilerinde bu kadar kaprise yer kalmamıştır. Kendimiz doktora gitmeyiz, bozulan elektroniğimizi hemen tamire götürüyoruz, gözümüz hiçbir şey görmüyor, dünya para harcıyoruz. Neden?

O kadar zeki değiliz
Çünkü neredeyse hayatımızı bu aletler üzerinden yürütecek hale geldik. Kiramızı, faturalarımızı internetten ödüyoruz. Yeri geliyor işle ilgili evraklarımızı bir otobüs tepesinde telefonumuzdan yolluyoruz.
Farklı kişiler arasında olması gereken randevuları ayarlıyoruz, görüntülü konferans görüşmeleri yapıyoruz. Bir dosyayı sürüklüyoruz, başka bir aygıta aktarıyoruz. Yapıyoruz ama bu arada bir hayli yıpranıyoruz da. Hatlar birbirine karışıyor, çöken sistemler geri gelmiyor, şifreler birbirine karışıyor, IP adresleri havada çarpışıyor, DEVAM tuşuna basıyorsunuz, hiçbir şey devam etmiyor. İşte bunun sebebini de aynı çalışma şöyle açıklıyor: İnsan beyni henüz 20. yy teknolojisini olduğu gibi adapte edebilecek kadar gelişmiş değil. Sonuç itibariyle bu teknolojileri geliştiren dünyanın sayılı üç beş zekisi, bilim adamı.
Bizden bekledikleri ise kendi zekalarının yettiği şeylere bizim de ayak uydurmamız. Gerçekler öyle değil maalesef. Zira o zekaya sahip olsaydık zaten hepimiz evimizde kendi teknolojimizi yaratıyor olurduk.
Düşünün bundan on beş yıl önce aynı parmak duvardaki ışığı açıp kapatıyordu, şimdi o parmaktan uzay çağına ayak uydurmasını bekliyoruz.

Simülasyonu varken...
Tabii yeni nesil için durum farklı. Hani şu Z kuşağı denilen çocuklar zaten teknolojinin içine doğdukları için başka türlüsünü bilmiyorlar. Duvardaki resmi parmaklarıyla iki yana açarak büyütmeye çalışıyorlar.
Fakat onlar için de durum başka türlü vahim. Geçtiğimiz hafta biri 13, diğeri 14 yaşında olan iki genç kızı evimde ağırladım. İkisi de İstanbul’un Anadolu yakasına alışkın, Avrupa tarafını bilmiyorlar.
Baktım ki evden dışarı çıkmaya niyetleri yok, biraz cesur davrandım. Hadi dedim, çıkın dolaşın. Telefonlarına haritaları yükledim ve nereye gitmek istiyorlarsa gitmelerine izin verdim. Zaten evden çıktıkları andan itibaren her an telefondaydık, attıkları hemen her adımdan haberim vardı. Sonunda arzu edilen yere ulaşıldığında hadi dedim şimdi kapatın, bir şeyler yiyin için, etrafa bakının.
Bir saat sonra aradılar, biz geri geliyoruz dediler. Yapacak hiçbir şey yokmuş. Eve geldiklerinde ne yaptılar biliyor musunuz? Yerlerinden kalkmadan saatlerce bilgisayarda bir hayat simülasyonu oyunu oynadılar. Bu oyunda ev döşüyorsun, alış verişe gidiyorsun, evleniyorsun, çoluk çocuk sahibi oluyorsun, vesaire. Korkarım bir gün onlar bizim gibi teknoloji karşısında değil ama gerçek hayatın içinde delirecekler.