Bilmiyorum halen devam ediyor mu, eskiden kadınların genelde ayda bir ya da iki toplandığı kısırlı, börekli, patates salatalı günler vardı. Bu günlerde önce hoş beş edilir, sonra müzik konulur ve kadınlar birer ikişer kalkıp oynamaya başlarlardı. Kan ter içinde kalana kadar göbek atarlar, eve yorgun argın ama mutlu dönerlerdi. Zira başka bir yerde asla yapamayacakları, öyle kadınlı erkekli eğlencelerde, yemeklerde olmayacak bir şeyi yaparlardı, gönüllerince dans ederlerdi.
Neden? Topluluk içinde gönlünce dans eden kadın hoş karşılanmaz. Hoş erkek de karşılanmaz da aynı şey değil, kadına bir başka gözle bakılır. Edebiyle adabıyla eşiyle biraz pistte döner, karşılıklı parmaklarını şaklatır, sonra da “Ay çok yoruldum” diyerek yerine oturur. Biraz fazla kalacak olsa bir bakışla kendine getirilir. Geçtiğimiz yıl nisan ayında Milas’a gitmiştik. Kaldığımız otelin restoranında -ki yemek yenilebilecek tek yer orasıydı- folklor derneği gecesi vardı. Çeşitli danslar edildi, fakat baktım da profesyonel dans bitip de sahne amatörlere kaldığında hep erkekler oynadı, kadınlar oturmayı tercih etti.
Nizama hayır!
Bu sadece Türkiye’de böyle değil. En medeni dediğiniz bazı ülkelerde bile fazladan dans eden kadın şüphe yaratır, en azından kolay elde edilebilir hissi uyandırır. Dün tüm dünyada kadına şiddete karşı düzenlenen “Bir milyar ayaklanıyor” harekatında dans edilmesi boşuna değildi anlayacağınız. Dans etmek bir kadın için neredeyse topluma bir beyanattır. Senin üzerimde kurmaya çalıştığın tahakkümü kabul etmiyorum demektir. Erkeklerin tuhaf bakışlarına rağmen dans etmek bir meydan okumadır, hafiflik değil. Bu harekatın kumandanı Eve Ensler şöyle diyor: “Dans tehlikelidir, mutluluk vericidir, seksidir, kutsaldır, yıkıcıdır, bulaşıcıdır, kuralları yıkar.” Bu sebepten dün Türkiye’nin çeşitli illerinde, çeşitli meydanlarda belirlenen saatlerde hep beraber dans etmeye giden kadınların yaptığı cesurca, övgüyü hak eden bir hareketti. Tabii eğer küçük illerde kaymakamlar, belediye başkanları illa ki dizilen protokol sandalyelerine oturup kadınları germedilerse ve bu bir resmi törene dönüşmediyse. Bir de folklor dansları yapıldığını okudum. İrkilmedim dersem yalan olur. Folklor demek nizamdır, intizamdır, uyumdur. Oysa bizim bugünden beklentimiz tam tersiydi.
Dans ettiniz işte
İstanbul’da durum neydi gördüğüm kadarını anlatayım. Ben trafiği yarıp Beşiktaş’a varabildiğimde müzik başlamıştı, kalabalık halay çekiyordu. Birde başlayacağı söylenmişti, dakik davranmışlar. Halayları zaten oldum olası çok severim, çünkü birbirini tanıyan tanımayan herkesin el ele tutuştuğu, gerçekten birlikteliği kutladığı gerçek bir kardeşlik dansıdır. Bu da öyleydi. Her yaştan kadın -ki seksen yaşında olan da vardı genç kız da- yüzlerinde büyük bir gülümsemeyle halay çekiyordu. Sevgilisinin elini tutup gelmiş erkeklerde de aynı coşkuyu görmek mutluluk vericiydi. Anlayacağınız takdire şayan bir ortamdı. Halaydan sonra bu aktivite için Tena Clark tarafından bestelenmiş “Zincirleri Kırın” çalmaya başladı ve esas sürpriz buradaydı. Saçları bembeyaz teyzeler bile koreografisi belirlenmiş dansı ezberlemiş, aynen yaptı. Gurur vericiydi. Ancak her şey çok kısa bir zamanda olup bitti. Vardır muhakkak bir açıklaması ama bütün aktivite topu topu kırk dakika da olmamalıydı hani. 13:40 itibariyle müzik kesildi, topluluk öyle kalakaldı. Daha dans etmek isterdik. Neden istemeyelim? Rihanna’yla yeni açılmıştık. Genç bir adam sahneden hepimize teşekkür edip kibarca dağılmaya davet etti. Bir keresinde biri beni yaş günümde zoraki aramış, şöyle demişti: “E aradım işte.” Nedense o an bana aynısını hatırlattı: “E tamam dans ettiniz işte.” Neyse olsun, daha çok dans edeceğimiz günler var.