Aslı Perker

Aslı Perker

asli.perker@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Çocukken bir köyümüz olmadığı için çok üzülürdüm. Nüfus cüzdanımızda mahalle vardı, köy yoktu, Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde tayin ola ola gezdiğimiz yıllarda arkadaşlar arasında köylerden konuşulurken bir eksiklik hissederdim. Kendi köylerini pek bir ballandırarak anlatırlardı. Benim İzmir’de Aksoy diye bir mahallem vardı. 1768 sokağım, hepsi bu. Belki bu yüzden çok erken yaşta köy edebiyatına da bir ilgi duymaya başladım.
Evde bulup okuduğum üç cilt Toprak Acıkınca’yı (Erol Toy) o zaman, çocuk aklımla ne kadar anladım bilmiyorum, ama bana bir kapı açtı ve devamı geldi. Fakir Baykurt, Yaşar Kemal, Necati Cumalı, Kemal Tahir. Kemal Tahir romanlarıyla Çorum’da tanıştım.
Tayinimiz çıkmıştı, yeni arkadaşlar edinmiştim, böylelikle Yediçınar Yaylası ve Köyün Kamburu’nu elime aldım. Maalesef nedense halen üçlemeyi tamamlamış değilim. Sadece romanlar mı, ilkokul ve ortaokul çağlarımda bilhassa Yıldız Kenter’in oynadığı köy filmlerine de meraklıydım. Zaten çoğu romanlardan uyarlanmıştı. Hafta sonları, çok güzel havalarda bütün arkadaşlarım dışarıda oynarken saatlerce o filmleri seyrettiğimi hatırlıyorum. Her bir karesini hafızama kaydetmişim.

Sinema değil ki kapayasın
Dolayısıyla bundan bir ay kadar önce 16 bin köyün kapatıldığını, mahalle olacaklarını okuduğumda içim cız etti. Tabii köy kapanması ne demek, onu çok anlamış değilim. Bir Emek Sineması ya da İnci Pastanesi değil ki bu kapayasın.
Çoğu yüzyıllardır orada, ahalisi desen öyle, belli alışkanlıklarıyla, romanlara ilham vermiş kendi usulleriyle yaşayıp gidiyorlar. Bir anda bunlara bir dur diyemezsin ki. Nitekim ilk arızalardan birini geçen hafta yine bir gazetede okudum.
Şöyle diyordu haberin girişi: “Mahalleye dönüşen eski köyün sakinleri, yıllar önce dedelerinin dağdan getirdiği suya ‘saat’ takılınca olay çıkardı, polis geldi.” Haberin devamı bu girişin detayıyla anlatılmış hali. Köylüler su parasını ödemeyince İzmit Su İşletmesi yetkilileri polisle beraber gelip suyu kesmiş. En üzücüsü ise haberin kenarına konulmuş bir vana fotoğrafı.
Oysa benim gibi kendine köy arayan, köy bulamazsa kendine köy yapan çok insan var. Birtakım doğa severler komünler halinde gidiyorlar, toprak alıyorlar, üstlerine evlerini konduruyorlar, kuyularını kazıyorlar ve tescilsiz de olsa kendi köylerini kuruyorlar.

Kendime köy edindim
İşte hep köysüzlükten şikayet eden ben de bundan sekiz dokuz yıl önce kendime bir köy edinmiştim. İzmir’de Menemen’e bağlı Helvacı Köyü. Çok mu güzel bir köy? Hayır, öyle içinden dereler akan, yemyeşil bir yer değil. Ama köy gibi köy. Meydanı var, kahvehanesi, sağlık ocağı var, mütevazı, güzel bir pazarı var. Peki ne oldu? 2009 yılında Helvacı’yı Menemen’den aldılar, Aliağa’nın bir mahallesi yaptılar. Buyurun buradan yakın.
Geçtiğimiz dört yıl içerisinde dokuda çok büyük değişiklikler olmamakla beraber yavaş yavaş birtakım sorunlar başladı. Her şeyden önce tarım üzerine kurulu bir köy bir sanayi bölgesine bağlanmış oldu, kan uyuşmazlığı gibi bir hal ortaya çıktı. Bütün tarımla ilgili ürünlerin satıldığı Menemen’e minibüsler kaldırıldı, köylü götüreceğini getireceğini taşıyamaz oldu. Raylı sisteme binin dediler, geçiş noktalarındaki görevliler içi tarım malzemesi dolu malzemelere müsaade etmiyor.

İsim değişti, ne alaka?
Köylü kalakaldı. Aliağa büyük bir yer, Helvacı’yla mı uğraşacak? Muhtar Ali İnci dört yıldır hemen hemen hiçbir konuda belediyeye ulaşabilmiş, derdini anlatabilmiş değil. Zaten Helvacı adı da değişti. Her yıl mayıs ayında helva şenlikleri düzenlenen bu yerin adı Barbaros Hayrettin Paşa, Fatih ve Mimar Sinan Mahallesi olarak değişti. Ne alaka? Bu şahsiyetlerden bir tanesi bile bu köyün varlığından eminim haberdar bile değildi.

Evli evine, köylü köyüne!
Anlayacağınız geç buldum, erken kaybettim. Babaannem akşamları bizi yatırmak için “Evli evine, köylü köyüne, köyü olmayan sıçan deliğine” derdi. Biz galiba gene kaldık sıçan deliğine.