Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Geçen yıllarla, kat edilen yollarla, hele hele imza atılan başarılarla beraber heyecanının insanı terk etmemesi nadir bulunan bir özellik. Onlarca film çekmiş bir yönetmen mesela, yeni bir işe başlarken gözünde aynı pırıltıyı, sesinde aynı cıvıltıyı taşıyorsa bundan güzel ne olabilir? Çağan Irmak böyle bir yazar ve yönetmen. Hep anlatacak hikâyeleri, onları anlatmak için azalmayan bir heyecanı ve kendine bulduğu yeni yolları var. Şimdiki, ona da kendi deyişiyle ‘acemisi olduğu’ bir heyecan yaşatan bir yol: Çağan Irmak 53 yaşında ilk kitabını yazdı. Altı öyküden oluşan “Gözümden Deliler Taştı”, bu hafta sonu Doğan Kitap etiketiyle okura ulaştı.

Haberin Devamı

Çağan Irmak’ın kaleminden taşan deliler

Kitaptaki karakterlerin hemen hepsi çocukluğunda – ergenliğinde tanıdığı insanlar. Bir ‘Cıgaralı Naciye’ var mesela, görüp görebileceğiniz en tutkulu sinema seyircisi, yazlık Çınar Sineması’na gelen hiçbir filmi kaçırmıyor, izlerken adeta her rolü kendisi de oynuyor. Herkesin bildiği ömürlük sırlarıyla Haktan ile Ergun var sonra, kapısının önüne leğenle bırakılan insan dışkısının izini bir hafiye gibi süren Hüsniye Hanım var, sürekli eşe dosta küsmeleriyle ünlü elektrikçi Kemal var, plajları ‘dışarıdan’ gelenler doldurduğu için pazar günlerinden nefret eden ilçe sakinleri var. Bir de kitabın tek hayali kahramanı Perizat var. Çağan Irmak’ın “tamamen kurgu” dediği tek öykü bu kitapta, “Perizat, Çocuk ve Bir Bağ Evi Yalnızlığı”. Diğerlerinin gerçeğe değdiği noktalar var.

Çağan Irmak’la, yazılış sürecine ve heyecanına da az çok tanık olduğum ilk kitabıyla ilgili uzun ve keyifli bir söyleşi yaptık, Milliyet Sanat dergisinin Ekim sayısı için. Behrengi ile (tabii ki çoğumuz gibi önce “Küçük Kara Balık”, ardından “Bir Şeftali Bin Şeftali”) başlayan, “Küçük Prens” ile devam eden, Milliyet Çocuk’da yayınlanan “İnce Memed” ile perçinlenen edebiyat sevgisine olan “gönül borcu”nu ödemek gibi görüyordu, yazmayı. En büyük dileği, “okuyanların çok gülmesi, eğlenmesi, her şeyi unutup biraz edebiyata sığınması”ydı. Kendisi için okumak gibi yazmak da bir sığınak olmuştu, aynı şekilde okuyanlara da iyi gelmek gibi bir hayali vardı.

Haberin Devamı

Bir okuru olarak kendi adıma bunda başarılı olduğunu söyleyebilirim. Sadece söylediği gibi kitapta mutsuz sonlu hikâye olmadığı için değil, mutluluğu da mutsuzluğu da, aşkı, ayrılığı, kavgayı, küslüğü, hatta çok küçük yaşta en çıplak haliyle tanık olduğu ölümü de hayatın çok doğal bir parçası olarak karşılayan karakterleri ve su gibi akan dili nedeniyle. Okuru alıyor, Ege’nin meşhur deli dolu karakterler galerisinde (ve şunu söylemeden edemeyeceğim; “domatesin uvertür olduğu zamanlarda”) son derece eğlenceli bir geziye çıkarıyor. Evet, her şeyi bir süreliğine unutuyorsunuz. Yaşam koçlarının verdiği tavsiyelerle değil kendi güdüleriyle yaşamaya devam etmenin, etraflarını güzelleştirmenin yolunu bulan gerçek insanların hikâyelerine sığınıyorsunuz. Sığınaksa sığınak. Hem de en sağlamından.

***

PLANLARIMIZDAN VAZGEÇMEYELİM

Başta sözünü ettiğim “azalmayan çocuk heyecanının” sırrını da sordum, Çağan Irmak’a söyleşide. Önce “yaratılış” dedi, sonra çok ileri yaşlara kadar sağlıkla yaşayan anneannesinden söz etti. Hep beraber kafa yorduğumuz bir konuda kıymetli bir gözlem olarak paylaşmak isterim: “Hep yarına dair bir planı vardı anneannemin. ‘Yarın sabun yapılacak’, kendi sabununu kendi yapardı. İşte ‘tarhana zamanı geliyor, tarhanalık soğanları ve biberleri almak lazım’. 94 yaşındaydı, ‘Artık bu koltuk takımını da seneye değiştireceğim,’ dedi, hepimiz birbirimize baktık. Seneye ne olacağını biliyor mu acaba anneannem diye düşünürken o koltuk takımları değişti, dört yıl da onları kullandı. Tamam, artık içinde bulunduğumuz dünya bizi bir şeylerden vazgeçiriyor. Sabah uyanıyorsun, ‘lanet olsun’ diyorsun. Ama bu çok kısa bir an. Ben bu plandan vazgeçmek istemiyorum. Sanat anlamında demiyorum sadece, herkesin yarına dair bir planı olursa galiba daha güzel oluyor her şey. Daha kolaylaşıyor yaşamak”.